Ölümsüzlük Arzusu
“Dünya tatlıdır ve hoştur
” Müslim
Bizatihi hayatın kendisi hem gayet güzel ve hem de son derece cazibelidir. Onun içindir ki yaratılışında ölümsüzlük arzusu da bulunan insan için ölüm, çözülmesi gereken en ölümcül varoluş sorunudur. Ölümsüzlük arzusu, insanda ilk andan itibaren fıtri bir gerçeklik olarak varlığını hissettirir:
“Nihayet şeytan ona vesvese verip şöyle dedi: "Ey Âdem! Sana ebedîlik ağacını ve yok olmayan bir saltanatı göstereyim mi?" 20 Taha, 120
Allah, Âdem’i (as) yaratıp meleklere ona secdeyi emredince bu emre itaat etmeyen şeytan, Hz. Âdem’i ve eşini yaklaşmamakla emrolundukları ağaçtan yemeleri için iki melek olmak yahut ölümsüz olmak vaadiyle kandırmış, böylece emre karşı gelmelerine ve sonuçta cennetten çıkarılıp bu dünyaya gönderilmelerine sebep olmuştur. Bir yanda yasak bir ağaç, diğer yanda ise bu ağacın ölümsüzlük ağacı olması ve bunun dayanılmaz cazibesi, insanı/Âdem’i ve eşini çok zor bir seçenekle karşı karşıya bırakmıştır. Gerçi Âdem’e yasaklanan ağacın şeceretü-l huld/ ölümsüzlük ağacı olduğunu söyleyen, ona yaklaşmayı yasaklayan Allah değil şeytan olsa da fıtratındaki ölümsüzlük arzusu yahut taşıdığı farklı zaafiyetler (“Andolsun, bundan önce biz Âdem'e (cennetteki ağacın meyvesinden yeme, diye) emrettik. O ise bunu unutuverdi. Biz onda bir kararlılık bulmadık.”20 Taha 115) onu ağaca yöneltmiş ve yasağı çiğnemesine ve cennetten çıkarılmasına sebep olmuştu. Dolayısıyla insanın yeryüzüne gönderilmesinde fıtratındaki ölümsüzlük arzusunun da önemli bir payı olduğu söylenebilir.
Cennetteki ölümsüzlük arzusu insanın peşini bırakmamış, insanın yeryüzüne indirilmesiyle birlikte arka plandaki cennet özlemiyle beraber bu dünyada da etkisini artırarak devam etmiştir. Nitekim Allah, Kuran’da buna örnek olarak Yahudileri ve müşrikleri gösterir ve kimi insanlarda ölümsüzlük fikrinin bir tutku ve saplantı haline geldiğini bildirir:
“Onları, insanların hayâta en düşkünü, ortak koşanlardan daha tutkunu bulursun; her biri, bin yıl yaşatılmasını ister. Oysa yaşatılması, onu azâbdan uzaklaştıracak değildir. Allah ne yaptıklarını görüyor.” 2 Bakara, 96
Var olma üzerine düşünen ve bunun sancısını çeken her insan ve hatta materyalist düşünceye sahip olduğunu söyleyenler bile varlıklarının öyle ya da böyle devamını arzu ederler. Bugün modern materyalist insan, bir taraftan tıbbi ve teknolojik gelişmelerle biyolojik ölümsüzlüğü ararken, diğer taraftan da arkasında bir takım izler bırakmak suretiyle ölümsüzlüğü yani isminin sonsuza kadar kalıcı olmasını istemektedir. Diğer bir değişle insan, varlığını bir yönüyle genetik olarak çocuklarında diğer yönüyle fikirlerini devam ettiren öğrencilerinde veya çeşitli edebi, sanatsal vb. eserlerde sürdürmeye çalışmaktadır. Kaldı ki Hz. Peygamber (as) da insanı bu arzusunun meşru boyutuna işaret ederek bu dünyadaki kalıcılığın nasıllığını dile getirir:
“İnsan ölünce, şu üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir: Sadaka-i cariye, kendisinden istifade edilen ilim, arkasından dua eden hayırlı evlât.” Müslim
Tarih boyunca insanın ölümsüzlüğe dair yapıp ettiklerine ve bu gün de bilimsel olarak ortaya konan çabalara bakınca ölümsüzlük arzusunun asli bir arzu, yok olmayan bir emel ve şehevi arzuların en yamanı olduğu açık bir gerçeklik olarak görülmektedir. Garip olan ise öleceğini bilmesine rağmen bu arzunun peşinden şu veya bu şekilde koşup durmasıdır. Daha da garibi ölüm sonrası bir hayatın hem de ölümsüz bir hayatın olduğuna iman ettiğini iddia edenlerin dahi yaşam tarzlarında farklılık olmaması ve bu dünya hayatının hiç bitmeyeceği gibi yaşamalarıdır. Bunun sebebini Hz. Peygamber (sa) hadisinde şöyle dile getirir: “İnsanda iki şey yaşlanmaz: Yaşama arzusu ve mal sevgisi”. Tirmizi
Aslında ölümsüzlük arzusunun arkasında insanın “insan” olmaktan çıkıp kendini başka bir varlığa, lahuti/müteal/aşkın bir varlığa dönüştürme çabası da söz konusu olabilir. Zira ölümsüz/ebedi/ baki olan sadece ve sadece Allah’tır. Bu vasıfların Ona özgü sıfatlar olduğu gerçeği göz önüne alındığında insanın ölümsüz olma arzusunun, bir yönüyle Allah’a öykünmek ve insan olmanın ötesine gitmek anlamı taşıdığı söylenebilir. Nitekim şeytanın cennette Âdem’i/insanı ayartmada kullandığı gerekçelerden birisi de “meleklik” gibi insan dışı diğer bir ifadeyle “insanüstü” bir varlığa dönüşme arzusudur.
“Derken şeytan, kendilerinden gizlenmiş olan avret yerlerini onlara açmak için kendilerine vesvese verdi ve dedi ki: "Rabbiniz size bu ağacı ancak, melek olmayasınız, ya da (cennette) ebedî kalacaklardan olmayasınız diye yasakladı.” 7 Araf, 20
Ölümsüzlük arzusu, insanın yüzleşmek zorunda olduğu önemli dini, teolojik, ontolojik, felsefî ve epistemolojik ve hatta tıp etiğine dair soruları beraberinde getirmektedir. Dolayısıyla ortada cevaplanması gereken pek çok soru/sorun olmasına rağmen, ölümü kendisinin ayrılmaz bir parçası gibi yanında taşıyan insan, “ölmeyen diri/Hayy olan” Allah’ın bildirdiği mutlak hakikat olan cevapların dışında bunlara ilişkin kalbi mutmain edici, sükûna erdirici ve kuşatıcı cevaplara sahip değildir ve hiçbir zaman da olamayacaktır. Ancak “yakine” erdiğinde yani öldüğünde ancak kesin bir bilgiyle yani ilim el-yakin, ayn el-yakin ve hakk el-yakin sorularının cevabını bulacak.
“Neredeyse cehennem öfkeden çatlayacaktır! Oraya her bir topluluk atıldıkça oranın bekçileri onlara, ‘Size bir uyarıcı gelmemiş miydi?’ diye sorarlar. Onlar da şöyle derler: ‘Evet, bize bir uyarıcı gelmişti. Fakat biz onu yalanlamış ve ‘Allah hiçbir şey indirmemiştir. Siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz' demiştik." 67 Mülk, 8,9
Esasen bu dünyada ölümsüz olma arzusu ve bu arzuya bağlı olarak ölümsüz olma çabası, göründüğü kadar masum değildir. İnsanlık tarihi kadar eski bu çabalar, fani/ölümlü ve geçici/acele olan bu dünyayı ebedi olan cennete öykünerek “cennetleştirme” ve böylece “ebedi kılma” anlamı taşımaktadır. Bu ise tam da insanlık için bir cinnet halidir. Nitekim günümüzde çok daha yoğun ve belirgin yaşanan bu cinnet haline işareten Kuran’da şöyle sorulur:
"Siz her yüksek yere bir alamet bina yapıp boş şeylerle eğleniyor musunuz? İçlerinde ebedî yaşama ümidiyle sağlam yapılar mı ediniyorsunuz?" 26 Şuara, 128, 129
Zımnen: yoksa sizler bu dünyada ölümsüzlüğü mü arıyorsunuz? Bunlarla kendinizi ebedîleştirmeye mi çalışıyorsunuz? Yoksa sizler cenneti unuttunuz da dünyayı cennetleştirme çabası içine mi girdiniz? Kendinizi ölümsüzleştirmeye mi çalışıyorsunuz? Bu çabalarınız ne böyle hiç ölmeyecekmiş gibi? Bu dünyada ne kadar kalacağınızı sanıyorsunuz?
Ölümsüzlük arzusunun gerçek ve fiili yansımalarından birisi insanın sahip olduğu mal ve servetin insanda oluşturduğu ruh halidir. Zira ölüm korkusu, kendini insanın sahip olduklarını kaybetme endişesine dayanır. Onun için insan ne kadar çok şeye sahip olursa kalıcılığını da o oranda elde edeceğini sanır. Kuran’da anlatılan Karun kıssası bunun en güzel örneğidir. Dünyevileşme olarak adlandırabileceğimiz bu hastalıklı ruh halini Allah, kuranda şöyle anlatır:
“Mal toplayan ve onu durmadan sayan, insanları arkadan çekiştiren, kaş göz işaretiyle alay eden her kişinin vay hâline! O, malının, kendisini ebedîleştirdiğini sanır.” 104 Hümeze, 1,2,3
Kuran, Yahudiler üzerinden insana farklı iddialarını ispata davet ederken ondan ölümü temenni etmesini ister. Bunu asla istemeyeceklerine vurgu yaptıktan sonra mutlak gerçeklik olarak ondan kaçılamayacağını belirterek son ve kesin noktayı koyar:
“De ki: "Sizin kendisinden kaçıp durduğunuz ölüm var ya, o mutlaka size ulaşacaktır. Sonra gaybı da, görünen âlemi de bilen Allah'a döndürüleceksiniz de, O size yapmakta olduklarınızı haber verecektir." 62 Cuma, 8