* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Ölümünü Unutanın, Hayatı Heba Olur  (Okunma sayısı 521 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Ölümünü Unutanın, Hayatı Heba Olur
« : Eylül 04, 2017, 08:38:09 ÖÖ »
Ölümünü Unutanın, Hayatı Heba Olur

İnsanın, yanlışını fark ettikten sonra onu düzelterek kendini bağışlaması, kendisiyle barışık yaşamasını sağlar.

Sözler Ahlâk Haline Gelmelidir:

Müslümanlar, ‘güzel ahlâk ve erdemin kemal noktası’ olan İslam’dan konuşmayı seviyor ve konuşuyorlar. Elbette bu, insan eğitiminin önemli bir parçasıdır. Sahabeye uygulanan eğitim yöntemi de buydu. Bu sebeple haftalık sohbetler, aylık istişareler, yıllık değerlendirmeler elbette önemlidir ve olmalıdır. Hatta insanlar bunları; kendileri, aileleri, toplumları, İslam milleti ve dünya adına da yapmalıdırlar.

Ancak iş artık öyle bir boyuta geldi ki konuşa konuşa sözleri de yoran insanlar ‘İşte hepsi bu.’demeye başladılar.

Bu hale gelmek sorunlu bir durumdur. Kadın ve erkek olarak tüm Müslümanların, konuşmayı dengeli bir noktada bırakıp asıl gayelerinin, konuşulan, önerilen, öğrenilen ne varsa ‘ahlâk’ haline getirmeleri yani yaşanmaları gerektiği gözden uzak tutulmamalıdır.

Yaramıza Neşteri Kendimiz Vurmak Zorundayız:

Ülke ve İslam Dünyası olarak Müslümanların en önemli sorununun ‘Müslüman olmak’ yani ‘İslam’ı temsil etmek’ olduğu herkesin malumudur. Tabi ki bunun için Müslümanlar, öncelikle İslam’ın ne olduğunu doğru bir şekilde bilmek zorundadırlar.

Bu süreçle birlikte her Müslüman, İslam’ın insanı inşa eden ahlâkî ölçülerini uygulamaya kendinden başlamalı; çabaları aile ocağı ve dış dünyaya doğru genişlemelidir. Karısının ve kızının tesettürüne verdiği önemi, kendisinin sabah namazına vermeyen bir kişinin bu çabası marazlıdır. Gelininin tesettürüne verdiği önemi, oğlunun namaz ve orucuna vermeyen kişinin bu çabası marazlıdır. Çocuklarına ad koyarken gösterdiği titizliği, zekât ve sadaka hayatında göstermeyenin bu titizliği marazlıdır. Bu eksik çabalara, ‘gösteriş ve desinler’ hastalığının bulaşması an meselesidir. Yani riyanın…

Doğru Sorumluluk Sıralaması Nasıl Olmalıdır?

Sorumluluk sıralamasının doğru yapılması gerektiği gibi, görev ve hak sıralamasının da doğru yapılması gereklidir. Yoksa kendisini çevresindekilere, sevgi ve hayranlık uyandıracak şekilde gösterip itibar görmeye yönelik tavır ve davranışların oluştuğu ortamlar oluşturmak, uzun vadede kimsenin bir işine yaramayacaktır.

Her insanda bulunması mümkün olabilen bu türlü maraz ve sorunların çözümü kolay ve açıktır:

Hiç kimse mevcut haliyle, en iyi değildir. Herkesin daha iyi olmak için bir çabası olmalıdır. Dünya hayatı zaten bunun için vardır, bu çaba bu hayatı anlamlı kılar.

Kendini süslü sözlerin gerisine gizlemek, sonuç itibariyle de asla güzel değildir. İnsan, evet, ne ise öyle görünmelidir ama daha iyi olma çabasını da elden bırakmamalıdır. Bu çabayı, insan, kendisine olan sevgisi sebebiyle de vermeli ve bu anlamda insan kendisini sevmelidir.

Her Müslüman, dünyada gönül azaplarında, ahirette cehennem azaplarında yakmayacak kadar kendisini sevmelidir. İnsan kendisini seviyorsa kendisine iyilik olacak şeyleri yapmakta da tembellik etmemelidir.

Yaratılış ve Dünya

‘İncelenmemiş bir hayat, yaşamaya değmez.’der Sokrates.

Dünya, insanın çok çalışma yeridir. Çünkü insan ‘arzın halifesi/imar ve ihya edicisi olarak’(Bakara: 30; Enam: 165; Yunus: 14; Fâtır: 39; Sad Sr: 26), yine ‘arzda’(Bakara: 30) ve ‘arzın çamurundan’(Enam: 2; Müminun: 12; Hicr: 26, 28) yaratılmıştır.

Bu husustaki bilgileri gözden geçirelim: İskenderiyeli Batlamyus’a (MS: 2. yy) göre Dünya evrenin merkeziydi ve diğer gezegenler dünyanın çevresinde dönmekteydiler. Bu bilgi tam 14 asır boyu kabul gördü.

16, 17,18. yy.larda Kopernik, Galileo, Kepler gibi bilginler, Dünya’nın Güneş’in gezegenlerinden biri olduğunu ispatladılar. Alman astronom Bessel, 1839’da Güneş ile yakınındaki Kuğu 61 yıldızı arasındaki mesafeyi ölçünce inanılması zor bir sonuç ortaya çıktı. 97 trilyon km.den daha fazla bir uzaklık. Bu mesafe bugün 11.3 ışık yılı olarak hesaplanmaktadır.

Edwin Hubble’ın 1929’daki keşfine göre sürekli genişleyen evren, Güneş Sistemini barındıran Samanyolu galaksisi dâhil 400 milyardan fazla galaksiden ve sayısız gök cisminden oluşuyor. Bu sayısız gök cismi, anlaşılmaz bir düzen ve denge içinde hareket halinde.

-Şu an itibariyle- bilim insanları, 1922 yılında Alexsander Friedman’ın ‘Big Bang’(Büyük Patlama) adlı teorisini, tam bir fikir birliğiyle kabul ederek akıl sınırlarını zorlayan bu evren için şöyle demektedirler: Evren, 10-20 milyar yıl önce ‘yoktan var edilmiştir.’

Böylece anladık ki ne ‘kendi kendine oluşum’ var ne de İskenderiyeli Batlamyus’un söylediği gibi Dünya, Evrenin merkezi. Ama evren içindeki tüm küçüklüğüne rağmen bu dünyada, insan hayatına elverişli bir ortam yaratılıyor. Sonra orada insan yaratılıyor.

İnsan, evrenin -bilinebilen kadarıyla bile- büyüklüğünü tahayyül etmeye çalışırken adeta ‘Rabbim, bu kadar büyük bir kâinat bizim için çok fazla’ diyecek hale geliyor. Kim bilir, belki de başka güneşlerde başka dünyalar ve yaratılmış başka kullar vardır.

Ölümden Sonrasına Yönelik Her Şey Ancak Bu Dünyada Yapılır:

Evrene göre dünyanın küçüklüğü ve bizim küçüklüğümüz; evrenin ömrüne göre bizim ömrümüzün kısalığı, insanı, yaratılış ve ömrü konusunda daha titizce tefekküre sevk etmelidir. Çünkü dünya hayatında, hem dünya ile ilgili hem de ahirete yönelik hedefi ve çabası olmayan kişinin kendisi de yok mesabesindedir.

Evet, bize haber verildiği gibi; ‘Biz, göğü, yeri ve ikisi arasındakileri boş yere yaratmadık.’(Sad:27) diye buyuran Rabbimiz, bu dünya ve kullarıyla da o kadar ilgili ki; şanına yakışan bu durumu bizimle, elbette bize örnek olsun ve atalete düşmeyelim diye paylaşıyor: ‘O, her gün/her an bir iştedir.’(Rahman: 29)

Ya sen her an ne iştesin, ey insanoğlu?

Ömrün boyunca anlamlı olan, Rabbin karşısında ‘Rabbim, ben dünya hayatımda hiç olmazsa şunu yaptım.’diyebileceğin ne var?

‘(Ölüm size geldiğinde) hangi hal üzereydiniz?’(Nisa: 97) sorusuna verilecek nasıl bir cevabın var? Yani şairin dediği gibi: “Sual: Ey veli, mümin nasıl olmalı söyle!/Cevap: Son anda nasıl olacaksa hep öyle.”(NFK) cevabını verebilmek mümkün mü?

Tabiinden Hasan-ı Basrî, insanın kendisini doğru değerlendirmesi babında, ‘Ne olduğunu görmek isteyen, kendini Kuran’a arz etsin.’diyor.

Sözün en güzeli, yine En Güzelin sözünde: ‘İnsanlar da develer gibidir; bazen yüz tanesini bir arada bulursunuz da binebilecek bir tane bulamayabilirsiniz.’(Müslim, F. Sahabe:232) Acaba biz hangi durumdayız?

Ahirete Hazırlık:

Bizlere deseler ki: ‘Birkaç gün ya da ay içinde öleceksin.’, neyin telaşına düşerdik? Ne yapardık? Ya da Allah’tan utanarak, ‘İnsanın en kıymetli sermayesi olan ömür bunlarla tüketilmemelidir.’ diyerek yaptıklarımızdan neleri terk ederdik.

Ahiretin hazırlığı bu dünyada yapılacak değil midir? Öyleyse dünya ve dünyalıklarla dengeli bir ilişki kurulmalı değil mi?

Sevgili Efendimiz, daha kendisi hayattayken, dünyaya sırt dönerek uzlete çekilmek isteyen sahabesine (Osman b. Mazun) izin vermiyor. Yani bizim inancımızda, uzlet itikâfla sınırlı; diğer ibadetler bir gayeye yönelik olarak belli zaman dilimlerinde olmalı.

İnancımızda, manastır benzeri yerlere çekilip toplumu terk ederek ve karşı cinsten uzaklaşarak ruhbanlaşmaya (Hadid:27) izin verilmemiş.

Sevgili Efendimiz düşük kıyafet giyinen bir sahabeye, ‘Malının eseri üzerinde görünsün.’(Ebu Davud, Libas: 17) buyurarak, dünya malına sırt dönüp bunu takva kabul etmeye izin vermiyor. Biz Müslümanlar, dünya üzerinde, dünya hayatında, ‘insanla, milletle, ümmetle, hayatla, devletle, siyasetle, edebiyatla, ilimle, filimle’ yani insanı ilgilendiren her şeyle, kimin hangisine ilgisi, istidadı varsa ona yönelerek ve bu esnada, İslam’ın öngördüğü ölçülerden asla şaşmadan bir hayat yaşamaya çalışmakla mükellefiz.

Bu esnada insan hatalar yapmayacak mıdır? Elbette yapacak.

‘İnsan’ kelimesine kök anlamı itibariyle verilen iki anlamdan birisi ‘kendisiyle ünsiyet/yakınlık kurulabilen’ diğeri ise ‘hata yapabilen’ demektir. Yani, insanın adı bile onu ele vermekte, bizler tüm çabamıza rağmen bu dünyada ismimizle müsemma bir hayat yaşamaktayız.

Zaten Efendimiz bunu bize haber veriyor: ‘Eğer siz günah işlemezseniz, Allah günah işleyen, sonra (yanlışının farkına varıp) bağışlanma isteğiyle istiğfar eden kullar yaratır.’(Müslim, Tevbe, 9, 10, 11) Neden mi? Başka türlü Rabbimizin ‘Afüvv, Gafur, Gaffar’ isimlerinin tecellisi nerede vücut bulacaktı?

İnsan Neden Yaşıyor:

İnsan, dünyada bir görevi olduğunu unutmamalıdır. ‘Beni neden yarattın?’ sorusuna Rabbinin verdiği ‘O ki hanginizin daha güzel davranacağını sınamak için ölümü ve hayatı yaratmıştır.’(Mülk: 2) cevabı üzerinde ciddiyetle düşünmeli, bu ölçünün hayatındaki yerinin ne olduğunu kendisine sormalıdır.

İnsan kendisine ‘Ben ne için yaşıyorum?’sorusunu sormaktan da vazgeçmemelidir. Bu soruya, başkaları tarafından verilmiş cevapları, hiç kimse kendisi için kâfi görmemelidir çünkü her insanın yaratılışı da şartları da diğerlerinden farklıdır.

İnsan en azından dünya hayatında kendi izzetini muhafaza için çalışmalı, gayret içinde olmalıdır. Efendimiz şöyle buyurmuş: ‘Şüphesiz Allah size amel etmeyi farz kılmıştır. O halde amel ediniz.’(Camiu’s-Sağir, 1011)

Hz. Ali Efendimiz de oğluna şöyle nasihat ediyor: ‘Oğulcuğum! Yoksul düşmenden korkarım; yoksulluktan Allah’a sığın çünkü yoksulluk dini noksanlaştırır, aklı şaşırtır, dostluğu giderir.’(Nehcul Belağa)

Tedbirde Kusur Eden, Takdire Bühtan Eder:

İnsan kendisini, gaflet ve dalalet içinde, yanlış takva bilgileri kuşatılmışlığında asla tembelliğin koynuna, miskinliğin uyuzlaştıran döşeğine bırakmamalıdır. Kendisini seviyorsa bunu yapmamalıdır. Yoksa Ferit Kam’ın tespiti olan şu durum yaşanır: ‘Kullar: Dur bakalım Allah ne gösterecek?(derken) O da: Bakalım kullarım ne yapacak.’diyor.’

Evet, Âlemlerin Rabbi, kullarının, bu dünya üzerinde olmakta olan, yaşanan, bilgileri dâhiline giren her durumla alakalı tavırlarına, ‘Bakalım kullarım ne yapacak?’ diyerek bakıyor. Sevgili Efendimiz şöyle buyurmuş:

‘Ümmetim hakkında en çok şu özelliklerden korkuyorum: Şişmanlık, uykuya düşkünlük, tembellik ve iman zayıflığı.’(Cabir b. Abdullah ra. dan, Darekutni, Sünen)

Sosyal hayatı ihmal, ihmal edilen her durumun kötü bir şekilde tüm toplumu kuşatması süreciyle yoluna devam eder. ‘İçinde kötülükler işlenen bir toplum, bu kötülükleri engelleyecek güçte olduğu halde seyirci kalır, müdahale etmezse Allah’ın hepsini saran umumî bir bela göndermesi yakındır.’(Ebu Davud, 4338) Sonra insanlar, ‘Neden bunlar oluyor?’ sorularına bir cevap aramaya başlarlar. Cevap: Tedbirde kusur eden, takdire bühtan eder.

Ölümü Unutmadan Yaşamak:

‘Orada duruyorlar ve gülüyorlar; beni anlamıyorlar ve ben, bu kulaklara uyan ağız değilim, dedi.’(Böyle Buyurdu Zerdüşt, F. W. Nietzsche) İşte herkes bazen bu durumu yaşıyor. Bazı sözler, bu kadere mahkûm oluyor. Değerli ağızlar, değerli sözleri söylüyor ancak onları anlayacak değerli kulaklar nerde?

İnsanı hizaya getirmesi gereken bir gerçek olan ölüm, ne kadar da büyük bir nasihatçi… Ama nedense çoğumuz onu duymaya yanaşmıyoruz.

Çoğumuz güzel kokulu çiçekler ve serin gölgeli ağaçlar altında, bülbül sesleri arasında serin bir esintiyle dolaştığımız bir hayat yaşadığını düşünüyor. İşte bu sebeple tüm şikâyetlere ve zorluklara rağmen hayat, pek çok kişi için ölüm bilinmezi(?) karşısında daha cazip oluyor. İşte bu sebepten insan, sanal bülbül sesleri karşısında, ölümü hatırlatan her şeyi, viranelerde tüneyen baykuş sesi gibi soğuk ve çirkin buluyor.

Ölümün kötü olduğunu nereden biliyoruz? Hiç ölmedik ki…

Helâk şartlarını yaşayan kavmine, vahyi hatırlatan ancak sözü dinlenmediği gibi kavmi tarafından öldürülen bir garip müminin ölümünden sonraki durumu Kitabımızda şöyle haber veriliyor: ‘(Ona) Cennete gir, denildi. O da: Keşke kavmim bilseydi, Rabbimin beni bağışladığını ve beni ikrama lâyık kimselerden kıldığını…’(Yasin:26,27) Ve kavmi onun ardından helâk ediliyor.

Şimdi düşününüz; geri dönüşü olmayan bir yolculuğa hemen çıkacak olsanız; çocuklarınızı, eşinizi kime emanet ederdiniz; eviniz-arabanızla ilgili ne düşünürdünüz; işiniz-mal varlığınız hakkında kararınız ne olurdu; dolabınızda durmakta olan özel günlere ait giyeceklerinizi için ne düşünürdünüz?

İnsan cehaletinin ve acziyetinin ne zaman farkına varacak? İnsan ölümlü olduğunu ne zaman hatırlayacak? İnsan ölümün hep başkalarının başına gelen bir şey olmadığını, salâların hep başkası için okunmayacağını ne zaman anlayacak?

Ey insan öleceksin! Çünkü zaten ‘Her canlı ölümü tatmaktadır.’(Ali İmran: 185) Değilsen saçlarındaki akların anlamı ne?

Selam ve dua ile.

Ayten Durmuş

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]