Oruç Büyütür
Müslüman bir âilede çocuk ilk büyüme temrînini oruç üzerinden gerçekleştirir desek yanlış olmaz zannederim. Hangimiz dünyâyı yeni yeni tanımaya başladığımız o merâklı yaşlarımızda Ramazan diye bir ayın gelmesiyle birlikte evde tatlı bir telâş yaşandığını, her şeyin bize açılmadığını ama esrârengîz bir şeylerin döndüğünü, o gün eve her zaman yiyemediğimiz yiyecekler alındığını, annemizin, ablalarımızın her günkünden farklı yemekler yapmaya çalıştığını fark etmemişizdir?
Evde farklı ve tatlı bir heyecân, telâş sürerken; o her gün yiyemediğimiz yemeklerin buğusu tüterken… bir şey daha fark ederdik: O güzel yemeklere belli bir vakit-saat gelmeden el sürülmediğini, bir lokmasının bile ağza konulmadığını… Çocuk aklımızla önceleri buna bir mânâ veremez, bu kadar güzel yemeklere dokundurtmayan büyüyü merâk eder dururduk. Öyle ya, yemek, yemek için yapılır ama niye onu istediğimiz zamanda yiyemiyorduk?
Biraz daha büyüyünce o güzelim yemeklerle zaman arasındaki münâsebeti keşfederdik. Evet, yemekler, şerbetler, hoşaflar yapılacak, salatalar hazırlanacak ama bir lokma bile yenmeyecek. Akşam namazı vakti yaklaşırken yer sofraları kurulacak, âilecek sofra başına dizileceğiz ama yemeyeceğiz, bekleyeceğiz. Ne zaman ki bir top gürlemesi eşliğinde bütün minârelerden akşam ezânları okunmaya başlandı, o zaman önce âilenin bir büyüğü bütün Müslümanların iyiliği için, milletimizin ve devletimizin selâmeti için, âile fertlerinin de sağlık ve saâdeti için duâ edecek, ancak ondan sonra eller sofraya gidebilecek. Önce varsa mübârek hurmaya ve suya uzanılacak ve besmelelerle gün boyu yasak olan yeme içme serbestîsi başlayacak.
Bütün bunlar yapılırken çocuklar yeme içme yasağından uzak tutulacak. Çocuk, ancak büyüklerin oynayabildiği, kendisinin titizlikle uzak tutulduğu bu oyunu çok merâk eder. Ve her çocuk büyümek ister.
Büyüklükle, bu, gün boyu açlığa dayanma arasında bir münâsebet kurmaya başlar. Öyle ya kendinin uzak tutulmasının sebebi çocuk olmasıdır ve bu zahmetli işi ancak büyükler başarabilir… Gerçekten oruç bir başarı hikâyesidir aslında. Çocuk da büyüdüğünü ispatlamak, kendisinin de büyüklere has bu zor işi başarabileceğini göstermek ister. Yani aslında “büyümek” ister. Bu sebeple çocukların “Beni niye sahura kaldırmadınız?” sitem ve sızlanmalarının yaşanmadığı bir Müslüman evi yoktur. Oruç, çocuğun büyüdüğünü gösterebileceği bir irâde imtihânıdır. Her Müslüman âile çocuğu, büyüdüğünü ilk önce oruç üzerinden ispatlar.
Müslüman âileler de yüzyılların tecrübesi ile çocuğu birdenbire kocaman bir günlük oruçla yüzleştirmezler.
Başaramazsa çocuğun irâde tâlîminde bir kırılma yaşanacağından korkarlar. Bu yüzden önce “çakal orucu” denilen (tekne orucu diyen de vardır) daha kısa zamanlı bir denemeyle çocuk oruç yolculuğuna çıkar.
Çakal orucu, umûmiyetle öğleye kadar sürer. Öğleye kadar bir şey yiyip içmeyecek, öğleyin bir şeyler atıştırıp bu defâ akşama kadar yiyip içmeyecek. Bu, güzel bir zorluğa alıştırma usûlüdür. Çocuk başarının bu kadarı ile de mutlu olacaktır. Böylece “büyüklük”e bir adım atmış sayılacaktır. Çakal orucunda elde ettiği başarıya gelen takdîrler, tebrîkler, âferînler çocuğu tam günlük oruca da isteklendirecek ve orada da başarmasını sağlayacaktır. Çakal orucunda bile yaşanan tatlı kazâlar yıllarca âile içinde anlatılacak ve âile mutluluğunun mühim bir varlığı hâline gelecektir. Bâzı çocukların çakal orucu basamağına takılmadan doğrudan tam oruca başladığı da az görülen bir hâdise değildir. Böylece çocuk cümle âleme büyüdüğünü ispatlamış, irâde zaferinin bayrağını top tepesine dikmiş olacaktır. Gerçekten o günden sonra çocuk âilede ve yakın çevresinde farklı bir mevkîye yükselmiş gibi olur ve öylece muâmele görür.
Biz oruçla büyürüz. Müslüman âilesinde ve mahallesinde çocuk oruçla büyüklüğe adım atar, oruçla “adam” olur. Büyüklerimizin büyüklüğünü oruç tutmaları ile hisseder, küçüklerimizin büyüdüğünü oruç tutmaları ile kabûlleniriz.
Oruçla dünyâyı ve âhireti keşfeder, oruçla kendimizi tanırız. Acziyetimizi de kuvvetimizi de bize gösteren oruçtur. Oruç nîmetini veren Allah’ımıza şükürler olsun. Oruç olmasaydı kulluğumuzu da idrâk edemeyecektik belki de.
Oruç, nefsimizin pespâye istekleri karşısında teslîm bayrağı çekmememizi sağlayarak bizi büyütür. Oruç tutan kişi irâdesinin nefsten büyük olduğunu görür ve kendinde bir güven duyar.
Oruç, şeytânın iğvâları karşısında insanı büyütür ve şeytânı âciz bırakır. Çünkü oruç tutan insanı en zor imtihân olan açlık ve susuzluk bile yenememiştir.
Oruç, en büyük zaaflarından olan para karşısında da insanı büyütür. Şart olmamakla birlikte daha fazla sevâp ümîdiyle Müslümanlar zekât ve sadakalarını umûmiyetle Ramazan ayında verirler. O en sevilen nesneyi Allah rızâsı için kendilerinden koparıp atarlar ve mallarını temizlerler; büyürler…
Oruç, ümmeti, İslâm âlemini büyütür. Fakîrin, düşkünün, hastanın, garîbânın en çok fark edildiği zaman dilimi Ramazan’dır. Bu büyük tesânüd ve yardımlaşma Müslümanlar arasında bir gönül birliği ve ümmet şuûru meydâna getirir. Ramazan’da İslâm dünyâsı bir “oruç coğrafyası” olur çıkar.
Oruç, küfür karşısında Müslümanları büyütür. Beşerin en temel zaafı olan yeme içme karşısında direnebilen Müslümanın direnemeyeceği bir küfür saldırısı yoktur. Oruç, bu bakımdan stratejik bir irâde tâlîmidir.
Ve oruç, Allah indinde de insanı büyütür. Bu yüzden oruçlunun açlıktan gelen ağız kokusu Allah için misk kokusundan hoştur ve oruca vereceği sevâbın miktârını Allah kendine saklamıştır.