Oruç Bize Ne Vadediyor
“Âdemoğlunun her ameli katlanır; iyilikler on katından yedi yüz katına kadar katlanır. Allah Tealâ buyurdu ki: Oruç bunun dışındadır. O benim içindir ve onun mükâfatını ben vereceğim. Çünkü yemesini ve arzularını benim rızam için terk etmektedir. Oruçlu için iki sevinç vardır: İftar ettiğinde bir sevinç, Rabbine kavuştuğunda bir sevinç! Oruçlu kişinin ağız kokusu, Allah Tealâ katında miskten daha hoştur. Oruç kalkandır, oruç kalkandır!” (Hadis-i şerif)
Ali Kaya HADİS
Oruç İslâm’ın temelini oluşturan ibadetlerden biridir. Yüce Rabbimiz Kur’an-ı Kerim’de orucun müminlere farz kılındığı bildirilmiş, Rasul-i Ekrem s.a.v. de İslâm binasının beş temel esasından birinin Ramazan orucu olduğunu beyan buyurmuştur.
Öncelikle her mümin, üzerine farz kılınmış olan ibadetleri Cenab-ı Hak emir buyurduğu ve Rasul-i Ekrem s.a.v. öyle öğrettiği için yerine getirmeye çalışır. Bununla birlikte bizlere emir buyrulan ibadetlerin dünya ve ahirete dönük faydaları, kazanımları ve hikmetlerine dair bazen yüce kitabımız Kur’an-ı Kerim’de, bazen de hadis-i şeriflerde açıklamalar bulabilmekteyiz.
Ramazan-ı şerif ayında bulunmamız münasebetiyle, Rasul-i Ekrem s.a.v.’den nakledilen hadis-i şerifler ışığında oruç, onun mahiyeti, müminlere dünya ve ahirete dönük sağladığı kazanımlar hakkında bilgiler sunmaya çalışacağız.
Oruçluya vaat edilenler
Oruç ibadetinin kıymetini, faziletini mümin için sağladığı faydaları anlatan, Ebu Hüreyre r.a.’ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte Rasulullah s.a.v. şöyle buyurmuştur:
“Âdemoğlunun her ameli katlanır; iyilikler on katından yedi yüz katına kadar katlanır. Allah Tealâ buyurdu ki: Oruç bunun dışındadır. O benim içindir ve onun mükâfatını ben vereceğim. Çünkü yemesini ve arzularını benim rızam için terk etmektedir. Oruçlu için iki sevinç vardır: İftar ettiğinde bir sevinç, Rabbine kavuştuğunda bir sevinç! Oruçlu kişinin ağız kokusu, Allah Tealâ katında miskten daha hoştur. Oruç kalkandır, oruç kalkandır!” (Buhârî, Savm 9, Tevhîd 35; Müslim, Sıyâm 161, 163, 164; İbn Mâce, Sıyâm 1; Tirmizî, Savm 55)
Her müslümanın üzerine farz olan oruç ibadetinin, müminlere neler kazandırdığı, dünya ve ahirette vaat edilen mükâfatların neler olduğu, bunu elde etmek için nelerin gerektiğini özlü biçimde anlatan bu hadis-i şerifi daha yakından tanıyıp anlamaya çalışalım.
Âdemoğlunun işlediği her sâlih amelinin on katından yedi yüz katına kadar katlanarak mükâfatlandırılacağını hadis-i şerif açık biçimde haber vermektedir. Her iyiliğin en azından on katıyla mükâfatlandırılacağını; “Kim bir iyilikle gelirse, ona on katı mükâfat vardır” (En‘âm 160) ayet-i kerimesi bize müjdelemektedir.
Bu iyiliğin yedi yüz katına kadar katlanacağını, Allah Tealâ’nın dilediği kimseler için bunu daha da artırabileceğini şu ayet-i kerimeden anlamaktayız: “Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başakta yüz tane bulunan bir tohum gibidir. Allah, dilediğine kat kat verir.” (Bakara 261)
Mümin kulun işlediği sâlih amellere verileceği bildirilen bu büyük ve hesaba gelmeyecek derecedeki mükâfatlardan, bir amel istisna tutulmuş ve Allah Tealâ tarafından özel olarak ödüllendirileceği bildirilmiştir. İşte bu özel ödüle layık görülen amel, mümin kulun tuttuğu oruç olmaktadır. Orucun mükâfatı yedi yüz kat ve hatta bu miktarın çok üstündedir. (İbn Melek, Şerhu’l-Mesâbîh, 2/505)
Orucun Allah için olmasının anlamı
Burada akla şöyle bir soru gelebilir: “Allah’ın rızası gözetilerek yapılan bütün amellerin, O’nun için yapıldığı ve yine O’nun tarafından mükâfatlandırılacağı bilindiğine göre, ‘oruç benim içindir, onun karşılığını ben vereceğim’ sözünün anlamı nedir?”
Bu soruya şöyle cevap verilebilir:
Oruç tutan kişiden, söz ve eylem olarak, oruç tuttuğuna delalet edecek herhangi bir şey görülmez. Çünkü oruç, onu gerçekleştiren kişinin içinde bulunan niyetten ibarettir ve Allah’tan başka onu hiç kimse bilemez. Bilinemediği için de amelleri yazmakla görevli melekler tarafından, oruç tutan kişinin zikir, namaz, sadaka ve diğer amelleri gibi kayda geçirilemez. Zira dinin tarifine ve ölçülerine göre oruç, insanın yiyip içmeyi terk etmesinden ibaret değildir, yani yemeyi içmeyi bırakan her insan, bununla Allah’ın rızasını niyet etmediği takdirde oruçlu sayılmaz. Dinin belirlediği esaslara göre oruçlu olabilmek için, mutlaka bir farz ibadeti ya da nafileyi yerine getirmeye niyet etmiş olması gerekir. Bu şartları yerine getirmeyen kişi, yiyip içmeyi terk etse bile oruçlu sayılmaz. İşte bundan dolayı denilmiştir ki, kişinin tuttuğu oruca yazıcı melekler muttali olamaz ve kayda geçiremezler. Fakat onu Allah Tealâ bilir ve dilediği kadar katlayarak ona mükâfatını verir. (İbn Abdilber, et-Temhîd, 19/60)
Bütün ibadetler Allah için olmakla birlikte, orucun istisna kılınmasının bir anlamı da şu olabilir: Oruç ibadetiyle Allah Tealâ dışında hiçbir varlığa kulluk edilmemiştir. Putperestler ve müşriklerden hiç kimse kendi tanrılarına oruç tutmak suretiyle ibadet etmemişlerdir. Müşrikler putlarına secde etmişler, kurbanlar kesmişler ancak onlar için oruç tutmamışlardır. Bu yönüyle de oruç ibadeti sırf Allah Tealâ için yerine getirilen bir ibadet olmaktadır. (Aynî, Umdetü’l-Kârî, 25/158)
Şeyh Kelâbâzî rh.a. şöyle der: “Allah Tealâ’nın orucu kendisine nispet etmesi, onun riya ve yapmacık tavırlardan uzak olduğu için olmalıdır. Çünkü oruç ibadeti, neredeyse tamamen insanların nazarından uzak olduğundan ona riya bulaşması imkansız gibidir. Ayrıca, oruçlu hakkında kullanılan ‘yemek yemez’ ifadesi; kulun Allah Tealâ’ya ait ‘Samed’ sıfatına benzer vasfa bürünmesi anlamına işarettir. Çünkü ayet-i kerimede; ‘O, yedirir ama kendisi yedirilmez!’ (En‘âm 4) buyurmaktadır. Elbette bu ilahî nitelikten kulun payı bir beşerin durumu nispetincedir. Bu sıfat kâmil manada sadece Allah Tealâ’ya aittir. Bu durum tıpkı ilim, cömertlik ve merhamet gibi sıfatlara bir beşerin sahip olabileceği ölçülerde insanların sahip olmalarına benzer. Ama bu sıfatlara kâmil olarak yegâne hak sahibi, Âlemlerin Rabbi olan Hak Tealâ’dır. Hal böyle olunca, oruç ibadetinin özel olarak O’nun nefsine izafe edilmesi caizdir.
Hadis-i şerifte, ‘Onun mükâfatını ben vereceğim!’ buyrulmuştur. Bu cümle, oruç ibadetinin kadrinin yüceliğine ve ona verilecek mükâfatın hadsiz ve hesapsız olduğuna işarettir. Cenab-ı Hakk’ın bir ibadete verilecek mükâfatı kendi zatına nispet etmesi, yapılan ibadetin de büyüklüğünü ve önemini gösterir. Bu aynı zamanda, oruca verilecek karşılığın o ibadetin yapılmasından dolayı hak edilen bir karşılık değil, Rabbimiz’in cömertliğini gösteren bir mükâfat olacağını ifade eder.
Sanki Hak Tealâ şöyle demiş gibidir: ‘Sen, sana ait olmayan bir sıfata bürünerek yemeyi içmeyi terk ettin. Aslında bu bana ait bir sıfattır, çünkü bir şey yemeyen benim. Fakat sen, benim rızamı kazanmak için kendini sıkıntı ve meşakkate soktun, benim için yemeni ve içmeni terk ettin. Ben de bana yaraşır biçimde mükâfat vereceğim.’
Şerif Ebü’l-Hasan el-Hemedânî şöyle demiştir: ‘Allah Tealâ, düşmanın ifsadından sâlim olması için orucu kendine tahsis etmiştir. Çünkü Allah için işlenen her amelden kıyamet gününde hasımlar payını alırlar. Hasımlar müminin amelinden haklarını alıp o kişinin hiç ameli kalmayınca, Allah Tealâ onun oruç defterini çıkartır; oruç kul için değil yalnızca Allah Tealâ içindir. Bundan dolayı oruç için rubûbiyetine uygun biçimde ona hak ettiği mükâfatı verir. Çünkü O’nun vereceği sevap da kadrine ve yüceliğine göredir.’ (Kelâbâzî, Bahrü’l-Fevâid, 1/180-181)
Oruçlunun iki sevinci
“Oruçlu için iki sevinç vardır; iftar ettiğinde bir sevinç…” İftar sırasındaki sevinçle, yiyip içmeyi terk ettikten sonra açlığını giderecek nimetlere kavuşmuş olmanın yanında, orucu tamamlayabilmenin sevinci kastedilmiş olabilir. Oruç tutan kişi başa gelebilecek ölüm, hastalık gibi sebeplerle orucunu yarıda kesmek zorunda kalmayıp tamamlamış olmanın sevincini yaşamaktadır. Ya da sırf Allah için olan bir ameli tamamlamış olmanın sevincini duymaktadır. Çünkü oruç hakkındaki hükmü Allah Tealâ vermiş; “Oruç benim içindir!” buyurmuştur.
Anlaşılıyor ki burada bahis konusu edilen iftar anındaki sevinç, kişilerin sahip olduğu ihlâs, makam ve dereceye göre farklılık gösterir.