Salihlerin Orucu
Kendisinde, Kur’ân-ı Kerim’in nazil olmaya başladığı, cennet kapılarının açılıp, cehennem kapılarının kapatıldığı, şeytanların zincire vurulduğu, içinde bin aydan daha hayırlı olan Kadir Gecesi’nin bulunduğu, evveli rahmet, ortası mağfiret, sonu cehennem azabından kurtuluş olan Ramazan-ı Şerif’e çok şükür bir kez daha kavuştuk. Bu ay, aynı zamanda İslam’ın beş temel esasından birisi olan oruç tutmanın farz olduğu aydır. Tabii oruç tutmanın bir takım fıkhi hükümleri vardır. Ama İmam Gazali Hazretleri yalnızca yeme, içme ve cinsî münasebetten uzak durmakla yerine getirilen orucu “avamın orucu” olarak nitelemektedir. Bu orucu tutanlar her ne kadar farz görevini yerine getirmiş olsalar da diğer haramlardan kaçınmadıkları sürece yanlarına sevap namına bir şey kalmaz. Ancak bu şartlara ilaveten kulak, göz, dil, el, ayak ve diğer azaları da günah işlemekten uzak tutarak yerine getirilen oruç sevap defterinde yer alır. Bu da “salihlerin orucu”dur. İmam Gazali salihlerin orucunu altı maddede şöyle anlatmaktadır:
Gözü korumak
Gözü bakılması haram olan şeylerden korumak, kalbi meşgul eden ve Allah’ın zikrinden alıkoyan şeylere bakmamak gerekir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Her haram bakış, lanetlenmiş şeytanın zehirli oklarından bir oktur. Kim Allah’tan korkarak onu terk ederse, o kuluna kalbinde tatlılığı beliren bir iman ihsan eder” (M. Kebîr, 10, 175). “Beş şey vardır ki oruçlunun orucunu bozar (sevabını azaltır) yalan, gıybet, nemime (kovuculuk) yalan yere yemin etmek, şehvetle bakmak” (Müsnedü’l-Firdevs, 2, 197).
Dili Korumak
Dilini yalan, gıybet, söz taşıma, çirkin konuşma, kavga üslubu ve riya ile konuşmaktan korumak, dili susmaya zorlamak, Allah Teala’yı zikir ve Kur’an-ı Kerim tilavetiyle meşgul etmektir. Bu ise, dilin orucudur.
Resûlullah (s.a.v.) buyurmuştur: “Oruç, mümin için kalkandır. O halde herhangi biriniz oruçlu ise, çirkin bir söz konuşmasın. Eğer bir kişi kendisiyle kavga etmeye kalkışırsa ona: ‘Ben oruçluyum, ben oruçluyum’ desin” (Buhârî, 1894; Müslim, 1150).
Kulağı Korumak
Kulağı, her nahoş şeyi dinlemekten alıkoymak gerekir. Çünkü söylenmesi haram olan bir şeyin dinlenmesi de haramdır. Bunun için Yüce Allah, gıybeti dinleyen ile haram yiyeni eşit tutmuş ve: “Hep yalana kulak verir, durmadan haram yerler” (Mâide, 42) buyurmuştur.
Gıybet edilen ortamda suskun kalmak da haramdır. Çünkü Resûlüllah (s.a.v.): “Gıybet edenle onu dinleyen, günahta ortaktır” buyurmuştur. (Hilyetü’l-Evliyâ, 4, 93)
Diğer Azaları Korumak
El, ayak gibi diğer azaları da günahtan alıkoymaktır. Oruç tutup da haram ile iftar edenin orucu hiçbir fayda vermez. Böyle bir oruçlunun durumu tıpkı bir köşk bina edip, bir şehri yıkanın durumuna benzer. Nitekim Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur:
“Nice oruç tutanlar vardır ki orucundan sadece açlık ve susuzluk elde eder” (İbni Mâce, 1690).
İftarda Az Yemek
Haram, dini yıkan bir zehirdir. Helâl ise, azı fayda, çoğu zarar veren bir ilaçtır. Oruçtan gaye, helâl de olsa yemeyi azaltarak, mideyi aç bırakarak, şehevi arzuları kırmak ve böylece nefsi, takvaya alıştırmaktır.
Bu, orucun başta gelen hedefidir. Fakat mide sabahtan akşama kadar aç bırakılır, tam akşam zamanı yemeğe karşı isteği kabardığında, ona lezzetli yemekler yedirilip doldurulursa, onun iştahı daha da fazlalaşır ve kuvveti daha da artar. O zaman öyle şehvetler baş gösterir ki şayet nefis eski âdetlerinde bırakılıp oruç vesilesiyle bu kadar çeşitli yemeklerle beslenmeseydi, daha sakin olurdu. Orucun ruhu ve özü, şeytanın elinde şerlere sevk etmek için vesile olan nefsin kuvvetlerini kırmaktır. Bu ise, ancak iftar zamanında az yemekle sağlanır.
Kalbin Korku ile Ümit Arasında Olması
Oruçlunun kalbi iftardan sonra korku ve ümit arasında ve muzdarip olması lazımdır. Çünkü orucun kabul edilip kendisini Allah’a yakın olanlardan veya orucunun kabul edilmemesi sebebiyle Allah’ın gazabına maruz kalanlardan olup olmadığını kestirmemektir. Esasen her ibadetin sonunda da böyle olmak lazımdır.
“Oruç emanettir, herhangi biriniz Allah’ın kendisine teslim ettiği emaneti korusun” (Taberânî, M. Kebîr, 10).