* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Fatih Sultan Mehmed'in Başarısındaki Sır  (Okunma sayısı 89 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 2153
Fatih Sultan Mehmed'in Başarısındaki Sır
« : Aralık 16, 2024, 08:53:17 ÖÖ »


Fatih Sultan Mehmed'in Başarısındaki Sır

Çağ açıp çağ kapayan bir Osmanlı Sultanı... Henüz 21 yaşında… Daha önce defalarca kuşatılıp alınamayan Bizans’ın başkenti İstanbul’u fethetti. Nasıl oldu da bu kadar genç bir padişah bu kadar büyük bir işi başardı? Onda Allah vergisi hasletler mi vardı yoksa içinde bulunduğu şartlar mı onu bu noktaya taşıdı?

Acaba bu meraklı sorunun cevabı, devletin henüz yarım asır önce Orta Asya’dan kopup gelen bir istilacının elinde tarumar olmasından, uzun süre taht mücadeleleriyle boğuşmasından sonra 1413’te hâkimiyeti ele geçiren dedesinin adını taşımasında mı gizliydi?

Yoksa kendinden daha genç yaşta, henüz 17’sinde (veya 19’unda) iken Osmanlı tahtını devralan babası II. Murad’ın başarılarından mı ilham almıştı?

Yoksa bu başarının ardındaki asıl sebep Osmanlı eğitim sisteminde mi gizliydi?

Çağ kapatıp çağ açan bir kişiyi tanıyabilmek için onun çocukluğundan itibaren hayatının bilinmesi oldukça önemlidir. Böyle kişilerin başarılarının arkasında zekâlarının yanı sıra bilgi ve birikimlerinin yattığı tartışılmaz. Ayrıca gelişim dönemlerinin, sevgilerinin, aşklarının, karşılaştıkları olumsuzlukların, beklentilerinin, hayal kırıklıklarının, öfkelerinin, kinlerinin ve elbette annelerinin, babalarının ve çevrelerinin onlara biçmeye çalıştığı kişilik ve kimlik algılamasının, kısacası her türlü bilinçli ve bilinç dışı duygu ve düşüncenin önemi de onların başarılarını etkileyen diğer unsurlardır.

“ANNE” FİGÜRÜ

O, eski payitaht Edirne’de dünyaya gelmiştir (1432). Psikanalistler, bebeklik ve ilk çocukluk dönemlerinde annenin vermiş olduğu eğitimin ve çocuğunda oluşturduğu kişiliğin ileriki yaşlardaki önemine dikkat çekmişlerdir. Ama tarihçiler buna eğilmek yerine daha çok Fatih’in annesinin etnik kökenini aydınlatmaya yoğunlaşmış ve tabir yerindeyse onun oğlunu nasıl yetiştirdiğini ve hayata nasıl hazırladığını ihmal etmişlerdir.

Annesi bazılarına göre Kastamonu-Sinop beyi İsfendiyaroğlu İbrahim Bey’in kızıdır, diğerlerine göre gayr-i Müslim bir ailenin çocuğudur.

Fakat annesinin ismi bile sanki geleceğin Fatih’ini müjdelemektedir: Hatice Âlime Hüma Hatun!.. Hz. Hatice’yi anlatmaya ne hacet! Âlime kelimesi malum “kadın bilgin” anlamına gelir. Hüma ise efsaneye göre üzerinden geçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan bir kuştur. Bu kuşun dünyada yavrularına karşı en merhametli kuş olduğuna inanıldığından Osmanlı müesseselerine de bundan türeyen “Hümayun” kelimesi ilâve edilmiştir. (Saray-ı Hümayun, Divan-ı Hümayun vb.)

Annesi Hatice Âlime Hüma Hatun’un oğlunun hayatında önemli bir yeri olmalıdır. Çünkü Fatih, annesinin ölümüne kadar (1449), yaklaşık on yedi/on sekiz yaşına değin Amasya, Edirne ve Manisa’da çocukluğunu ve gençliğini onunla birlikte geçirmiştir. Ne yazık ki bu dönemde onun annesiyle olan ilişkisinin ayrıntıları bilinmemektedir. Fakat oğlu, Hüma Hatun’un kıymetlisiydi. Türbesinin mezar taşına da kendi adı değil, “Sultan Mehmet Çelebi’nin Annesi” yazılmıştır.

Bu mezar taşı yazısı, Arif Nihat Asya’nın “anne” şiirindeki imgeleri çağrıştırmaktadır: Artık isterlerse adımı/Söylemesinler bana/"Onun annesi" diyorlar…/Bu yeter sevgilim, bu yeter bana!

Muhtemelen tarihe muazzam bir hatıra bırakmış olmanın huzur ve sükûnuyla haşri beklemekte olan Fatih'in annesi, sevgili eşi II. Murad ve oğlu II. Mehmed’in ebesi Gülbahar Hâtun’la toplam on iki türbenin olduğu Bursa’daki Muradiye külliyesinde Hüma Hatun veya Hatuniye Kümbedi’nde  yatmaktadır.

Şehzade Mehmet doğduktan sonra bakımını Daye Hatun adlı dadısı üstlenmiştir.

Ayrıca, saygısından dolayı “validem” diye hitap ettiği II. Murat’ın eşi ve üvey annesi Sırp kralı George Brankoviç’in kızı Mara Hatun’un da Fatih üzerinde birtakım etkiler bıraktığı tahmin edilmekle birlikte bunlar da tam bilinmemektedir.

EĞİTİM ÖĞRETİME BESMELEYLE VE ‘RABBİ YESSİR’LE BAŞLAMIŞTI

Osmanlı saraylarında Şehzadegân Mektebi denilen bir eğitim kurumu vardı. Buralar padişah çocuklarının öğrenim gördüğü yerlerdi.

Halk çocuklarının eğitim gördüğü Sıbyan mekteplerinde olduğu gibi burada da Kur’an okutulur, namaz sureleri ezberletilir, ilmihal bilgileri öğretilir, okuma talimleri yapılır ve yazı meşk ettirilirdi.

Hanedan mensubu kızlarla erkekler bir arada eğitim görürlerdi. Çünkü buraya yalnız padişah çocukları devam ettiği için zaten kardeştiler ve aralarında kaçgöçe gerek duyulmazdı.

Mektepte rahleler, minderler, şehzadelerin el yıkadıkları musluklar, su içtikleri küpler… vardı. Odanın duvarları ve tavanı sanatkârane bir şekilde işlenmiş olurdu ki bu, belki de onlarda küçük yaştan itibaren ince bir zevkin ve sanat duygusunun gelişmesine katkı sağlamak amacına yönelikti.  Ayrıca duvarlarda gömme dolaplar bulunurdu.

Saray geleneğine göre şehzadeler (padişahın oğulları) ve sultanlar (padişahın kızları) dört yaş, dört ay, dört günlükken eğitime başlardı. İlber Ortaylı bunun günümüze bakan bir yönüne dikkat çeker: “Bugün eğitime başlamak için çocuğun yedi yaşına gelmesinin beklenmesi özellikle dil eğitimi için çok geçtir.” Bırakın dört yaşında eğitime başlamayı, ne yazık ki son zamanlarda beş yaşındakilerin eğitim alıp alamayacağı hâlâ tartışılmaktadır.

Şehzadeler, eğitime mutantan bir törenle hazırlanırdı. Çocuk besmele çektirildikten sonra “Rabbi yessir ve la tü’assir. Rabbi temmim bi’l-hayr” (Rabbim, kolaylaştır, zorlaştırma. Rabbim hayırlısıyla tamamla!) ibaresiyle okumağa başlatılırdı.

Tören sonunda dualar okunur, yüksek sesle âmin denilirdi. Şehzadeye lazım olan elifba ile cüz kesesi, hilal vs. mükemmel ciltlenmiş olarak kendisine bu merasimde hediye edilirdi.

Bütün bunlar kanun halinde tespit olunmuştu, ona göre belli bir düzen içinde yerine getirilirdi.

Şehzadelerin Kur’an hatmini tamamlaması münasebetiyle ayrıca bir merasim daha düzenlenir ve bu törende devlet erkânı tebriklerini takdim eder, hediyeler sunarlardı.

FATİH’İN İLKÖĞRENİM DEFTERİ

Londra'daki Royal Academy of Arts'ın salonlarında açılan 'Türkler: 600-1600 Bin Yıllık Yolculuk' sergisinde katalogda 232 numarayla yer alan bir defter herkesin dikkatini çeker.

Katalogdaki bilgiye göre defteri Sultan II. Abdülhamid bulmuş ve ciltlettirip Yıldız Sarayı kütüphanesine koydurmuştur. Defter Fatih Sultan Mehmet'e aittir.

Topkapı Sarayı arşivinde bulunan çok eski ve bir  “çocuk”  tarafından kullanıldığı anlaşılan bu deftere uzun yıllar kimse ilgi göstermez.  Defter, 1940’lara doğru Ord. Prof. Dr. Süheyl Ünver’in dikkatini çeker. Ünver kaynağı konusunda bir türlü emin olamadığı bu defteri uzun aralıklarla gözden geçirir.  Kesin kanıtlar bulamasa da 20 yıllık bir süre içerisinde defalarca incelediği bu çok eski çocuk defterinin Fatih Sultan Mehmet’e  ait olduğu kanaatine varır.

Karakalem yazı ve çizimler bulunan 80 sayfalık defterin Fatih’in babası Sultan II. Murat Han dönemine ait olduğu kesindir. Zira defter, o dönem İtalya’dan getirilen kâğıtlardan imal edilmiştir. Üstelik Hazine-i Humayun’a konacak ve Sultan II. Abdülhamit’in emriyle saray mücellithanesinde ciltlenip bakımı yapılacak kadar önem verilmiştir.

Süheyl Ünver, 20 yıl tereddüt ettikten sonra nihayet 1961 yılında bu defteri “Fatih’in Çocukluk Defteri” adıyla yayınlar.

Topkapı Sarayı arşivinde bulunan defter Fatih Sultan Mehmet’e dair bilinen en eski belgeleri de içermektedir.

Defterde tuğra denemeleri vardır. Henüz tamamlanmamıştır. Anlaşılan genç şehzade kendisi için en güzel formu aramakla meşgulmüş…

Yazı meşkleri de ilginçtir. Fakat daha ilginci genç öğrencinin Osmanlıca yanında Latin veya Yunan alfabesi de çalışıyor olmasıdır.

Kuş resimleri ise oranları, perspektif, ışık gölge oyunları, vurgu ve en azından bazı ayrıntılar açısından “başarılı” düzeydedir.

Mesela bir leylek, arka planda başka bir kuş, bir at başı, yukarı bakan bir hilal… Deva-yı derd’le başlayan bir şiir denemesi.

Başka bir sayfada tuğra çalışmaları ve bazı isimler. Mesela Yusuf. Ali de var. Ve elbette Muhammed. Hem de bir kaç tane. Genç sultan mahlas arayışında. Galiba Avni’ye daha çok var. Anlaşılan Muhammedî demiş ilk önce kendisine. Aynı sayfada yine yarım yamalak bir şiir. Arka sayfanın silueti yansımış bu sayfaya. E, zaman defteri biraz hırpalamış.

Karıştırmaya devam. Pos bıyıklı, yamuk burunlu, iki boynuzlu şeytan kılıklı bir yüz. Yanında alından, kaş, göz ve burundan ibaret bir başka yüz daha. Burun taramasına dikkat. Üstünde baş portresi. En yukarıda ise bir at başı.

Ne kadar güzel bir kuş resmi. Kafasını hafif içe çekmiş. Yan bakıyor. Fakat sanki yüzü biraz insan yüzünü mü andırıyor ne? Tuğra, kavuk ve elifba. Nesih de var, sülüs de. Ve gayet güzel bir besmele. Lafzatullah’ı yazarken normalde bitiştirilmemesi gereken elif’le lam’ı birleştirmiş, Rahman ve Rahim isimlerindeki ha’ları yazarken hafif geriden başlayan bir kalem hareketiyle kendine has bir tarz izlemiş, ra ve mim harflerini yazarken iki ayrı üslup kullanmış. Biraz acelesi mi var yoksa canı mı sıkılmış belli değil.

Bu defa sakalsız, bıyıksız başlar. Kösemsi. Hattâ dazlak. Keskin hatlarla, hafif kalın uçlu kalemle çizilmiş. Birisinin başında dilimli bir takke. Kenarları kıvrılarak takviye edilmiş. Fakat hepsi aynı kişiye ait olabilir. Kemerli burunlar, içe çökük çeneler sanki bu görüşü güçlendiriyor.

Divit, süslü bir hokka… Süsleme örnekleri ile bezenmiş. Tezyinat da denebilir. Divitler sanki kanatlanmış uçuyorlar. Harika. Önceki sayfalarda görülen kuş resminin neredeyse aynısı. Hani o insan yüzü çağrışımı yaptıranı. Acaba kekliği mi vardı? Kuş mu besliyordu? Kekliği andıran kuşun önünde yarım kalmış bir yırtıcı/avcı kuş resmi daha. Özenli bir çizim.

İşte cepheden bir yüz resmi. Yalnız gür beyaz saçlarını ortadan ikiye ayırmış ihtiyar bir sima olduğu söylenebilir. Detaya girilmemiş. Onun için kaşlar tek kalem hareketiyle alelacele çekilivermiş yukarıya doğru esnemiş iki yay halinde. Gözler iki oval yuvarlağı andırıyor ve boşluğa körmüşçesine bakan Roma heykelleri tekniğine yakın bir teknikle çiziktirilmiş. Gümrah sakallar iki yandan aslan yelesi gibi kabarmış. Çeneden aşağıya kenarlarla orantılı biçimde ama biraz uzunca sarkmış. Sağda ve solda daha gür, ortada belli belirsiz bir boşluk. Bıyıklar üst dudakta burnun tam ortasına denk gelecek yerden hafifçe ayrılmış. Ve burun. Yassı. Basık. Molla Güranî olmasın?..

Yine tuğralar. Yine alfabe. Bu kez Yunanca.

Gemlenmiş bir at. Yelesi ne güzel sarkıyor. Sol ayağını dikmiş, sağ ayağını kasmış. Toynaklardaki detaylar önemsenmiş. Bir deve kuşu var sanki. Sırtını dönmüş kaçıyor. İki portre. Birisi yukarıda Molla Gürani tahmini yapılabilecek olanın daha detaylısı. Yine ortadan ikiye ayrılmış gür saçlar. Ama bu haşmetli bir sarık da olabilir. Geniş sakal, sağa sola yelpaze gibi savrulmuş. Bıyıklar ortadan ikiye ayrılmış. Gür. Sakalların üstüne hâkim bir edayla kurulmuş. Kaşlar daha özenle çizilmiş. Bu kesinlikle hilal kaşlı bir ihtiyar. Gözler bu kez boşluğa körcesine bakmıyor, uzak hedeflere doğru anlamlı nazarlar atıyor. Kaşlar hafif ciddi bir edayla çatılmış. Alında kırışıklıklar.  Üstte aynı başın daha az özenle çizilmiş hali. Sarığı çıkarmış. Saçlarda yer yer ağarmamış noktalar kalmış. Geri kalanı iyice ağarmış. Sakal aynı sakal, bıyıklar aynı bıyıklar. Yalnız bıyıklar henüz ağarmamış, siyahlığını koruyor. Alt dudağın hemen ortasındaki kısmı da hâlâ siyah.

Süslemeler, süslemeler… Gayet güzel. Yaprakları birbirine sarılmış çicekler. Çeşitli türde yapraklar. Patlamaya hazır bir tomurcuk. Henüz yeni açmış bir gonca.

Yatay ve dikey çizgi çekmeler, nokta çalışmaları. Bütüne bakılınca yelkenli bir gemiyi andırıyor.

Sayfayı dolduran bir tuğra çekilmiş o kadar.

Sağ sayfada bir besmele. Acaba altında Yunan alfabesi olduğu için mi karalanarak kamufle edilmek istenmiş. Sol sayfada ise iki ayrı şiir örneği.

Fatih’in gerçek kişiliğine dair en eski izlerin onun çocukluk defterindeki yazı ve çizimlerinde gizli olduğu söylenebilir mi?

LALALAR VE HOCALAR

Padişahların erkek çocuklarının maiyetine verilen görevlilerden birisi de şehzadelerin valilikle taşraya gönderildikleri devirlerde “lala” olarak anılan tanınmış kimselerdir. Bunlar da şehzadelerin eğitiminde bir hayli etkin rol oynamış kimselerdir. Lalalar, şehzadelerin valiliklerde bulundukları sırada işlerini idare etmekle görevli güvenilir kimselerdi. Lala görünürde hizmet veren bir kimse konumunda ise de terbiyesi kendisine ısmarlanan çocuğa karşı amir mevkiindeydi. Yaşlı başlı ve olgun insanlar arasından seçildikleri için çok saygın kimselerdi.

Şehzadelere, tahsil hayatlarını sürdürürken ata binmek, ok atmak, avlanmak, gürz kullanmak gibi silahşorluk ve cengâverlik hünerleri edinmeleri için gayret gösterilirdi.

Zamanla bazı şehzadelerin birtakım el becerileri geliştirdiği de görülmüştür.

Osmanlı şehzadeleri ilk eğitimlerinin ardından daha nitelikli eğitim almak üzere hocalarına teslim edilirlerdi. Bunlara Şehzade Hocaları denilirdi. Hoca, muallim, öğretmen anlamında kullanılırdı. Hocalar padişah tarafından tayin olunurdu.

Nitekim II. Murad, oğlunun eğitimi için çeşitli hocalar görevlendirmiştir. Fakat kaynaklara yansıyan bilgiler onun, dik başlı, eğitilmeyi reddeden ve derslere pek ilgi duymayan bir çocuk olduğuna yer verir. Hakikaten zekâsına hırçınlığını eşlik ettiren Mehmed’in eğitilmesi kolay olmamıştır. Kısacası o, büyük şahsiyetlerin çoğunda görüldüğü gibi daha o zamanlar bile sıra dışı bir kişilik ve kimlik sergiliyordu.

Kaynakların ifadesine göre, babası onun başarısız öğrenciliğine karşı önlem almak ister. Nihayet ünlü fıkıh ve tefsir bilgini Molla Gürânî’yi hoca olarak Manisa’ya gönderir. Bundan sonrası biraz karışıktır. Gürâni, beraberinde bir sopa ile şehzadenin karşısına çıkar. Yeni öğrencisi merak edip, sopayı sorunca da tembellik etmesi halinde babasının emriyle bunu kullanmak zorunda kalacağını belirtir. Hattâ bazı araştırmacılara göre hocasına o ince değneği bizzat babası II. Murad vermiştir. Çelebi Mehmed Molla’nın sözlerine alayımsı bir gülümsemeyle karşılık verir. Bunun üzerine Gürânî öyle bir dayak atar ki, ondan sonraki hayatında bu hocasından daima korkmuştur. Hattâ küçük şehzadenin bu olayın akabinde kısa sürede Kur’an okumayı öğrendiği söylenir.

Daha nezih ve titiz bir anlatıma göreyse hocası Mehmed’e, dersini dikkate almayan bir öğrencinin hocası tarafından dövülmesi ile ilgili edebi bir cümleyi inceletmiştir. Mehmed durumun ciddiyetini kavrayarak eğitimine önem vermeye başlamıştır.

Molla Güranî Fatih’in yetişmesinde en büyük paya sahip olmakla birlikte, Hocazade, Molla İlyas, Siraceddin Halebî, Molla Abdülkadir, Hasan Samsunî, Molla Hayrettin de çocukluk dönemi hocaları arasında sayılırlar.

Hocazade’ye derin bir sevgi besler, Akşemseddin’in engin firasetine inanırdı.

Şehzade Mehmed'in medrese kökenli hocalarının yanı sıra bilgi edindiği Batı’lı şahsiyetler de bulunmaktaydı. Saruhan (Manisa) sarayında İtalyan hümanisti Anconalı Ciriaco ve saraydaki başka İtalyanlar onun Avrupa tarihi ile Antik Yunan filozoflarının hayatlarıyla ilgili kitaplar okumasına önayak olmuştu. Nitekim yukarıda tanıtılan karalama defterinde Latin harfleri, Arap harfleri, Roma büstlerini andıran insan çizimleri ve Osmanlı figürleri bulunmaktadır.

KİMLİĞİ VE KİŞİLİĞİ

Fatih çok iyi öğrenim görmüştü. Din bilimlerinde, sosyal ve pozitif bilimlerde oldukça iyi idi. Edebiyata, din felsefesine, coğrafya, tarih ve askerî konulara ilgiliydi. Matematik, özellikle edebiyat en sevdiği alanlardı. Bıraktığı kitapların üçte biri tarih ve coğrafyaya aittir.

İnce yüzlü, uzunca boylu, dolgun vücutlu, heybetli ve iyi giyimli idi. Nadiren gülerdi. Hürmet ve korku telkin eden ciddi ve vakur bir simaya sahipti.

Her şeyi öğrenmek isterdi. Her şeyi araştırarak karar verirdi. Dindardı. Adaletli, zeki, cesur, sezgileri ve algıları yüksek bir şahsiyetti. Bilim adamları ve şairlere önem verir, onları korurdu. Ali Kuşçu’yu muazzam miktarda bir harcırah ve maaşla transfer etmesi meşhurdur. İhtiraslıydı. Kendine güveni tamdı.

İyi eğitim almıştı. Zekiydi. Kararlı ve ödünsüzdü. Risk almasını bilen bir karakterdeydi. Kimseden çekinmezdi. Büyük hayal ve ideallerin adamıydı. Zorluklara göğüs gererdi. Gerektiğinde inatçı, atılgan, cüretkârdı. Genelde sakin, mülayim, yumuşak, iyi kalpli ve affedici idi. Ama zamanında tam aksi yönde hareket edebilecek esneklikteydi.

Çok tedbirli ve temkinliydi. Bütün detayları inceler, öyle karar verirdi. Pek çok savaşta düşmanlarını hazırlıksız yakalamıştır. Yapacağı seferlerin gizli kalmasına özen gösterirdi. Bu konuda “Eğer sakalımın bir teli bile bilseydi onu derhal koparır yakardım.” sözü meşhurdur.

Soğuğa-sıcağa, açlığa-susuzluğa ve yorgunluğa dayanıklıydı. Belgrad savaşında ordunun bozguna uğradığını görünce, hırsından dudaklarını kanlar akacak kadar ısırmış ve atıyla ileri atılarak ordunun önünde tek başına kılıcını çekip düşman üzerine saldırmaktan çekinmemiştir. Onun bu hareketi savaşın zaferle sonuçlanmasını sağlamıştır.

İslam dininin kurallarına uymakta hassas davranmakla birlikte diğer din mensuplarına da hoşgörülü davranmıştır.

Prof. Dr. Hacı Ahmet Özdemir.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:00:00 ÖÖ]


Muallim - Öğretmen - Peygamber Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:54:03 ÖÖ]


Dar Günlerin Adamı Hz. Osman Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 11:18:19 ÖÖ]


İhlas ve Samimiyet Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 11:13:16 ÖÖ]


Zekat İslam’ın Köprüsüdür Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 11:09:53 ÖÖ]


Kurtuluş İslâm’dadır Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 10:58:52 ÖÖ]


Tevhid ve İstikâmet Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 10:55:38 ÖÖ]