Halifeliğin Kureyşiliği ve Osmanlılar 1
Osmanlı padişahlarının aynı zamanda halife olmaları, ümmet için bir nimet olmuştur. Çünkü onları koruyup kollayacak, emperyal saldırılar karşısında müdafaa edecek bir devlet olmuş oldu.
Bugün ümmetin en büyük sıkıntısı halifemizin olmaması, onları koruyacak kadar güçlü bir devletin olmamasıydı.
yüzyıla gelindiğinde Osmanlı hinterlandına yerleşmeye çalışan, buraları sömürmek isteyen İngiltere karşısında en büyük güç olarak Osmanlı Devleti’ni gördü. Bu devlet yaşadığı müddetçe bir dünya devi olamaz ve zengin toprakları sömüremezdi. Bu nedenle Osmanlı Devleti’ni ne yapıp edip yok etmesi gerekiyordu.
İngiltere, oryantalistlerin yönlendirmeleri ve akıl vermeleri üzerine Osmanlı halifelerinin halifeliğini tartışmaya açtı. Osmanlı Devleti’nin halifeliğinin geçersiz olduğu konusunda bulduğu en önemli delil klasik ehlisünnet hilafet doktrinindeki “halifenin kureyşliliği” ilkesi olmuştu. Sonuçta Osmanlı Devleti Arap bir devlet değildi ve Osmanlı ailesi de bir Kureyş kabilesinden değildi. Bu konu ciddi anlamda tartışılmaya açılacaktır.
Biz bu konudaki tartışmaya geçmeden önce Osmanlı Devleti’nin klasik ehlisünnet doktrinine rağmen halifeliğini nasıl benimsetti ve bu kuvvetli doktrine karşı nasıl bir çözüm üretti? Onu inceleyip daha sonra tartışmaya kaldığımız yerden devam edelim.
Bu konuda Halil İnalcık şöyle demiştir: “Her şeyden önce Osmanlı padişahları Kureyş kabilesinden gelmiyordu…” Halil İnalcık, Osmanlı’nın bu duruma karşı şöyle bir çözüm bulduğunu ilave eder:
“Kanuni Sultan Süleyman zamanında, Kureyş neslinden herhangi birinin bulunmaması halinde Osmanlı padişahları için imam veya halife ünvanını kullanmanın caiz olup olmadığı ortaya atılmıştı.” Lütfi Paşa’ya göre, Habsburg sınırından Yemen’e kadar bütün İslam âleminin kudretli hükümdarı olan Kanuni Sultan Süleyman, “Dinin muhafazasına ve İslam yurdunun korunmasına müteallik şartı yerine getirdiğinden asrın imamıdır… Asrın imamı hiç şüphesiz odur ve şeriatın hakiki müdafii de kendisidir” diyerek hilafet doktrinindeki Müslümanları koruma ve siyasi güce vurgu yapmış, bir anlamda bunun asıl olduğu, Kureyşilik ilkesinin işin fer’i olduğunu beyan etmiştir. Bu tez aslında Osmanlı hilafet doktrininin temel ilkesi olacaktır.
Zaten İbn-i Haldun’un Kureyşilik ilkesinin dönemin şartlarına özgü geçici bir şart olduğu tezi de daha sonraki âlimlerce kullanılacaktır. Halil İnalcak’a göre, “Osmanlıların bu mefhuma ilave ettikleri yenilik, bütün İslam dünyasına tatbiki mümkün olan Hilafet-i Ulya fikrinin ihyası idi… Böylece yeni hilafet mefhumu, İslam dünyasında Osmanlı tesir ve üstünlüğünü tesis etmek isteyen bir siyasete hizmet etti… Selim’den sonra, Osmanlı Devleti’nin yaptığı şey, eski bir gazi sınır devleti geleneğini geliştirmek ve kadim İslam hilafetini yeni bir tarzda ihya etmek oldu. Yeni hilafet mefhumu, gazanın, İslam’ı savunma ve koruma vazifelerinin icrası üzerine bina edilmişti.”
Lütfü paşa bu eseri ile Osmanlı padişahlarının halife ve imam olduğunu ispatlamıştır. Bu çalışma, bize Osmanlıların daha ilk dönemlerinde bu konuda bir eleştiri geldiğini göstermektedir.
İngilizlerin yaptığı da bu tartışmayı kendi siyasi emelleri doğrultusunda yeniden şekillendirmektir.
İngilizlerin hilafetin Kureyşiliğini gündeme getirmesi özellikle Arabistan’da yankı bulacak ve bu düşünce Vahhabiler üzerinden işlenecektir. Biz, “Siyasal İslam Düşüncesinin Doğuşu” isimli eserimizde bu konuyu uzun uzun tartışmış, Osmanlı Devleti’nin daha güçlü olduğu dönemlerde bu hadisi tahriç etmesi gerektiğini, medreselerde klasik hilafet doktrininin yanında fiili hilafetin dini dayanaklarını da okutmasının doğru olacağını anlattık. Biz İngilizlerin bu iddiasını dile getirdik ve Kureyşilik ilkesini Osmanlı Devleti’nin zamanında çürütmesinin daha sonra aleyhinde kullanıldığını belirtirken bazıları sözlerimizi anlamadıklarından bizim Osmanlı halifeliğine itiraz ettiğimizi iddia ettiler. Biz kitabımızda ehlisünnet hilafet doktrinindeki Kureyşilik ilkesine rağmen ilk kez hilafet Kureyşli olmayan bir hanedanlığın eline geçtiğinden bahsederek bu durumun hilafet doktrininde bir devrim olduğunu ve aynı zamanda bizim ve bazı ilim adamlarının da iddiası olan Kureyşilik ilkesinin geçici bir ilke olduğu tezimizi de güçlendirmiştir.
İbrahim Halil Er.