* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: HZ.REBİ BİN AMİR ANLATIYOR  (Okunma sayısı 381 defa)

0 Üye ve 2 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
HZ.REBİ BİN AMİR ANLATIYOR
« : Haziran 29, 2019, 08:07:48 ÖÖ »
HZ.REBİ BİN AMİR ANLATIYOR:

İslam Ordusu İran Sınırında

Halife Ömer’in emriyle, İslam ordusu Arabistan’ın kuzeyindeki fetihlerini sürdürüyordu. Bir süre sonra biz Müslümanlar, ırak sınırına kadar bütün toprakları aldık. Irak, Sasani İmparatorluğu’nun hakimiyeti altındaydı. Ancak Sasaniler, Irak’ta yaşayan Araplara hiç de iyi davranmıyorlardı. İki devlet birbirimize komşu olunca ufak çaplı saldırılar başladı. Olaylar ciddileşti ve iki taraf da büyük bir savaş için hazırlıklar başlatıldı. Nihayet iki ordu. Dicle nehri’nin iki yanında karagahlar kurdu.

İran ordusunun başkomutanı Rüstem adında korkusuz bir savaşçıydı. Biz Müslümanlar başkomutanı ise Peygamberimizin en yakın arkadaşlarından Sad bin Ebi Vakkas r.a idi. Ancak Sad r.a savaştan hemen önce rahatsızlandı ve savaş boyunca ayağa kalkamadı. Bütün emirleri, Kadisiyle denilen bölgedeki Kudeys Kalesi’n’den veriyordu bize.

Savaştan önce, Rüstem, Müslümanlardan Birileriyle görüşmek istedi. Sad r.a da hemen en tecrübeli arkadaşlarımızdan birkaçına hazırlanmalarını söyledi. Ame ben İranlıları yakından tanıyordum. Sad r.a şu teklifte bulundum:

‘’Böyle kalabalık bir şekilde gidilirse, İranlılar kendilerine çok önem verdiğimizi sanabilirler. Bence tek kişinin yalnız başına gitmesi daha uygundur.’’

Benim sözümü mantıklı bulan sad r.a, elçi olarak beni görevlendirdi.

Nehrin karşı kıyısına geçip Rüstem’in karagahına vardığımda, benim için büyük hazırlık yapıldığını gördüm. Rüstem’in süslü çadırına kadar yere halılar serilmişti. İki tarafta İranlı askerler nöbet tutyorlardı. Normalde atımdan inip halılar üzerinde yürüyerek çadıra gitmem gerekiyordu. Ama bern öyle yapmadım. Atımla birlikte halıların üzerinden ilerledim Bu hareketim onları deliye döndürmüştü.


ÜÇ TEKLİF

Rüstem’in çadırının içi, gerçekten muhteşemdi. Her yerde pahalı kumaşlardan yastıklar vardı. Rüstem de altın ve incilerle süslü bir koltukta oturuyordu. Çadıra atımla girdim. Onların önünde atımdan inip kenardaki yastıklardan birine mızrağımı sapladım, atımı oraya bağladım. Hepsi hareketlerimi hayret ve nefretle izliyordu. Ama ben doğrusu onların karşısında böyle davranmaktan büyük bir keyif almıştım. Çünkü onlar beni kendi ihtişamlarıyla etkileyebileceklerini sanmışlardı.

Beni en süslü koltuklardan birine oturtmak istediler. Fakat ben, yere diz çöktüm. Bu onları dajha da şaşıtmıştı. Rüstem bana sordu:

‘’Neden yerde oturuyorsun?’’

‘’Biz sizin gibi böyle süslü ve pahalı şeyler üzerinde oturmayız!’’

Bu sözlerim onları güldürdü. Onlar Allah yerine ateşe tapıyorlardı. Ahiret gününe de inanmıyorlardı. Bu sebeble, dünyadaki güzellikler, onları çok büyülemişti.

Rüstem bana şu soruyu sordu:

‘’Buralara neden geldiniz? Bizden ne istiyorsunuz?’’

‘’Allah, bize son peygamberini gönderdi. Bizler de Müslüman olduk. Bizi buralara Allah gönderdi. O’nun yolunda çaba gösteriyoruz. Siz insanlara zulmediyorsunuz. Biz ise adaletle davranacağız. Size komutanımız Sad r.a üç teklifini getirdim.

Ya Müslüman olursunuz ve biz de döner gideriz. Ya bize vergi verirsiniz, yine gideriz. Ya da savaşırız, kim kaznırsa kazanır!’’

Ben bunları söyleyince, o ana kadar sakin olan Rüztem sinirlendi ve bana şunu söyledi:

‘’Şimdi git ve komutanına söyle savaşacağız ve hepinizi Irak topraklarına gömeceğiz!’’