Beslenme - Psikoloji İlişkisi
İyi besin veya kötü besin yoktur. Nadir/sık tüketilmesi gereken, büyük/küçük porsiyon tüketilmesi gereken besinler vardır. Bunun dengesini kendimizi tanıyarak kurmalı, kendimizi mutsuz etmeyecek ama vücudumuzu da yormayacak şekilde belirlemeliyiz.
İyi besin veya kötü besin yoktur. Nadir/sık tüketilmesi gereken, büyük/küçük porsiyon tüketilmesi gereken besinler vardır. Bunun dengesini kendimizi tanıyarak kurmalı, kendimizi mutsuz etmeyecek ama vücudumuzu da yormayacak şekilde belirlemeliyiz.
Hayatın İnşası İçin
Beslenme hemen herkesin kontrol altına alarak düzene sokmak istediği, kendini sağlıklı alışkanlıklar kazanmak için zorladığı bir alandır. Dünya Sağlık Örgütü, “beslenme” terimini “Vücudun büyümesi, gelişmesi, yaşamın sürdürülmesi ve sağlığın korunması için gerekli olan besin öğelerinin yeterli miktarda alınması ve vücutta uygun şekilde kullanılması için besinlerin tüketilmesidir.” şeklinde açıklıyor. Bakıldığı zaman beslenme sağlıkla doğrudan iç içe bir olgu olduğu için biz bunu sadece fizyolojik etkileriyle düşünürüz. Fakat sağlık, fizyolojinin yanı sıra ruhsal olarak da iyi olma halidir. Besinler içerdikleri maddelerle insan psikolojisini fizyolojik olarak etkilemelerinin yanı sıra, ruh haliyle de ilişki içerisindedir. Hem besin tüketimi duygu durumunu, hem de duygu durumu besin tüketim davranışını etkileyerek iç içe geçmiş bir bağ oluşturur.
Özellikle yoğun stres altında hissettiğimizde, üzüldüğümüzde bu durum öncelikle besin tüketimimize yansır. Bazı kişilerde iştah kesilmesi görülmekle beraber, çoğunlukla yüksek kalori içerikli; tatlı, fast food, hamur işi gibi besinlerin tüketiminin artması görülmektedir. Biz buna “duygusal yeme davranışı” diyoruz ve bu duruma yeme bozuklukları içerisinde yer veriyoruz. İnsanlar kendilerini bu ruh hallerinde aç hissederek yiyeceklere yöneliyorlar fakat burada fizyolojik değil, psikolojik bir açlık ortaya çıkıyor. İnsanlar yaşadıkları üzüntüyle, olumsuz ruh haliyle hissettikleri boşlukları sevdikleri yemeklerle/tatlılarla doldurmaya çalışarak bu psikolojik açlığı bastırmaya çalışıyorlar ve enerji alımlarını yükseltiyorlar ve bu durum devam ettiği takdirde obezite ile sonuçlanıyor. Baktığımız zaman bu davranış biçimi çoğu obezite vakasının altında yatan nedenlerden biri olarak karşımıza çıkıyor.
Bu durumu düzeltmek için ise öncelikli olarak bu olumsuz duyguların içerisindeyken böyle bir yeme davranışı gösteriyorsanız bunun farkına varmanız gerekli. İkinci adım olarak yapılması gereken hareket, stres altındaysanız, yoğun çalışıyorsanız, sizi üzecek bir durum yaşadıysanız içinizdeki yemeğe yöneltilen enerjiyi başka bir etkinliğe yöneltmeniz. Bu dışarıya çıkıp temiz hava alarak yürümek olabilir, evde sizi oyalayacak bir işle uğraşmak olabilir, sevdiğiniz bir hobinizi yerine getirmek olabilir. Özellikle boyama, resim yapmak, örgü örmek, yapboz yapmak gibi elinizi oyalayan etkinliklere yönelmek sizi bahsettiğimiz tarzda bir yeme davranışından uzak tutacaktır. Sonrasında mümkün olduğu kadar evde yüksek kalori içerikli, paketli ve şekerli gıdaları bulundurmamak o anki olumsuz bir duyguyla gelen yönelim halinizi engelleyebilir.
Madalyonun öteki yüzüne baktığımızda ise; sağlıklı beslenme popüler bir davranış oldu günümüzde. Özellikle sosyal medya kullanımının artmasıyla sürekli sağlıklı ve “fit” tarifler ortaya çıktı. Herkes istemese bile kendini bu şekilde beslenmek zorunda hissetmeye başladı ve bu da Anoreksiya, Blumia ve Ortoreksiya nevroza gibi hastalıklarda artışı beraberinde getirdi.
Özellikle her besini etiketlemek, sevilmesine rağmen tüm şeker, un, yağ içeren besinleri hayattan tamamen çıkartmak gibi çok sıkı kısıtlamalar insanlarda farkında olmadan mutsuzluğun artmasına sebep oluyor. Kendini bu konularda kısıtlamak aslında farkında olmadan en ufak mutsuz anda öncelikle bu besinlerde sığınak bulmakla sonuçlanıyor. Çünkü bir besini tamamen yasak, çok zararlı diye etiketlediğiniz an o sizin aslında çok arzuladığınız fakat size yasak olan dolayısıyla her şeyden daha cazip bir olgu halini alıyor. Bu da kısıtlamaların olumsuzca sonuçlanmasına yol açıyor.
Paracelsus’un ünlü “İlacı zehirden ayıran dozudur.” sözünden bu konuya da ders çıkartabiliriz aslında. Sonsuza kadar hayatınızdan çıkarmanız gereken hiçbir yiyecek yoktur. Önemli olan sıklığını ve porsiyonunu ayarlayarak tüketmenizdir. Bunu bu şekilde alışkanlık haline getirdiğinizde vücudunuz kendini koruyabilecektir. Katkı maddesi içeren paketli gıdalardan, bol şekerli tatlılardan, trans yağ içeren fast food grubundan, almanız gereken karbonhidratın onlarca katını içeren hamur işlerinden tabiki de uzak durmalısınız, evet. Fakat her şeyin bir dozu vardır. Sizi mutlu eden besinleri kendi vücudunuzu tanıyarak ayda bir kez, iki ayda bir kez, senede bir kez gibi seyrekliklerini ayarlayarak ve küçük porsiyonlarda tüketebilirsiniz. Besin etiketlemenin yanı sıra kilo alma sonrası gelen mutsuzlukla beraber uygulanmaya başlayan katı enerji kısıtlamalarıyla kilo vermeye çalışmak ise beraberinde eksik enerji ve besin öğesi alımını ve doğal olarak sağlığın tehlikeye girmesine sebep olmaktadır. Alınması gereken enerji öğelerini, vitamin ve mineralleri gereğinden az almak beyin fonksiyonlarına da olumsuz etki edip daha da depresif olunmasına neden olur. Bunun sonucunda sürekli birbirini besleyen kısır bir döngü içine girmiş olursunuz. Kilo verme sürecinde sizi mutsuz etmeyecek, sizin için gerekli enerji ve besin öğelerini içeren bir programa ihtiyacınız vardır ve bu konuda mutlaka bir uzmandan destek almalısınız.
Yemek yemek hayatımızın diğer fonksiyonları gibi bizim bir parçamız. Buna gereğinden fazla anlam yüklemek veya tam tersi amaç sadece karın doyurmakmış gibi küçümsemek gibi iki uç davranış da farkında olmadan bizi olumsuz duyguların içine sürüklemektedir. Şunu bilmeliyiz, iyi besin veya kötü besin yoktur. Nadir/sık tüketilmesi gereken, büyük/küçük porsiyon tüketilmesi gereken besinler vardır. Bunun dengesini kendimizi tanıyarak kurmalı, kendimizi mutsuz etmeyecek ama vücudumuzu da yormayacak şekilde belirlemeliyiz.