Evlilik ilişkisindeki kullanılmışlık duygusu
Evlilikte kullanılmışlık duygusu korkunçtur! Yıkıcı ve üzücüdür. Mutsuz eder.
İnsan canlısı yaşamı boyunca pek çok durumda kendisini kullanılmış hissedebilir. Daha çocukken okulda, arkadaşları tarafından sokakta, patronu tarafından iş hayatında. Kullanılmışlık duygusunun en fazla can acıtan formu evlilik ilişkisinde olsa gerek!
Evlilik terapilerinde çiftlerle çalışırken sürekli mutsuz, üzgün ve kullanılmış hisseden kişilerle karşılaşıyorum. Dile kolay 19 yıl oldu. Her gün birkaç çift, her gün yeni sorunlar. Gelen kişi sayısı ne kadar çok olursa olsun, konuşulan konular bazen birbirini tekrar etmiş gibi görünüyor. Bu konulardan birisi kullanılmışlık duygusu.
Kullanılmışlık duygusu, evlilik ilişkisini zora sokan, evlilik hayatının sağlıksız ilerlediğine işaret eden önemli bir uyarıcıdır.
Bugün sizlere bu konuda dikkatimi çeken iki ilginç kullanılmışlık duygusundan bahsetmek istiyorum.
Bu ikisi birbirinden ne kadar uzak ve zıt görünüyor aslında. Ama iki uç noktanın evlilikte hissettirdiği duygu aynı: Kullanılmışlık!
Okuyun... hak vereceksiniz...
1. Kullanılmışlık duygusunu en fazla yaşayan kişi, eşince ciddi anlamda alkol/madde bağımlılığı olan danışanlarımız gibi geliyor bana.
Alkol ve madde bağımlılığı evlilik ilişkisini zedeliyor. Bağımlı olan eş, eviyle ve ailesiyle yeterince ilgilenmiyor. Genelde erkekler alkol aldığı için, kadın evin yükünü tek başına kaldırıyor. Çocukları yalnız büyütüyor. Aile yakınlarına eşinin içtiği alkolü veya kullandığı maddeyi fark ettirmemek için yoğun çaba sarf ediyor.
Özellikle kadın, kocasında alkol sorunu varsa inanılmaz düzeyde yıpranıyor. Çünkü yıllar içinde kadın artık öğreniyor ki, alkollüyken verilen sözler, bir daha içmeyeceğine dair yeminler, sabırlı olursa ilerde her şeyin çok daha güzel olacağına dair vaatler, dizlerinin dibine oturularak dökülen pişmanlık gözyaşları vb hepsi ama hepsi aslında anlamsızmış!
Böyle bir ilişkinin içinde yıllarca debelenen kadın, günün biri geldiğinde kandırmacalı bir masalın içinde olduğunu anlıyor. Tüm sözlerin, bekletilmelerin, verilen sözlerin yalan olduğunu düşünmeye başlıyor. Bunca yıl boşu boşuna ümit ettiğini farkettiği an, bu beklemeyi yaptıran eşinden nefret ediyor. Kendisini kullandığını hissediyor. Aslında hiçbir şeyin değişmeyeceğini bildiği halde, sanki değiştirecekmiş gibi bekletilen o günlerin, sadece kendi bakımını yaptırmaya yönelik sahte vaadler olduğu duygusuna kapılıyor. Böyle bir koca, dönüşü olmayan yola girildiğinde alkolü bıraksa bile kadınının kendisini bırakmasına engel olamıyor. Çünkü kadın, yıllardır kullanıldığını düşündükçe, kocasına olan kini artıyor. Söylediğim gibi dönüşü olmayan yola girmiş olan kullanılmışlık duyguları, o adamdan ayrılmayı istiyor. Ve terapiler bile bu evliliği kurtaramıyor.
Demek ki bu bölümün dersi neymiş? Dönüşü olmayan yola girmeden önce toparlanma adına her ne yapacaksanız mutlaka yapın. Bitince bitiyor işte...
2. Yeni moda kadınlar var. Hatta az da olsa erkekler var. Yukarıdaki maddenin aksine aşırı verici(!). Bu verici kadınlar da bir süre sonra eşleri üzerinde kullanılmışlık duygusu uyandırıyor!
Yeni moda kadınlar (az da olsa erkekler), eşinin sürekli kendi etrafında olmasını istiyor. Sözüm ona, onu mutlu etmek için elinden ne gelirse yapıyor! Kendisi olmaksızın nefes almasına bile müsaade etmek istemiyor. Edi ile Büdü modunda yaşamak istiyor. Bu kişiler bir süre sonra karşı tarafta kullanılmışlık hissi uyandırıyor.
İlginç değil mi? Nasıl yani diyeceksiniz. Gayet basit aslında. Karşı tarafı kontrol altında tutmak isteyen eşlerin en masum silahı "Seni seviyorum ve her an yanında olmak istiyorum" tarzı yaşamlardır.
Oysa iç dünyamızda hepimiz biliriz ki; bizi seven insanlar bizi ihtiyacımız olan dönemlerde yalnız bırakmalıdır. Uzaktan bakınca birinin sizin dibinizde olması, sizi mutlu etmek için uğraşıyor gibi görünmesi, hep sizin için/size göre/sizi düşünerek hareket etmesi hoş görünüyor. Belirli bir süre birlikte yaşadıktan sonra bu ilgi şekli, karşı tarafta agresyona neden oluyor. Çünkü sürekli kendisine hizmet edilen(!) ve sözüm ona çok sevilen eş, zaman içinde nefes alamadığını hissediyor. Yalnız kalmak istiyor. Eşinin kendisiyle bu kadar yakından ilgilenmesini istemiyor. Bıkmışlık ve usanmışlık duyguları geliştiriyor. Hatta bu şekilde hissettiği için kendisini nankör olmakla suçluyor. Vicdan azabı çekiyor.
Derken ne oluyor biliyor musunuz? Kendisinin arkasından ayrılmayan ve aslında kendisini çok sevdiği için hizmette sınır tanımayan(!) eşi tarafından kullanıldığı hissine kapılıyor. Çünkü onun oyalanacak başka malzemesi yok! Çünkü o, muhteşem verici kadın imajıyla erkeğini kendisine köleleştirmeye çalışıyor. İyi niyetle yapılan verici davranışlar kesinlikle böyle bir etki yapmıyor merak etmeyin.
Erkek köleleştirilmeye başladığını hissedip isyan edecek olsa, onu yaptığı bunca iyiliğe karşılık nankörlük eden adam ilan ediyor. Ağlıyor. Yapılan tüm bu işgal davranışlarının tamamını "sevgi" ile açıklıyor. Artık neye inanacağını bilemeyen, gördükleriyle hissettikleri arasında sıkışıp kalan eş vicdan azapları yaşamaya başlıyor. Vicdan sorgulaması arttıkça depresif duygular geliyor. Yetersizlik ve ajitasyon devreye giriyor. "Ben nasıl bir adamım ki beni bu kadar seven(!) bir kadına nankörlük yapıyorum...?" sorgulaması onu yiyip bitiriyor.
...mutsuzluk... huzursuzluk geliyor... ve bir gün kişi aydınlanıyor! Bu aşırı verici ve hizmetkar tavrın, aslında kendisinin zincirlerle esaret altına alınış olduğunu anlaması zor olmuyor. Ve o andan itibaren kullanılmışlık duyguları hissetmeye başlıyor. Ne için kullanılmış? Eşi, kendisine tutkuyla bağlı olabilsin diye "hizmet maskesiyle" kendisini kullanmış. Meğer o üstün performansın tamamı sevdiği içinmiş. Evet sevgi! Ama kimi? Kendisini! Kendisi yalnız kalmamak, kendi istedikleri olsun, kendi anladığı mutlu evliliği yaşasın diye! Çünkü orada aslında bir bağımlılık ilişkisi var. Kişi kendi başına olamıyor, kendisini sizin dışınızda mutlu edemiyor. Ve sizi yanında tutmak için inanılmaz bir performans göstererek sizi sürekli kendisine borçlu bırakıyor. Ne korkunç bir esir alınış şekli değil mi?
...
Sevgili kardeşim Profesyonel Yaşam Koçu Sefer Kayaoğlu'nun harika bir tespitiyle yazıyı tamamlamak istiyorum.
"Hz. Peygamber, hepimizin bildiği gibi zaman zaman Hira Mağarasına gider, yalnız kalırdı. Ne kadar ilginç değil mi? Hepimiz bazen alıp başımızı gitmek isteriz ya! Oysa bizim arkada bırakıp gitmek istediklerimizle, Peygamber (as)'ın ardında bırakıp gitmek istediklerine bakar mısınız? Sevgili eşi ve kadın olmak anlamında örnek insan Hz. Hatice; dostluk kavramını bize tanıtan Hz. Ebu Bekir; evlatlığı Hz.Zeyd, Hz. Ali, Hz. Ammar, Hz.Bilal... ve bu günkü hayatımızda birisinin bile olmasını lüks olarak algılayacağımız sahabeler.
Peygamber (as) bile, bu kadar güzel insana rağmen, kendini dinlemek, kendisini gözden geçirmek, adı ne olursa olsun ister tefekkür deyin ister rabbiyle yalnız kalmak farketmez, zaman zaman bu yalnızlığı tatmak istiyorsa, şimdiki çiftler niçin birbirlerinin arada sırada yalnız kalmasına tahammül edemiyor? Eşini yalnız bıraktığında ne olacağından korkuyor?"
Cidden çok harika bir tespit... doğru anlaşılması ve evlilik ilişkinizde eşlerinizi töhmet altında bırakmadan mutlu günler yaşamanız dileğiyle...
Sevgiler...
Mehtap KAYAOĞLU.
Psikolojik Danışman &Psikoterapist.