İnsanın Eşya İle İmtihanı
Günümüzde bir çok kavram gibi insanın eşya ile ilişkisi de oldukça değişti. Tüketim kültürü insana alıp, kullanıp, kısa sürede atmayı öğretti. Alış veriş yapmanın kendisi ihtiyaç olarak algılanmaya başladı. Üretmek ve tamir etmek yerine yenisini aldık. Eskisiyle uğraşmayı istemedik.
Kullan at mantığı ile insan önce çevresine, sonra tüm kâinata ve sonunda kendine yabancılaştı. Hızlı tüketim eşyayla bir bağ kurulmasına izin vermedi. İnsan eşyaya alışamadan, bir ilişki kuramadan yenisini almayı düşündü. Her şeyi olduğu halde yoksunluk hissetti. Yokluk ve boşluk duygusu onu daha fazla almaya yönlendirdi.
Eskidiği için değil, sadece üzerinden zaman geçtiği için eşyalar değiştirilir oldu. Zamanı, modası geçti, artık kullanılmaz diye düşünüldü. Bir eşyayı uzun süre kullanmak yokluk ve yoksulluk olarak algılandı. Telefonlar, ev eşyaları ve arabalar bir üst versiyonları çıktığı için değiştirilir oldu. Kapitalist sistem eskimeden değiştirmeyi, tamir ettirmeden atmayı öğretti. Hatta tamir kültürü yavaş yavaş ortadan kalkmaya başladı.
Bir eşyayı tamire götürdüğümüzde yenisini almanın daha ucuza geleceği söylendi. Tamir edilmesi yenisi almaktan daha pahalıya gelen eşyalar üretildi. Örmek, dikmek ve tamir etmek fakirlik olarak algılandı. Değiştirmek, yenisini almak, markalı ürünler tercih etmek zenginlik olarak gösterildi. Eşyaya fonksiyonundan ziyade fiyatı değer katar oldu. Oysa insan kullandığı eşyasına ve yaşadığı ortama değer katar. Bir ev, içinde yaşayanların ruh halini yansıtır. O ev içinde yaşayanlarla anlamlı bir hale gelir. Eskiden eşyalara insanlar değer katarken, şimdi insanlar sahip oldukları eşyalarla değerli olmaya çalışıyor.
Tüketim kültüründen önce insan eşyasına sadakatle bağlıydı. Aralarında vefalı bir ilişki vardı. Eşyası kıymetliydi çünkü yıllarca ona hizmet etmişti. Hayatını kolaylaştırmıştı. Yakınlığını artırmış, yükünü hafifletmişti. Hatıralarına emanetçi olmuştu. Eşyalar tüm yaşanmışlığın ve anıların emanetçisi değil miydi? Elimize aldığımızda, dokunduğumuzda onun da şahitliğini yaptığı bir sürü hatıra canlanır gözümüzde. Bazen yaşadıklarımızın tek şahidi, sırlarımızın tek bileni eşyalarımız olur. Başka hiç kimseyle paylaşılamayanlar bazen bir kağıt ve kaleme anlatılabilir.
Buradaki eşyaya bağlılık, eşyaya düşkünlük anlamında değildir. Eşyanın hakikâtine uygun bir şekilde onunla ilişki kurmaktır. İnsan eşya ile bir bağ ve yakınlık kurar. Kendini onunla ifade etmeye çalışır. İhtiyaçlarını onunla karşılar. Zamanla aralarında bir ünsiyet oluşur. Birbirlerini hatırlatırlar. Eşyayı gördüğünde kime ait olduğunu tahmin edebilirsin. Eşyası sahibinden izler taşır. Adeta birlikte yaşlanırlar. Birlikte birçok anıyı paylaşırlar. Peygamberimiz (s.a.v.) kullandığı eşyaların her birine özel isimler verirdi. Hz. Osman abdest aldığı ibriği kullanılmayacak kadar eskiyince hüzünlenir, Bediüzzaman kırılan kaşığının tamir edilmesi konusunda ısrar ederdi.
Eşyasına vefa gösteren, dostlarına da vefa gösterir. Eşyasını tamir ettiren, bakımını yapan, ilişkilerine de emek verir. Hayatı paylaştığı insanları kolay kolay terk etmez. Sadakatlidir, ihanet etmez. Tüm kâinata karşı saygılıdır. Her şeyin kendisine hizmet etmek için yaratıldığını bilir.
Elindekilerin sahibini tanır, emanete sadakati öğrenmiştir. İnsanın eşyaya karşı tutumu, tüm kâinatla ilişkisinin bir numunesi gibidir. En küçük olanla kurulan ilişki, en büyük olana yakınlığı artırır. Mesafeyi azaltır. Yolu kolaylaştırır.
Psikolog & Psikoterapist Banu Yaşar.