Özgüvenli Miyiz - Kibirli Miyiz
Psikoloji ve kişisel gelişim kitaplarında sıkça karşılaştığımız bir terimdir: “Özgüven.” Birçoğunda da adeta sihirli bir değnek gibi gösterilir: “Kendinize güvenirseniz başarırsınız,” “Özgüveni yüksek olan kişiler hayatta başarılı oluyor.”
Elbette bu cümleler tasavvuf kültürü içinde yetişen insanımıza biraz ters gelmektedir. Çünkü bizim kültürümüz tevazuu ve nefsinin kusurlarını görmeyi yüksek bir fazilet olarak kabul etmektedir. Hâlbuki özgüven kavramı “kişinin kendini iyi ve yeterli görmesi, kendisi hakkında olumlu duygu ve düşüncelere sahip olması” gibi cümlelerle tarif edilmektedir.
Aslında özgüven konusundaki tek çelişki, tasavvuf ahlakı ile batı psikoloji arasında da değildir. Aksine batılı eğitimciler ilk zamanlar başarının ilk şartı gibi gördükleri için öğrencilere bol bol özgüven aşılarken zaman içinde hak edilmeden elde edilmiş üstünlük duygusunun, kof, kırılgan hatta bazen saldırgan insanlar ortaya çıkarabildiğini görmüşlerdir. Artık “yüksek özgüven” yerine “sağlıklı, dengeli ve dayanıklı özgüven” kavramları giderek daha sık kullanılmaktadır.
Öte yandan İslam ahlakının bu konudaki tek görüşü de Melami meşrep sûfilerin, “aşırı hiçlik ve kendini kınama” anlayışından ibaret değildir. İslam ahlakı, hayâ, izzet, vakar, şeref ve haysiyet gibi birçok kavramı da tevazu gibi güzel bir özellik olarak tarif eder. Bir farkla, İslam ahlakına göre kişinin izzet ve haysiyet duygusu, nefse güvenden değil, Rabbine güvenden kaynağını alır. Nefis nedir ki, ona güvenelim?
Müminler, imandan daha yüce bir şeref olmadığına inanır, Allah'ın onlara nasip ettiği iman nimetine bir şükür olarak, mümin olmanın izzetini taşırlar. İzzet ve vakar, kişinin kendisini haksız yere ezdirmemesi, hiçbir menfaat için dalkavukluk etmemesi ve haksızlığa boyun eğmemesidir. Kısaca zilleti yani aşağılanmayı reddetmesi, mertçe bir duruş sergilemesi demektir.
Şimdi kendimizi sınayalım, bir mümince bir izzetle izzetli miyiz, yoksa mümine yakışmayan bir zillet veya kibir duygusuyla mı hareket ediyoruz?
1- Sade bir kıyafetle katıldığınız bir toplantıda çok iyi giyimli kişilerle bir araya geldiniz. Üstelik sohbet konuları da parlak iş hayatları ve oldukça yüksek seviyeli olan hayat standartlarıyla ilgili… Bu ortamda nasıl davranırsınız?
a- Kendimi çok kötü hissederim. Oradaki herkesin beni küçük gördüğünü düşünür, ezilir büzülürüm. Kimse bana işimi gücümü sormadan bir bahaneyle ayrılırım. Zaten genellikle gittiğim her yere iyi giyimli olarak giderim ve mesleğimi, kariyerimi, hayat tarzımı biraz abartarak anlatırım.
b- Böyle sırf dünya işlerinin konuşulduğu ortamlardan pek hoşlanmam. Bir fırsatını denk getirip okudum kitaplardan veya güncel meselelerden sohbet konusu açarım. Kimseden de çekinmem. Herkesin kesesi ayrı, ne olmuş zengin iseler. Ben onlardan bir şey istemiyorum ki, beni küçük görsünler. Onların da benim de rızkımı Allah veriyor, hepimiz ona muhtacız. Bu yüzden normal ve tabi bir şekilde davranırım. Bundan dolayı da hiçbir tavırla karşılaşmış değilim.
Cevap: Müminler özgüvenlerini sahip oldukları şeylerden, kılık kıyafetten ve hayat standartlarından almazlar, yalnız Allah’a kul olmanın haklı şerefini hissederler. Bu sebeple de kendilerini kimseden ne üstün ne de aşağı görmezler. Kendilerine tepeden bakan olsa bile bunu onların hamlığına verir, ehemmiyet vermezler. Bu halleriyle de çoğu zaman saygı görürler.
2- Çalıştığınız yerde mevki sahibi birisinin yaptığı bir haksızlığa şahit oldunuz. Mazlumun hakkını savunmasına yardım etmek istediniz ama tehditlerle sindirildiniz. Nasıl davranırsınız?
a- Böyle şeylere karışmam. Adam bana da aynısını yapmasın diye çekingen davranırım. Dalkavukluk yaparak gözüne şirin görünmeye çalışırım.
b- Haksızlık yapıldığını kesin olarak biliyorsam bunu sineye çekmem. Söyleyeceğimi söylerim ve kendime başka bir iş ararım. Zalime dalkavukluk etmekle onun zulmünden emin olunamaz. Aksine Peygamberimiz aleyhissalatu vesselam, “Kim bir zalime yardım ederse, Allah o zalimi ona musallat eder.” buyurmuş.
Cevap: Her şeye kadir bir Allah’a iman eden bir mümin, yalnız O’ndan korkar, mevki sahibi olsa da kullardan korkmaz, onlara dalkavukluk yapma zilletine düşmez. Özgüvenini dünyevi güç ve makamlardan alanlar ise onları kaybetmekten çok korkar, her türlü zillete boyun eğerler. Hâlbuki böyle davranmaları onları beladan korumaz. Aksine zalimin yandaşı olan eninde sonunda şerefini ve itibarını yitirir. Tıpkı Hz. Ali radıyallahu anhunun buyurduğu gibi; "Haksızlık karşısında eğilmeyiniz. Çünkü hakkınızla beraber, şerefinizi de kaybedersiniz."
3- Okulunuzda, iş yerinizde yeni bir vazife almaktan, sorumluluk yüklenmekten çekinir misiniz?
a- Biraz çekinirim. Ya başarısız olursam ve bundan dolayı küçük düşersem diye geri dururum. Başkası yüklensin diye beklerim.
b- Yapabileceğimi tahmin ediyorsam çekinmem. Nasıl yapılacağını sorup öğrenmeye çalışırım. Başaramayacağımı görürsem tecrübeli birinden yardım ister, böylece kendimi geliştirmeye çalışırım. En azından bir denemiş olurum.
Cevap: Başarının anahtarı olarak gösterilen asıl özgüven, insanın kendini yeni sahalarda denemesine yardımcı olan cesaret ve güvendir. Mümine yakışan tavır, çalışıp gayret göstererek Allah'ın bize ihsan ettiği yetenekleri geliştirmek, üretken ve faydalı bir insan olmaktır. Bize verilmiş istidatların şükrü onları iyi yerlerde kullanıp tezahür ettirmekle olur. Başarısızlıktan korkmamalı ama başarılı olmak için yeterince çalışmayı, gerekli eğitimi görmeyi ve bazı eleştirileri göğüslemeyi bilmelidir. Gayret bizden başarı Allah’tandır.