TEHLİKENİN İKİ YENİ ADI: KISKANÇLIK VE HASED - ÇEKEMEMEZLİK
Size imrenenlerden korkun! Çünkü bir süre sonra sizi kıskanacak ardından haset edecek!
Günümüzde pek çok insanın duygularının birbirine girdiğini fark ediyor musunuz? Duygular raydan çıktı sanki. Önce imrenmeyle başlıyor, ardından imrenilen kişi kıskanılıyor ve kıskançlık duygusu raydan çıkmaya başlayınca veya kıskanılan kişinin olanaklarına sahip olunamayınca haset devreye giriyor.
Kişiler arası ilişkilerde yaşanan duygu yozlaşmasının en tehlikeli olmaya başladığı yer duygu karmaşalarıdır. En tehlikeli duygular iki insan arasındaysa, döner dolaşır birkaç kişinin zorluk yaşamasıyla sonuçlanır. Eğer bu karmaşa çözümlenmezse kişiler arası duygu karmaşaları genişler, kitlelere ulaşır. İşleyiş garipleşir, ülke dengesizleşir.
Kıskançlık ve haset duygularıyla sık sık karşılaştığınızı biliyorum. Zira gelen sorularda en fazla bu konunun gündeme gelmesi, beni de yazı başlığı hakkında yönlendirmiş oldu. Kıskanan kıskanana... hatta haset eden haset edene... bu nasıl bir ülke?
Kıskançlık "Onda var, bende yok" duygusunun adıyken, haset "Bende yok, onda da olmasın" duygusunun adıdır. Kıskançlık mahrumiyetle ilişkilendirilirken, haset sahip olamamanın getirdiği aşırı bir duygu olarak karşımıza çıkar.
Hasetle kıskançlık arasındaki yakın ilişki genelde terapi seanslarında görülür. Danışan terapistinin, farklı bir danışanla daha yakın/samimi olduğunu, onunla özel yaşamda da kişisel iletişim içinde olduğunu düşünebilir. Ve terapistinin o kişiyle yakın arkadaşlık ilişkisi içinde olduğunu düşünerek kıskanır. İşte tam bu noktanın ardından gelen kaçınılmaz süreç; terapistin zaten yavan ve sıkıcı bir kişi olduğu düşüncesidir! Ve uzun zamandır kendisi için çok değerli olan terapist bir anda gözden düşer. Hasetin aniden gelişmesi nedeniyle terapist de aniden değersizleştirilir.
Hasetin ortaya çıkmasının bazı nedenleri vardır elbet.
İlk olarak söylemem gerekirse; hırs ve iddialılık hasetin kışkırtılmasında önemli bir rol oynar. İnsanın kendi hırs ve hevalarını yerine getirememesi yıkıcı hasetin ortaya çıkmasını sağlar.
Aşırı hasetin nedenlerinden birisi de erken başlayan suçluluk duygusudur. Suçluluk duygusunun en önemli özelliği, kişi o suçluluk duygusunu taşıyabilecekken ortaya çıkmasıdır. Kişisel hayatımızla ilgili durumlarda suçluluk duyarız ancak onu hazmedeceğimiz zamanlarda. Oysa önemli bir karar merciindeyseniz, ağzınızdan çıkacak bir cümle pek çok insanın hayatını etkiliyorsa, bu gibi durumlarda alınan yanlış kararın suçluluk duygusu da erken dönemde yaşanır. Eğer ego taşıyamayacağı bir anda suçluluk duygusuyla karşılaşırsa, zulüm altında kalmış hisseder. Ve suçluluk uyandıran olay zulmedici olaya döner. Yani baba, kardeşinin evlenme kararını oğluna devrederse, abi kızkardeşinin başlık parası için evlenmesine göz yumarsa, kız ilk gece kocasının dayağıyla ölürse ne olur dersiniz? Oğulun gözünde baba zulmedici bir kişiye döner. Çünkü abi, aniden suçluluk duyar! Suçluluk duyduğu olayın zorlayıcısı olarak babayı görür! Ve baba onun gözünde zulmedici bir insan olur! Haset geliştirir...
Kıskançlık, psikoloji dünyasının bildiği gibi oidipal durumun ayrılmaz bir ögesidir ve her zaman nefret ve öldürme isteğiyle birlikte gelişir. Bunun en tipik örneği terapi seanslarında yaşanır. "Kocama yaklaştığında bile onu öldürmek istiyorum." cümlelerini çok sık duyarız kıskanç danışanlarımızdan. Paranoid ve şizoid yapı baskın değilse, çalışırsanız vakayla bu duygu geçer.
Haset, bana göre , yıkıcı itkilerin oral –sadist ve anal-sadist bir ifadesidir; yaşamın başından beri etkilidir ve bünyesel bir temeli vardır.
Haset, kıskançlık ve açgözlülük arasındaki farkları görmek gerekir. Haset, arzulanan bir şeyin başka birine ait olduğu ve bize değil de ona haz verdiği inancının yol açtığı kızgın bir duygudur; hasetli itki , o istenen şeyi sahibinden çekip almaya ya da bozmaya , kirletmeye yönelir.Şu da var: Haset öznenin sadece bir kişiyle olan ilişkisiyle ilgilidir ve kökeni de anneyle o herkesi dışlayan en eski ilişkide yatıyordur.Kıskançlık da hasete dayanır,ama öznenin en az iki kişisiyle ilişki içinde olmasını gerektirir:Özne ,kendi hakkı olan sevginin rakibi tarafından elinden alımdığına ya da alınma tehlikesiyle karşı karşıya bulunduğuna inanıyordur.Kıskançlığın günlük kullanımda,sevilen kişiyle özne arasına bir üçüncü kişi girmiştir.
Açgözlülükse özneyi sürekli uyaran ama doyurulması imkansız bir istektir,hem öznenin ihtiyacından hem de nesnenin verebileceğinden fazlasına yönelen bir istek.Açgözlülük ,bilinçdışı düzlemde,memeyi boşaltmaya ,kurutuncaya kadar emip tüketmeye ve tümüyle yutmaya yönelir esas olarak ;başka bir deyişle ,amacı yıkıcı içe yansıtmadır.Oysa haset sadece böyle bir gaspla sınırlı kalmaz ;aynı zamanda ,anneye ve öncelikle memesine kötülük koymak ,kötü dışkıları ve benliğin kötü parçalarını anneye ve memesine yerleştirmek ister.Bunun anlamı,annenin yaratıcılığının bozulması ,tahrip edilmesidir.Üretral-sadistik ve anal-sadistik itkilerden kaynaklanan bu süreci ,başka bir yerde ,yaşamın başından beri sürüp giden yansıtmalı özdeşleşmenin yıkıcı bir yönü olarak tanımlamıştım.Açgözlülükle haset arasında temel bir farklılık-çok kesin bir sınır çizgisi çekilemeyeciğini bilsek de-açgözlülüğün esas olarak içe yansıtmayla ,hasetinse yansıtmayla bağlantılı olmasıdır.
Kısa oxford sözlüğüne göre,kıskançlık,aslında bizim hakkımız olan bir iyi nin başka biri tarafından alınmasını ya da ona verilmesini içerir.Bu bağlamda ,iyi nin temelde iyi meme,anne ya da sevilen bir insan olarak yorumlanmasından yanayım.Crabb in ingilizce eşanlamlı sözcüklerine göre ,...kıskançlık,elinde olanı yitirmekten korkar;hasetse ,kendi isteğinin bir başkasında olduğunu gördüğü için acı duyar...Hasetli kişi ,haz ve memnuniyet görüntülerinden sıkıntı duyar.Ancak başkalarının sefaleti huzur verir ona.Bu yüzden,hasetli kişiyi tatmin etmeye yönelik her tür çaba nafiledir.Kıskançlık,crabb e göre,nesnesine bağlı olarak,soylu ya da aşağılık bir duygu olabilir.Birinci durumda,korkuyla bilenmiş rekabettir.İkinci durumdaysa,korkunun körüklediği açgözlülüktür.Hasetse her zaman aşağılık bir duygudu,en kötü duyguları da peşinden sürükler.
Kıskançlık karşısındaki genel tavır,hasete gösterilen tavırdan farklıdır.Hatta bazı ülkelerde(özellikle Fransada ) kıskançlık nedeniyle işlenen cinayetlere daha az ceza verilir.Bunun temelinde,rakibi öldürmenin ancak sadakatsiz kişiye sevgi duyma durumunda söz konusu olabileceğine ilişkin evrensel bir seziş yatmaktadır.Bu da,yukarıda söylenenler ışığında,iyi ye sevgi duyulduğu ve sevilen nesneye hasette olduğu gibi zarar verilmediği anlamına gelir.
Çok hasetli insanın tatmin edilmesi imkansızdır;hiçbir zaman tatmin edilmesi imkansızdır;hiçbir zaman yönelecek bir nesne bulmaktadır.Bu,kıskançlık,haset ve öçgözlülük arasındaki yakınlığı da gösterir.
Hasetin,kşinin haz ve memnunluk yetisine zarar vermesi, neden bu kadar ısrarlı ve kalıcı olduğunu da bir ölçüde açıklar.Çünkü yıkıcı itkileri ,haseti ve açgözlüülüğü hafifleten etken haz ve zulmedilme kaygısı birbiriyle ilişkildir ve kaçınılmaz olarak birbirini şiddetlendirir. Hasetin nesneye zarar verdiği duygusu,bunun yol açtığı büyük kaygı ve sonuçta nesnenin her şeye karşın iyi olduğunu gördüğünde de ,onu daha da açgözlü bir biçimde arzulayacak ve içine alacaktır.Besin içinde geçerlidir bu.Analiz sırasında sık sık gördüğümüz bir durum vardır:Hastalar,nesneye karşı çok ikircikli duygular besledikleri ve dolayısıyla analistin ve analizin değerinden de kuşkuya kapıldıkları anlarda,kaygılarını hafifleten herhangi bir yoruma sarılabikmekte ve o anda iyi olduğunu hissettikleri şeyin azamisini alabilmek için de seansı uzatmaya çalışmaktadırlar.(öte yandan,bazı insanlar da kendi aç gözlülüklerinden çok korktukları için seansı tam zamanında bitirmeye çalışırlar.)
İyi nesneye sahip olduklarından kuşku duyan ve kendi duygularının iyiliği konusunda kararsız kalan insanlar da açgözlü ve gelişigüzel özdeşleşmelere yatkın olurlar;böyle insanlar kolayca etki altında kalırlar ,çünkü kendi yargılarına güvenmiyorlar.
Haset yüzünden içlerinde bir iyi nesne geliştiremeyen bebeklere karşılık,sevgi ve şükran yetisi yüksek olan bir çocuğun iyi nesneyle kçklü bir ilişkisi vardır;ve bu yüzden de ,sevilen ve iyi bakılan çocuklarda bile zaman zaman ortaya çıkabilen o geçici haset,açgözlülük ve gücenme durumlarını fazla yara almadan geçiştirebilir.bu olumsuz ruh hallerinin geçici olması,iyi nesnenin hep yeniden kazanıldığını gösterir.İyi nesnenin yerleştirilmesinde ve dengeli,güçlü bir benin temellerinin atılmasında çok önemli bir etkendir bu geçicilik.Anne memesiyle ilşki,gelişim süreci içinde,insanlara ,değerlere ve davalara bağlılığın da temelini oluşturur ve temelini oluşturur ve başlangıçta ilksel nesneye duyulan sevginin bir bölümü böylece massesilir.
Sevgi yetisinin çok önemli bir türevi de şükran duygusudur.Bu duygu ,iyi nesneyle ilişkinin gelişmesinde vazgeçilmez bir etkendir ve aynı zamanda kişinin hem başkalarındaki hem de kendisindeki iyiliği görmesini sağlar.Şükranın kökeni bebekliğin ilk evrelerinin duygu ve tavırlarında yatar;bu dönemde bebek için tek nesne annedir.Bu erken bağın daha sonraki bütün sevgi ve aşk ilişkilerinin de temeli olduğunu söylemiştim.Anneyle bu herkesi dışlayan ilşkinin yoğunluk ve süresi bireyden bireye değişse de,kanımca çoğu insan böyle bir evreden geçmiştir.Böyle bir ilişkinin,zadelenmeden ne kadar süreceğini kısmen dış koşullar belirler.Ama temelinde yatan içsel etkenlerin-özellikle de sevgi yetisinin-doğuştan geldiği görülecektir.Yıkıcı itkiler,en başta da şiddetli haset,anneyle bu özel ilişkiyi erken bir evrede zedeyebilir.Besleyen memeye duyulan haset güçlüyse,tam doyum ve memnunluk da engellenir,çünkü daha önce de söylediğim gibi,haset nesneyi soyuyor,yoksullaştırıyor ve bozuyordur. Şükran, iyiye duyulan güvenle ilgilidir. Sevileni kabul etme ve özümseme yeteneğidir.
Şükranla cömertlik arasındaki sıkı bir bağ vardır.İyi nesnenin özümsenişinin sonucu olan iç zenginlik,bireye bu nesnenin armağanlarını başkalarıyla paylaşma imkanı verir.Böylece daha dostane bir diş dünyanın içe yansıtılması da mümkün olur ve bir zenginleşme duygusu ortaya çıkar.Öyle ki,cömertliğin çoğu zaman yeterince takdir edeilmemesi bile verme yeteğini fazla zedelemeyecektir.Buna karşılık,bu iç zenginlik ve kuvvet duygusuna yeterince sahip olmayan insanların cömertlik nöbetlerinden sonra çoğu zaman abartılı bir takdir ve şükran beklentisi içine girdikleri görülür;bunun sonucu da soyulmuş ve yoksullaştırılmış olma duygularına bağlı zulmedilme kaygılarının şiddetlenmesidir.
Hepimiz fark etmişizdir.Bazı şükran davranışları aslında sevgi yetisinin değil,suçluluk duygularının ürünüdür.Böyle suçluluk duygularıyla gerçekten köklü bir şükran arasındaki ayrımın önemli olduğuna inanıyorum.Ama bu ,en içten şükran duygularına bile hiçbir suçluluk öğesinin karışmadığı anlamına da gelmez.
Sevgiyle kalın...
Mehtap KAYAOĞLU.
Psikolojik Danışman &Psikoterapist.