Tarîkat Hakkında 1
Eski tarîkatler, Peygamber Efendimizin, Hulefâ-i râşidînin, Sahâbe-i kiramın, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînin yoluna uygun idi...
Son zamanlarda, “tarîkat şeyhi” adı altında, bazı “müteşeyyih=şeyh taslağı, sahte şeyh”lerin, birtakım ahlâkî zaafları ortaya çıkınca, televizyonlarda ve internet sitelerinde, bu menfaat çeteleri ve ahlâksızlar üzerinden, tarîkatlere ve tasavvufa son derece ağır bir şekilde birtakım hücûmlar, saldırılar yapıldı. Birçok insanın da kafası bozuldu, zihni karıştı, meselenin aslı nedir demeye başladı?
Başta şunu ifâde edelim ki, mukaddes dînimiz, hiçbir ferdin, şeyh olsun, mürîd olsun, zinâ yapmasına, ırza tasallut etmesine aslâ ve kat’â müsaade etmez ve müsâmaha göstermez. Hele bir şeyh müsveddesinin, müridinin kızının ırzına geçmesi, o temiz yavrunun nâmûsunu kirletmesi, dînimizin şiddetle reddettiği, en şenî, en fecî işlerdendir.
Bu münâsebetle biz, bugün ve yarınki 2 makâlemizde, inşâallah, birer nebze “tarikat”ten bahsetmeye çalışacağız.
“Tarîkat”: Lügatte “yol” mânâsına gelir. Istılâhta ise, “Tasavvuf yolu; insanları mânen olgunlaştırmak, terbiye etmek, yetiştirmek için, tasavvuf büyüklerinin tâkip ettikleri yol” demektir.
Tasavvuf bilgilerinin hepsi, Peygamber Efendimizden gelmektedir. Bütün Eshâb-ı kirâm (radıyallahü anhüm), bu bilgileri silsile yoluyla kendilerinden sonrakilere ulaştırdılar. Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ali (radıyallahü anhümâ) müstesnâ, diğer Sahâbeye âit silsileler, birkaç asır sonra kayboldu. Bin dört yüz seneden beri, ince bilgiler ve mârifetler, Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ali’ye (radıyallahü anhümâ) âit silsileyle gelmiştir.
İslâmın ilk iki asrında, Hazret-i Ebû Bekir ile Hazret-i Ali’den (radıyallahü anhümâ) gelen feyiz ve mârifetler, insanların istidâd ve kâbiliyetleri, tabîat ve mizâcları ve değişik şartlara göre farklı tarzlarda sunuldu.
Netîcede, Hazret-i Ebû Bekir’e âit silsileden 9. asırdan îtibâren; Hazret-i Ali’ye âit silsileden 12. asırdan îtibâren ana tarîkatlar ortaya çıktı.
Zamanla ana tarîkatlar içerisinde mânevî husûsiyetleriyle temâyüz edenler (mürşid-i kâmiller, tasavvufta yetişmiş ve yetiştirebilen yetkili rehberler) bulundu. Bunlar da şartlara ve zamanlarındaki insanların durumlarına göre, ana tarîkatın temel özelliklerine muhâlefet etmeden, bâzı değişiklikler ve ilâveler yaptılar. Böylece ana tarîkatların şûbeleri ortaya çıktı. Bunlar da, tarîkata husûsiyetini veren o velî zâtın ismiyle anıldılar.
“Tarîkatların esâsını, tasavvuf bilgileri teşkil eder. Bu bilgilerin, insanlara farklı şekillerde sunulmasından tarîkatlar meydâna gelmiştir. Tarîkatların çeşitli isimler alması, başka başka olmalarından değildir. Aynı mürşidin (yol gösteren, rehberlik eden âlimin) talebeleri, birbirlerini tanımak ve mürşidleriyle tanınmak için bulundukları yola mürşidlerinin (hocalarının) isimlerini vermişlerdir.” (Abdullah-ı Dehlevî)
Eski tarîkatler, Peygamber Efendimizin, Hulefâ-i râşidînin, Sahâbe-i kiramın, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiînin yoluna uygun idi. Sonradan maalesef bozulmalar oldu.
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.
TARİKATLAR 2
Mutasavvıflar, insanlara; her şeyin Allah rızâsı için yapılması gerektiğini anlattılar. Onların yüksek karakterli olmalarına yardımcı oldular.
Dünkü makâlemizde, tarîkatın tarîfini yapıp o konuda birkaç kelime yazdık. Bugün de aynı konuya devâm etmek istiyoruz...
Çeşitli sanat dallarında ustaya, rehbere ihtiyaç olduğunda şek ve şüphe yoktur. Geçmişte, tarîkat ehli, tasavvuf erbâbı kişiler, ferdlerin, basît menfaat kaygılarından kurtulmalarına, oldukları gibi görünen ve göründükleri gibi olan, riyâ ve gösterişten uzak, yüksek karakterli insanlar olmalarına yardımcı olmuşlardır.
Cemiyetteki insanların birbirlerini dilden değil, gönülden seven, kendileri için istediklerini başkaları için de isteyebilen kimseler olmalarına, benlik dâvâsından ve kendini beğenmişlikten sıyrılmalarına gayret etmişlerdir. Dünyâ sevgisiyle katılaşan kalpler, onların tesîrli sözleriyle yumuşamıştır.
Bugün de, bu sayılanların yanı sıra, insanların katil, darb, gasp, hırsızlık, eşkıyâlık gibi kötü huylardan kurtulmaları için hakîkî rehberlere, doğru hocalara ihtiyaçları vardır. Ama tabîî ki sahtelerinden çok çekinmek lâzımdır.
Tasavvuf büyükleri, çobandan devlet reîsine kadar herkese hitâb edip sözleri ve sohbetleriyle gönülleri cezbetmişler ve yaptıklarını Allah için yapma rûhunu aşılamışlardır.
Ayrıca İslâmiyetin yayılmasında da bilfiil hizmet gören tarîkat mensûbu zâtlar, dünyânın her tarafına, tâ Hindistân ve Malay adalarına kadar gidip, yerli halkın lisânlarını öğrendiler, aralarına karışıp, İslâmı yaydılar.
Mutasavvıflar, insanlara; her şeyin Allah rızâsı için yapılması gerektiğini anlattılar. Riyâ ve gösterişten uzak, yüksek karakterli insanlar olmalarına yardımcı oldular. Benlik dâvâsından ve kendini beğenmişlikten kurtardılar. Birlik ve berâberliğe kavuşmuş cemiyetler meydâna getirdiler.
Hicrî beşinci (mîlâdî 11.) asırdan îtibâren sistemleşmeye başlayan tarîkatların, fert ve cemiyet hayâtında büyük tesirleri olmuştur. İslâmiyet'in yayılmasında bilfiil hizmet gören tarîkat mensûbu zâtlar, dünyânın birçok yerine dağılıp, insanların İslâmiyet'le tanışmalarına sebep olmuşlardır.
Son zamanlarda tarîkat diyerek birçok şeyler uyduruldu. Peygamber Efendimizi görüp, O'nun sohbetinde yetişen Eshâb-ı kirâmın ve hakîkî İslâm âlimlerinin bildirdikleri doğru yol unutuldu.
Dînden bî-haber olan, câhil kimseler, hattâ İslâmiyet'in emirlerine açıkça uymayanlar, şeyh ve tarîkatçı unvânı alarak, zikir ve ibâdet adı altında, dînimizin yasak ettiği birçok günâhları işlediler. (Abdülhakîm Arvâsî)
Burada şunu söyleyelim ki, dînimizin 4 temel delîli vardır: Bunlar, Kitap (Kur’ân-ı kerîm), Sünnet (Peygamber Efendimizin söz, iş ve takrîrleri yanî onayları) İcmâ-ı Ümmet (başta Sahâbe, Tâbiîn ve Tebe-i Tâbiîn nesilleri olmak üzere, İslâm âlimlerinin dînî bir konuda ittifâk etmeleri, söz birliği yapmaları) ve Kıyâs-ı Fukahâ (Fıkıh âlimlerinin ictihâdları)dır.
İslâm âlimleri, itikâdda Ehl-i sünnet mezhebinde, amelde ise 4 temel mezhepten birinde yanî Hanefî, Mâlikî, Şâfiî ve Hanbelî mezheplerinden birinde olmak lâzım demişlerdir.
Prof. Dr. Ramazan Ayvallı.