SAĞLIK VE HASTALIK NİMETLERİ
Rabbimiz Allah-u Teâlâ’nın biz insanlar için ikram/ihsan ettiği nimetleri saymamız da şükrünü eda etmemiz de mümkün değil. Çünkü her nimete şükür borcumuz var. Şükredebilmek de nimettir. Böyle olunca hakkıyla şükürden acziyetimiz ortaya çıkıyor. Bunun idrak edilmesi şükür sayılıyor. Nimetleri alındığında veya azaldığında ise sabır gerekiyor. Nimetleri emrettiği yerde kullanacak (adalet), yasakladığı şeylerde/yerde kullanmayacak, hayatımızı O’nun(C.C.) Rızasına uygun olarak sürdürerek saadete ulaşabileceğiz. Sonunda emanetler alınacak ve bu emanet ve nimetlerden sorgulanacağız.
Nimetler maddi, manevi nitelikte olup bize emanettirler de.
En önemli, değerli nimet ve emanetlerden birisi de sağlığımız/afiyetimizdir. Dünya hayatımızı en güzel bir şekilde düzenlemek suretiyle, hem dünya hem de ahiret saadetimizi sağlayan Rabbülalemin’in bizlere ikram nimet ve ihsanı olan İSLAM, hayatımızın her konusunda olduğu gibi “hastalık” konusunda da bizi aydınlatmaktadır.
Rabbimizin bir ismi de “Şafi”dir. Şifayı ancak O (C.C.) verebilir. Hekimler, ilaçlar sebeplerdir. Kitabımızın bir ismi de “Şifa”dır. Bal tüm insanlar için, Kur’an ise mü’minlere şifadır. (Hem maddi, hem manevi hastalıklarımıza)
Kur’an’ın “müminlere şifa olduğunu”, “musibetlerle deneneceğimizi”, “nefsini arındıranın kurtulacağını”, “insanın kendini muhtaç görmediğinde azgınlaşacağını”, “başımıza gelen musibetlerin günahlarımız yüzünden olduğunu”, “Allah’ın sabredenlerle beraber olduğunu…” biliyoruz.
Yine Kur’an-ı Kerim’de inanmayanların “ölü, sağır, dilsiz, kör, anlamaz/akletmez, canlıların en aşağıları...” olarak vasıflandırıldığını öğreniyoruz.
Hastalık, hayatımızın bir parçası, herkesin her zaman yaşayabileceği bir gerçek... Hemen hemen her konuda olduğu gibi “hastalık” konusunda da birbirine yakın görüş ve değerlerlendirmeler yanında birbirine zıt görüş ve değerlendirmeler yapılabilmektedir. Bu farklılıklar, inanç, ilim, kültür gibi farklılıklarından doğar.
Ümmeti Muhammed’in salihleri, ehl-i hikmet hastalıklara bizim baktığımız yerden bakmazlar, onu bir “nimet” olarak da algılamışlar, kabullenmişlerdir. Onlara göre sağlık /afiyet gibi hastalık da bir nimettir. Yararlıdır, gereklidir... Yaratılan her şeyde nice hikmetler, yararlar vardır. Ve hepsi insanların yararı içindir. Hastalık anlamsız, gereksiz, yararsız değildir. Bir anlamda ilaçtır.
Bedenimizin tüm organları kendi görevlerini yerine getirebildiğinde sağlıklı/afiyette/esenlik içinde oluruz. Bu halde vücudumuzda bir denge/itidal/adalet vardır. Bu dengenin bozulmasıyla hastalık denilen olgu ortaya çıkıyor. Ve bir organizmadaki hastalık, tüm beden ve ruhumuzda bir bütünlük içinde kendini hissettiriyor. İnsan olarak “eşref-i mahlûkat”, “mükerrem”, “ahsen-i takvim” olarak akıl nimetiyle de donatılmışız ve onunla sorumluyuz. Akıl ve iman bizdeki en büyük nimetler...
Bedenimizin nasıl ki gıdalara/vitaminlere ihtiyacı vardır; bunlar karşılanmadığında hasta oluruz. Bunun gibi kalbimizin de gıdalanmaya ihtiyacı vardır. (İman, ilim, zikir, salih ameller, vb.) Bu ihtiyaçları karşılanmadığında ve günah işlediğimizde kalbi/manevi hastalıklar oluşur, gelişir ve sonunda tevbe istiğfar, salih amel olmazsa kalbimiz kararıp, sonunda kilitlenebilir. Tersine çevrilebilir, maazallah... Günahlarımız kalbimizi karartıp bizi hasta ediyor.
Bedensel hastalıklarımız için nasıl tedaviye, ilaçlara muhtaç olarak tabiplere gidiyorsak, sağlık emanetimizin/nimetimizin korunması için bunu yapıyorsak; bunun gibi-hatta daha önemli olan- kalbi hastalıklarımızın tedavisi/ahlakımızın düzeltilmesi/nefsimizin tezkiyesi/kalbimizin tasfiyesi için de manevi hekim olan Rabbani âlimlere/kamilmürşidlere başvurmak durumundayız. Bunlar Allah-u Teâlâ’yı bilen, ilim, salih amel, ahlak-ı hamide sahibi olanlardır. İhlas ve ilimle aranırlar. Üstelik bunlar maddi ücret/dünyalık da beklemezler, insanlardan. Ücretlerini, peygamberler (A.S.) gibi Rablerinden umarlar.
Bedeni hastalıklar tıbbi cihazlarla tesbit/teşhis ve tedavi edilebilse de, manevi hastalıklar tıbbi cihazlarda görülemezler, bilinemezler. Bu konu tıbbın değil, tasavvuf ilminin konusudur.
Sahte şeyhler, ehliyet, ilim ve ahlak sahibi olmayan buna rağmen insanlara rehberlik eden konumda olanlar, bağlılarını saptırabilir, manevi hayatlarını karartabilirler. Bunlardan uzak durmak, âlimlerimizin öğütlerindendir.
“Kötü doktor candan; kötü âlim dinden eder” derler.
Hasta olmadan sağlığımızın önem ve değerini anlayamayız. Hastalıktan kurtulmak için tüm maddi imkânlarımızı seferber edebiliriz.
Bedenin/nefsin hastalıkları, kalbin/ruhun ilaçları olarak algılanıp, değerlendiriliyor.
Kalbi/manevi hastalıklar hem gizli hem de tehlikeli ve zararlıdırlar. Tedavi edilmezlerse, ahiret hayatını karartabilirler. Hâlbuki bedenimizin/organlarımızın hastalıkları her ne kadar biz Müslümanların dünyevi hayatında maddi ve nefsi yıkıntılara neden olsalar da, kalbi hastalıklara karşı “tedavi edici” görevle “ilaç” olabilirler. Nefsimizin kimi zaman sıkıntıları, acıları kalbimizin ilacı olabilir. Bu noktada “sabır” çok önemlidir.
Şifayı da sabrı da Rabbimizden dileriz. “Şafi” de “Sabur” da O’dur (C.C.). Doktorlar da, mürşitler/âlimler de, ilaçlar da birer vesile/ araç ve sebeptirler. Şifa ancak Allah’tandır. Tüm doktorlar bir araya gelseler, Allah dilemedikçe ne yarar sağlayabilirler ne de zarar verebilirler.
Bedensel hastalıklarımız, bizi günahlarımızdan arındırabilir, bizi dünyevi hırslardan, dünya muhabbetinden, gafletten uzaklaştırıp, Allah-u Teâlâ’yı, ahireti/ölümü hatırlatarak bizi O’na (C.C.) yaklaştırabilir, terbiye eder, olgunlaştırır. Günahlarımız için dünyada kefaret olabilir. İyilerin de derecelerini artırır, yaklaştırır.
BAHADDİN ELÇİ.