* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Kelime-i Tevhîd’in Şartları  (Okunma sayısı 1708 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı anadolu

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 813
    • www.fanidunya.net
Kelime-i Tevhîd’in Şartları
« : Ocak 17, 2023, 02:44:01 ÖS »
Kelime-i Tevhîd’in Şartları

 Allah Teālâ’nın yaratma ve emretmede tek ilâh oluşunu fonksiyonel biçimde Kur’ân-ı Kerîm âyetleriyle insanlara ilân eden Hz. Peygamber (sav), Müslümanların gaflet hâlinde kalarak şirkin çekim alanına girmemeleri için Allah’tan başka ilâh olmadığı ifâdesini içeren “Kelime-i Tevhîdi” mü’minlerin sık sık okumalarını emretmiş ve bu çerçevede şöyle buyurmuştur: “Kim, ortağı olmayan bir Allah’tan başka tanrı yoktur, mülk O’nundur, hamd O’na mahsustur, O’nun her şeye gücü yeter.” şeklindeki sözleri sabaha eriştiğinde on defa söylerse, bu yüzden kendisine yüz sevap yazılır, yüz günâhı silinir, bir köle hürriyete kavuşturmasına denk sevap alır. O andan akşama kadar da (şirkten) korunur. Bunları akşama çıktığında söyleyen kişiye de aynısı verilir.”1 Bu hadiste Hz. Muhammed (sav), on defa kelime-i tevhîd okuyanın alacağı sevaptan ve mānevî hazdan bahsederken bir başka hadîsinde de; “Kim, Allah’tan (cc) başka ilâh yoktur. O, tektir, ortağı yoktur, mülk Onundur, hamd O’na mahsustur. O, herşeye kādirdir sözlerini günde yüz defa söylerse...”2 buyurmak sûretiyle, önceki hadiste olduğu gibi sevap alacaklarını bizlere haber vermiştir. Kelime-i Tevhîd okumanın sevâbını anlatan başka hadisler de vardır. Bize göre sayıların çokça verilmesi tevhîdin anlamını kalplere tekrar yöntemiyle yerleştirmek ve sevap isteğine bağlı bu kelimeleri çokça tekrarlatmak içindir. Dilde başlayan bu söylem kalbe inecek olur ve hayâta tevhîdî bir anlam verilirse ortaya çok farklı bir insan çıkacaktır. Bu yeni insan modeli, şirkle ve şirkin kurumsal yapılarıyla hesaplaşacak niteliği ancak tevhîdî bilinçle kazanabilir. Bu kelimeleri gün içinde yüzlerce tekrarlamasına rağmen kişi, hayâtının anlamlandırılmasını vahiy karşıtı şeylere bırakıyorsa; “zikir” okumalarının hiçbir yararını görememiştir, sâdece yorulmuştur.

Hadislerden çıkan sonuca göre şu gerçeği vurgulamak gerekir: Hadîs-i Şerîf’in metnindeki; “Her kim ki Allah’tan başka ilâh yoktur derse...” ifâdesinden, kelime-i tevhîd okumanın belirli bir gruba değil herkese şâmil olduğunu çıkarıyoruz. Hadisten çıkarılan bir başka önemli sonuç da; “on defa okursa” veya “yüz defa söylerse” ifâdeleri çokluk bildirmek için söylenebildiği gibi, gerçek sayı da olabilir. Yukarda açıkladığımız üzere esas amaç mānâyı gönüllere hâkim kılmaktır. Bu durumda her Müslüman, îmânını yenilemek ve Allah’la olan inancına bağlı samîmî irtibâtını devâm ettirebilmek ve tevhîdi koruma noktasında uyanık kalabilmek için Hz. Peygamber’in (sav) belirlediği miktarda kelime-i tevhîd okumak zorundadır. Zorundadır, çünkü sünnetin bağlayıcı olması ve Hz. Peygamber’in bizler için bir değer ifâde etmesi bunu gerektirir. Hz. Peygamber de anlamı kavranarak ve kavranan bu mānâya göre hayâtın anlam kazandığı şuurlu tevhîd okuma biçimine verilecek sevâbı şöyle dile getirmiştir: “Bir kul ihlâsla “lâ ilâhe illallâh” derse, büyük günahlardan kaçındığı sürece gökyüzü kapıları ardına dek tâ arşa kadar açılır.”3 Duāları makbûl olduğu gibi rahmet kapıları da onun için açılmış olur. Kelime-i şehâdetteki birinci bölüm, kulun tevhîde tanıklığını ve kesin inancını toplumu şâhit tutarak ikrâr etmesidir. Bizim kanâatimize göre şehâdet, îmân ettiğimiz tevhîdin hakīkatini insanlara duyurmak, ilân etmek ve anlamını hayâta yansıtarak örnek bir ümmet olabilmeyi göstermek; toplumu böyle bir insana tanık yapmaktır. Zâten bu tanıklığın netîcesine göre insana Müslüman muâmelesi yapılır veya yapılmaz. Müslümanlığına tanıklık yapılmayan; şehâdetin sözlü veya amelî tecellîsi üzerinde gözükmeyen kimseler İslâm toplumunda bāzı haklardan mahrûm olurlar. Bu ifâdelerin fıkhî ayrıntıları kaynaklarımızda mevcuttur, dileyenler araştırabilirler.

Kelime-i tevhîd, dünyevî ve uhrevî kurtuluşun anahtarıdır.4 Bu münâsebetle Peygamber Efendimiz; “Ey insanlar! Lâilâheillallâh deyin ve kurtuluşa erin.”5 buyurmuştur. Bu anahtarın sıhhatli çalışması için dişlilere ihtiyaç vardır. Bu dişliler sālih amellerdir. Konuyu özetler mâhiyette, Ömer b. Abdülazîz şu izahı yapmıştır: “Îman; farzlar, hükümler, hadler ve sünnetlere ittibâdan ibârettir. Kim ki bunları tamamlarsa îmânını kemâle erdirmiş olur.”6 Bu ifâdeler amelin önemini vurgulamakla berâber, amelin îmânın bir parçası olduğuna işâret etmemektedir. Dolayısıyla nasların zāhirinden hareketle yanlış çıkarımlar yapılmamalıdır. Bu konular klasik ulemâ tarafından geçmişte hükme bağlandığı için yeniden gereksiz tartışmalara da girilmemelidir.

İnsanın dünyevî ve uhrevî kurtuluşuna vesîle olan kelime-i tevhîdin sahîh olması için yerine getirilmesi gereken bāzı şartlar vardır. Bu şartları şöyle sıralayabiliriz:

1-Kelime-i tevhîdden kast olunan anlamı; bu kelimenin nefyettiklerini ve ispât ettiklerini zerre kadar cehâlete yer vermeyecek şekilde bilmektir. Tevhîde îmân eden kâmil bir Müslüman; bütün uydurma ilâhları, gerçek ve hükmî şahıs mâhiyetindeki tâğutları, Allah Teālâ’ya eş koşulan soyut ve somut değerleri, rablik iddiasındaki varlıkları reddeder. Allah’tan başka hiçbir ilâhı kabûl etmez. Müslüman tevhîdi söylerken “لَا” dediği andan itibaren, Allah’tan başka ulûhiyet iddiasındaki varlıkları inkâr ederek kalbini temizler. Bu anlamda îman; küfrü ve kurumsal yapısını, kâfirlerin değerlerini, dünyâ görüşlerini, hayat tarzlarını inkârla başlar. Zihin tezkiyesi gerçekleşmeden tevhîd gerçekleşmez. “Ey insanlar! Lâilâheillallâh deyin ve kurtuluşa erin.”7 nebevî buyruğu da tevhîdin küfrü inkârla başladığına işâret etmektedir.

Tevhîdin ispat kısmı ise, sâdece Allah Teālâ’yı gāye edinmeyi ve O’na yönelmeyi, sevgide zirveye çıkmayı, korku ve ümit arasında olmayı, itāatte verâyı, uygulamada ihsânı, îman ve amelde takvâyı gerektirir. Tevhîdin bilgi temelli olmasına ve taklitten ārî kalmasına şu âyet delâlet etmektedir: “Binâenaleyh (fırsat eldeyken) şu: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur.” hakīkatini bil, hem kendinin hem erkek mü’minlerle kadın mü’minlerin günâhının bağışlanmasını iste. Allah, dolaştığınız yeri de bilir, barındığınız yeri de.”8 Âyetin tefsîri ile alâkalı Cârullah ez-Zemahşerî şu yorumu yapmıştır: “Âyette mü’minlerin ve kâfirlerin durumları anlatıldığına göre, sen de onların hallerini bildiğin için Allâh’ın tek ve eşsiz olduğunu ikrâr üzere durumunu devâm ettir. Allâh’a itāat ve nefsini terbiye etme hâlini de kendi zellelerine ve getirdiğin din üzere olanların günahlarına Allah’tan bağış dileyerek sürdür. Öyle ki Allah, sizin tüm hallerinizi, hareketlerinizi, maişetiniz için dolaşmalarınızı, evlerinizdeki karar kıldığınız yerleri, hayâtınızdaki dönüp dolaşmalarınızı, kabirlerinizdeki konumunuzu, işleriniz konusundaki gidip gelmelerinizi, cennet ve cehennemdeki hâlinizi bilir.” Ayrıca Zemahşerî; “Allâh’ın kullarının ilimden sonra amelle emir olunduklarına” bu âyetle delil getirmiştir.9Verdiği murâkabe bilinci ile bu âyet insanlara ilâhî denetim altında yaşadıklarını, Allah Teālâ’nın da kullarının tekil, tikel ve tümel; amelî halde olan veya düşünce aşamasında olup pratiğe yansımayan tüm eylemlerine muttalî olduğunu haber vermektedir.

2-İçerisinde hiçbir şek ve şüphenin olmadığı kesin bir bilgi ile Tevhîde ve içeriğine/tevhîdin rükünlerine îmân etmektir. Mārifetteki derinlik ve kazanılan yakîn hâli îmandaki şüpheyi yok eder. Bu anlamda mārifeti en üst seviyede olanlar peygamberlerdir. Mārifet derinliği nedeniyle peygamberlerin örnek alınması gerekir. Nitekim biz de îman alanı başta olmak üzere Peygamber Efendimiz’i örnek alırız. Yüce Allah, şu âyette îmânın keyfiyeti ile bilgi arasındaki irtibâtı bizlere bildirmiştir: “Allah’tan en çok, ālim olan kulları haşyet duyar.”10 Duyulan haşyet, ihlâs ve mārifet temelli olunca îmanda şek ve şüphe de olmaz. Îmanda şüpheye yer vermemek için inançta ihtimâl bildiren hiçbir cümle kurulmaz. Âyette buyurulduğu üzere ideal îman da budur: “Gerçek mü’minler, Allâh’a ve resûlüne îmân eden; bu îmanlarında şüpheye düşmeyen, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihâd edenlerdir. İşte îmanlarında sādık olanlar onlardır.”11 İçerisinde şüphe olmayan îmânın göstergesi, îman sāhibinin îmânın bedeli olan cihaddan korkmaması ve hayâtının her ânını mücâhede ile geçirmesidir. Îmân ettiği değerler uğrunda maddî-mānevî fedâkârlıklar yapmak, îmânın bedelidir.

Yüce Allah, Mekkî âyetlerde on üç yıl Kendisini esmâ, sıfat ve ef’āliyle tanıtmıştır. Bu tanımadan nasîbini alıp mārifet nûru ile zihinlerini ve kalplerini aydınlatabilenler Müslüman olmuşlardır. Allah Teālâ’yı gereği gibi bilemeyenler ve zihinsel tezkiyeye kendilerini kapatanlar ise müşrik, kâfir, Yahudi, Hristiyan, münâfık vd. küfür gruplarından birini tercîh etmişlerdir. Modern zamanlarda ideolojilerin doğuşuyla berâber tercîh edilen dünyâ görüşleri ise dîne alternatif olduklarından veya îman alanını senteze tâbi tuttuklarından dolayı birçok Müslümanın İslâm’dan uzaklaşmasına sebep olmuştur.

3-İçerisinde şirkin barınmasının imkânsız olduğu ihlâs/samîmiyet. İhlâs, amellerin makbûl olmasının şartlarından biridir. Îmânın derinlik boyutudur. Bu anlamda Yüce Allah şöyle buyurmuştur: “Oysa kendilerine yalnızca Allâh’a ibâdet etmeleri, bütün içtenlikleriyle/ihlâsla yalnız O'na îmân ederek bâtıl olan herşeyden uzak durmaları; namazlarında dikkatli ve devamlı olmaları ve zekâtlarını hakkıyla vermeleri emir olunmuştu. Çünkü bu, doğruluğu kesin ve açık olan bir dînin sistemidir.”12 İhlâsı kaldıran iki etken vardır. Bunlardan biri ikrah/baskı ve zorlama, diğeri de riyâdır. Allah Teālâ, nifâka ve şirke medâr olmaları sebebiyle her ikisini de haram kılmıştır. Bu bağlamda tevhîdin tasdîkı husūsunda kimseye baskı yapılmaz. Zîrâ îmanda baskı münâfık üretebilir. Ayrıca bilinmeli ki ameller; Müslüman olmanın hem ikrârı hem de îmânı kuvvetlendiren, ahlâkī değişimi olumlu yönde etkileyen vesîlelerdir. Amellerin bu yönünün Müslümanların hayatlarında tezāhür edebilmesi için ibâdetlerin ve davranışların sâdece Allah rızāsını kazanmak amacını gütmesi şarttır. Zîrâ riyâda, amelleri Allah’tan başkasına arz ederek bu arz makāmını ilâhlaştırma vardır ki bu durum amellerin sevâbını iptâl eder.

Kur’ân-ı Kerîm böyle çarpık bir davranışı ancak îmânın kalplerinde yer etmediği münâfıkların yapabileceğini sıkça vurgulamıştır.

4-Yalana hiç yer vermeyen tasdîk. Müslüman, kelime-i tevhîdi sıdk ile söylemelidir. İçerisinde zerre kadar yalana yer vermemelidir. Bu anlamda sıdk; kalp ile dilin uyumlu olması, tasdîk edilen tevhîdin dille de ikrâr edilmesidir. Kalpleri ile îmân etmedikleri hâlde dilleriyle îmân etmiş gibi gözüken yalancı münâfıkların durumlarını şu âyet net bir şekilde ortaya koymaktadır: “Münâfıklar sana geldiklerinde, "Biz şehâdet ederiz ki sen kesinlikle Allâh’ın Resûlüsün" derler. Allah da biliyor ki gerçekten de sen O'nun Resûlüsün ve Allah şehâdet eder ki münâfıklar kesinlikle yalancıdırlar.”13 Münâfıkların îmanları yalan üzerine binâ edilmiştir. Onları nifâka sevk eden birçok sebep olsa da esas neden, îmânın bedeli olan cihâdın farz kılınmasıdır. Bu ibâdet farz olana kadar münâfıklar türememiştir.

Ne zaman ki cihâdın mukātele türü emredildi o zaman münâfıklar târih sahnesine çıkmıştır. Târih sahnesine çıkan bu bâtıl inanç grubu Peygamber Efendimize karşı yalan söylemişler; inanmış gibi gözüküp hiçbir zaman îmân etmemişlerdir.14Canlarını ve menfaatlerini Allâh’ın emirlerine tercîh edip her zaman konjonktürü gözetmişler, çıkarlarıyla çatıştığında hiçbir kutsalı kabûl etmemişlerdir. Bu sıfatların hiçbiri gerçek bir Müslümanda olamaz.

5-Hiçbir buğz ve kînin olmadığı muhabbet. Tevhîdin hakīkatine îmân ederek kelime-i tevhîdi söyleyen bir Müslüman, Allah Teālâ’ya, Peygamberine ve Kitâbına karşı duymuş olduğu muhabbet/sevgi sâyesinde Allâh’ın emirlerini hakkıyla yerine getirir ve koymuş olduğu ilâhî sınırlara riāyet eder. Bu anlamda ilâhî sevginin bir bedeli vardır ki o da hayâtın vahye göre anlamlandırılmasıdır. Şâyet insanlar Allah’tan başka varlıklara aşırı muhabbet duyar ve ilâhî emirlere riâyet etmezlerse ilâhî sevgiyi öldürürler. Böyle bir duruma düşmemek için Peygamber (sav), Allah Teālâ’ya duyulan muhabbetin ve îmandaki kararlılığın îmânın kemâliyle ilgili olduğuna şu hadîsiyle dikkat çekmiştir:

“Üç şey kimde bulunursa îmânın tadını almış olur: Allah ve Resûlünün sevgisinin bütün sevgilerden daha ziyâde olması, sevdiğini sâdece Allah için sevmesi ve Allah, kendisini küfürden kurtardıktan sonra, küfre dönmekten ateşe atılırcasına korkması.”15 Veya “Yahudi ve Hristiyanlığa dönmekten cehenneme atılırcasına tiksinmesidir.”16 Bu hadiste gözetilmesi gereken bir incelik vardır. Hadîsin metninde; “Allah ve Resûlünün sevgisinin bütün sevgilerden önde olmasından” bahsedilmiştir. Aslında sevgi iç içe dâireler şeklindedir. “İnsanlardan öyleleri vardır ki Allah’tan başka varlıkları O’na denk tutarlar. (Onların buyruklarını âyet gibi veya âyetten bile üstün sayarlar. Emir alanını sâdece Allâh’a hasretmeyip kişi ve kurumlara özgü kılarlar.) Bu varlıkları, Allâh’ı sever gibi severler. Hâlbuki mü’minlerin Allâh’a olan sevgileri (onların sevgileriyle kıyaslanmayacak kadar) fazladır.”17 âyeti, Allah Teālâ’nın sevgisinin sınırsızlığına ve mutlaklığına delâlet eder. Allah sevgisinin dışındaki sevgiler sınırlıdır. İnsan, insâniyet makāmı içerisinde sevilir. Elbette takvâ sāhibi olup dînimize hizmet eden kişilerin sevgileri bir Müslümanın gönlünde farklıdır. Fakat bu sevgi kim olursa olsun risâlet sevgisine çıkarılmaz. Hiçbir sahabe ve velî Hz. Peygamber kadar sevilemez. Fakat hiçbir peygamber de Allah Teālâ gibi sevilemez. Zîrâ Allah sevgisi mutlak ve sınırsızdır. İnsânî sevgileri ilâhî sevginin seviyesine çıkarmak i’tikādî bir sapkınlıktır. Bu sapkınlıktan kurtulmanın yolu ise ilim ve istikāmettir. Akāid bilgisinde derinleşmektir. Akīde konusunda ilimlerini ikmâl edenler böyle bir yanlışa düşmezler.

6-Bu kelimenin ihtivâ ettiği hükümleri kalp ile tasdîk edip dille ikrâr ettikten sonra hiçbir şekilde reddetmemektir. Tevhîdin özünde; Allah Teālâ’nın ulûhiyet ve rubûbiyette tek ve eşsiz kabûl edilmesi; Resûlü’nün elçiliğine îmân edilmesi vardır. Yüce Allah emirlerini ve yasaklarını Kur’ân-ı Kerîm vâsıtasıyla bizlere bildirmiştir. Îmâna sınırlama getirmeden bütün âyetlerin lafzen ve hükmen kabûl edilmesi îmânın gereğidir. Kadîm dönem ulemâsının deyimiyle, “Zarûrât-ı dîniyyeden birini inkâr eden dînin tamâmını inkâr etmiş sayılır.” Böyle bir tehlikeye düşmemek için çeşitli yollarla Allah Teālâ ile olan iletişimin canlı tutulması şarttır. Yine bu kelimede Hz. Peygamber (sav)’in risâletine inanmak vardır. Bu risâlet; tebliğ, tebyîn, temsîl ve teşri18 olmak üzere dört yönlüdür. Müslüman bir insanın peygamberlik inancında bu dört yönün de kâmil olması esastır. Bu yönlerden biri bile eksik olursa o kimsenin peygamber inancı nâkıstır. Îman ise eksiklik kabûl etmeyen bir bütündür. İnancında zerre kadar nâkısa olan bir kişi kesinlikle Müslüman değildir. Müslümanların siyâsal hâkimiyetleri sona erip batılılar önderliğinde modernleşme dönemlerinin başlamasıyla berâber Allâh’ın emir alanı tamâmen inkâr edilmiştir. Ayrıca hayâtın anlamlandırılmasında vahye hiç yer verilmeyerek din itibarsız hâle getirilmiştir. Modernleşmeyle berâber müslümanları da etkileyen bu fikirler Müslümanlar arasında farkında olarak veya olmayarak dinden kopuşları ve toplu irtidatları berâberinde getirmiştir.

7-Allah Teālâ’nın şerîatına tam ve mutlak itāat; dînin emirlerine inkıyâd. Din birtakım temennî ve arzulardan ibâret değildir. Müslümanlardan istenen, îmân ettiğimiz Allah Teālâ’nın emirlerine imtisâl edip yasaklarından kaçınmak; rûhumuzu Rabbimizin emrettiği, Peygamber Efendimizin uygulayarak örnek olduğu sālih amellerle beslemektir. Sālih ameller hem îmânın nûrunu artırır hem de îmânın kesinlik kazanmasına sebep olur. Amellerle takviye edilmeyen bir îman hiç umulmadık bir durumda yok olabilir. Kullarının îmanlarının dâimî olmasını isteyen Yüce Allah, Kur’ân-ı Kerîm’de yüzlerce âyette sālih amelleri çokça yapmaya bizleri teşvîk etmiştir. Farz kıldığı ibâdetlerle her an îmânımızı takviye ve tecdîd etmemizi istemiştir. Hayâtın tüm boyutlarında tek önder olan Peygamberimiz de sālih amelleri yapma husūsunda örnek olmuştur. Peygamber dâhil kimseden dînî teklifler; amellerin icrâsı kaldırılmamıştır. Hz. Peygamber (sav) bile ayakları şişene kadar namaz kılmış, infakta bulunmuş, dînin güzel gördüklerini emretmiş, kötü gördüklerini yasaklamış, kâfir velâyetinden/siyâsal hâkimiyetinden kurtulmak için devlet kurmuş, din, can, mal, akıl ve nesil emniyetlerini tesis etmeye çalışmış ve hayâtının her ânını cihadla geçirmiştir. En yakınlarından başlamak sûretiyle; îmansız ve sālih amelsiz bir āidiyet duygusunun aldatıcı olduğunu haykırmıştır. Sālih ameller îmânın gerekleridirler. Amel ve inkıyâd olmadan kâmil Müslüman olunamaz. Bu bağlamda şu tespit çok önemlidir; risâlet göreviyle berâber namaz emredilmiştir. Müslümanlar namaz vâsıtasıyla Rabbimizle sürekli irtibat kurmuşlardır. Bu irtibat onların îmanlarını takviye etmiş ve Müslümanlara çok güçlü bir direnç ahlâkı kazandırmıştır. Bu nedenle yüce Allah, îmanda denenmenin ve amelin önemiyle alâkalı şu âyetiyle bizleri uyarmıştır: “(Ama), sizden önce gelip geçen (mü’min)ler gibi sıkıntı çekmeden cennete girebileceğinizi mi zannediyorsunuz? Onların başına öyle ezici sıkıntılar ve katlanılmaz darlıklar geldi ve öylesine sarsıldılar ki, mü’minlerle birlikte Elçi de: "Allâh’ın yardımı ne zaman gelecek?" diye feryâd ediyordu. Gözünüzü açın, Allâh’ın yardımı (dâimâ) yakındır!”19

--------------------------------------------------------------------------

[1] Ahmed b. Hanbel, Müsned, İstanbul, 1981, V, 420.

2 Buhārî, Ebu Abdullah Muhammed b. İsmail, el-Camiu’s-Sahih, İstanbul, 1981, VI, 337-339.

3 Tirmizî, Kitabu’d-Deavât, V, 575.

4 El-Hanî, Abdülmecid b. Muhammed, el-kevakib’ü-d Dürriyye, s.320.

5 Ahmed, Müsned, c. IV, s. 340.

6 Buhārî, II, Îman,2, Had. No:1, I, 15.

7 Ahmed, Müsned, IV, 340.

8 Muhammed 47/ 19

9 Zemahşerî, Muhammed b. Ömer, Keşşaf, Beyrut 1995, IV, 316.

10 Fâtır 35/28.

11 Hucurât 49/15.

12 Beyyine 98/ 5

13 Münâfikun 63/1

14 Bakara 2/8

15 Ahmed, Müsned, c. III, s.103.

16 Müslim, 1, Îman, 15, h.no: 68, I, 66-67.

17 Bakara 2/165.

18 Hz. Peygamber’in teşri vasfı Allah Teālâ’ya rağmen değildir. Allâh’ın bilgisi ve gözetimi altındadır. Şâyet bu konuda bir yanılgı olacak olursa Yüce Allah ânında müdahale eder ve şerîatın mâsumiyetine gölge düşürmez. Konuyu bağlamından kopararak meseleyi başka alanlara götürmek hatâlıdır. Peygamber ilâhî denetim altında olayları çözerek hayatta boşluk bırakmamıştır. Esas hatâlı olan, Peygamber’e teşri hakkını vermeyenlerin kendilerini, kanaat önderlerini, üstatlarını, beşerî ideoloji ve kişileri bu duruma lâyık görmeleridir. (M.S.)

19 Bakara 2/214

Dr. Mehmet Sürmeli

RADYO  FANİDUNYA FM.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:00:00 ÖÖ]


Muallim - Öğretmen - Peygamber Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:54:03 ÖÖ]


Dar Günlerin Adamı Hz. Osman Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 11:18:19 ÖÖ]


İhlas ve Samimiyet Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 11:13:16 ÖÖ]


Zekat İslam’ın Köprüsüdür Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 11:09:53 ÖÖ]


Kurtuluş İslâm’dadır Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 10:58:52 ÖÖ]


Tevhid ve İstikâmet Gönderen: KOYLU
[Aralık 20, 2024, 10:55:38 ÖÖ]