BAŞINA GELENLERDE SUÇLUYU DEĞİL HİKMETİ ARA
“Hiç bir şey haklı bir gerekçe ve hakediş olmadan bizi bulmaz. İnsan ya niyetinin ya da eyleminin sonuçlarıyla karşılaşır” der Allah dostları. Yaşadıklarımız Allahın izni ile bir sebep ve vesile bize ulaşır. Biz o durumu yaşayacaksak, Rabb’imiz taktir etmişse, sebebi değişebilir fakat yaşananlar değişmez. Bir evliliğe iyi niyetle arcı olan birisi, yaşanan olumsuzluklardan sorumlu tutulur ve çoğunlukla da beddua edilir. Sorsanız Allah’ın taktiri olmasaydı bu evlilik olur muydu, olmazdı der. Peki seni zorladılar mı desen hayır der. Nişan esnasında ve daha sonraki süreçlere hiç muhatabında olumsuzluklarşa karşılaştın mı diye sorsan evet der. Peki o zaman niye bırakmadın da şimdi sebep olanı suçluyorsun desen susar. Allahın taktirine inanır görünür, kendi tercihinin cüz-i irade sınırları içinde önemini bilir zanneder fakat sonuçtan illâki birilerini suçlar. Bu inanç biçimi gerçek teslimiyetten uzaktır.
Her şeyin kendi istediği gibi olması gerektiğini, olmazsa bunun birilerinin eksiği ya da yanlışı sonucu oluştuğunu düşünür. Kasıt olmadan yapılan işlerde karşımızdakini suçlamak, kendimize düşeni bulmaktan ve sürecin kendimizle ilişkili kısmını atlamaktan başka bir işe yaramaz. Böyle olunca da hem Allah ve taktir ilişkisi kurulamaz, hem bize düşen kısmı atlanmış olur hem de bu olaydan ders alarak Allah’a yaklaşmak fırsatı gözden kaçar.
Başımıza gelenlerde suçluyu değil hikmeti aradığımızda, bunun niye başımıza geldiğini, bununla Rabbimizin neyi muradettiğini, ne yaparsak bu olayı kazanca dönüştürebileceğimizi düşünme, akletme ve bize yeni bir anlayış ve yaşama biçimi kazanma fırsatı vereceğini görürüz.
Arkadaşlarının hazırladığı tuzağa düşerek ülkenin ilk on zengininden birisi iken sıfıra düştüğünü söyleyen bir beyefendi, daha sonra itiraf ediyor ve şöyle anlatıyor. “Aslında o parayı alarak Allah beni temizledi. Çünkü o paranın içinde haram vardı, göz yaşı vardı ve hile vardı. Ben şimdi aza kanaat ederek helâlile geçimimi sağlamaya çalışıyorum. Çok sıkıntı çektim, krize girdim, onları öldürerek hapse bile girmeyi düşündüm. Fakat Allah razı olsun eşimin bana destek olması beni katil olmaktan ve ömrümü hapislede geçirmekten kurtardı. Ben babanın evine git, benden sana artık eş olmaz. Ben tükenmiş bir adamım. Sorumluları bulup öldüreceğim ve intikamımı alacağım. Artık ömrüm hapislerde geçer. Ne de olsa babandır ve sizi ortalıkta bırakmaz, babana git dedim. Eşim yerden bir avuç toprak aldı ve, “şu toprağı hamur yapar yerimde yine seni yalnız bırakmam” dedi. İşte bu sözü beni kendime getirdi. Ben ne yapıyorum dedim, kendime geldim. Eşim ve dört çocuğumun desteği ile yeniden hayata döndüm çok şükür. Çalışıp çabaladım, helâl yoldan rızkımı kazanmaya başladım. Artık helâl rızıktan başkasına razı olmayan namazında niyazında birisiyim çok şükür. Param şimdi çok daha bereketli ve ailece çok daha huzurluyuz. Allah eşimden ebediyen razı olsun. Benim dünyamın da ahiretimin de kurtulmasına vesile oldu. diye anlattı.
Dövizle ev alan bir beyefendi döviz fırlayınca ödeyemeyeceği borcun altına girmiş, artık kredi kartlarının da limiti tükenmiş ve iflasın eşiğine gelmişti. Bu sıkıntıdan kurtarması için Allah’a öyle bir yalvardı, öyle bir yaklaşım içine girdi ki, önceden namaz kılmıyordu namaza başladı. Gece namazlarına kalkmaya başladı. Kur’an okumaya ve cami cemaatine dahil olmaya başladı. Artık hadis kitapları okuyarak Rabbim peygamberi aracılığı ile nasıl yaşamamızı istiyor diye araştırma içine girdi. Bir sohbet halkasına iştirak etti. Ve şimdi, bana bu borcu veren Rabbime kurban olayım, baban kendisini buldurdu diye gece gündüz hamdediyor. Borcunu ödeyemediği evi satıp ev borcundak kurtuldu. Diğer ödeyemediği borcu için haciz gelecek, onu sabırla ve hamdla karşılamaya hazır. “Ben daha doğru yaşadıkça Allah bir kolaylığını nasip edecektir. Artık ben eski ben değilim, başka bir kişi oldum” diyerek, hayran bırakan bir sürece adım attı. Başına gelen onu Hakka yaklaştırdı. İlaveten, “Borç istediklerim bana para vermeyince kimseyi suçlamıyorum, gücenmiyorum. Demek ki daha zamanı gelmedi. Allah nasip etmemişse kul nasıl versin? Çalışmalarıma, tevbeme ve sabrıma devam ediyorum.” diyor. İnsan hikmeti aradığında hem yanlışını, hem bu durumu nasıl hayra dönüştüreceğini buluyor. Kimseyi suçlamadan, kendisine de yüklenmeden, başına gelenleri bir olgunlaşma ve eksiğini anlayarak daha doğrusunu yapmaya çalışmak, insan olmanın aslî şartlarından birisidir bence.
Her yaşanan içinde bir hikmet barındırır ve Allah’ın bir muradı vardır. Zaman geçtikçe görürüz ki o sıkıntı diye gördüğümüz durumlar, aslında bizim için bir nimetmiş.
Bir beyefendi kardeşim de başından geçen bir olayı şöyle özetliyor.
“ Bir kıza aşık oldum, evlemeyi düşünüyordum. Kız beni bırakıp bir başkasıyla evlendi. İntiharı düşündüm, o yoksa ben de yokum diye. Allah’tan korktuğum için intihar etmedim fakat ölmekten beter oldum. Hayatın tadı tuzu çekilmişti. Aylarca süründüm, perişan oldum. Gel zaman git zaman kendimi toparladım ve hayatıma devam ettim. Bir gün hiç ummadığım şekilde sevdiğim kızın aile hayatı hakkında bilgi sahibi oldum. Eşine ve çocuklarına yaşattığı eziyeti öğrendim. Benim tanıdığım kız gitmiş yerine asi, ölçüsüz, kaba saba ve eşine çocuklarına hayatı zehir eden bir insan gelmişti. Hemen Allah’a şükür secdesine kapandım. Sen beni bir felâketten kurtarmışsın ve ben bunu anlayamadan sana sitem ettim, üzüldüm, ağladım, kahrettim. Benim gibi cahil ve aklı ermeyen kulunu affet diye secdede göz yaşı döktüm” diyor. Zamanla hikmeti anlaşılacak şeyler için peşinen bir mü’min “bunda da vardır bir hayır” demeli ve teslim olabilmelidir.
Çocuklarımızın meslekleri, karşılaştığımız yanlış muamleler, işten atılmalar, para kaybetmeler, kaza yapmalar ve hatta ölümler, hepsi hepsi, sayısız hikmet barındırır. Benim ufkumu açan bir söz duymuştum yıllar önce, “Öldürülen de eceliyle ölür fakat bilinçli olarak kasteden katil hükmündedir” deniyordu. Aslında “Hoştur bana senden gelen” diyebildiğimizde daha sağlıklı düşüneceğimiz için, hem durumdan daha kolay kurtulmak, hem kendimizi yıpratmamak, hem alternatif çıkış yolları bulmak hem de teslim olabilmenin razı olabilme makamına erişebilmenin sırrını yakalamış ve örnek olmuş oluruz. Şöyle bir baktığımızda, sanki verilenler bizim mişte onun için niye aldın der gibiyiz. Kim sahipti de kime sitem edip razı olmuyoruz? Veren O, alan O. Sahip olan O, “sana geçici olarak kullanım hakkını verdim” diyen de O. verdiğinde memnun olup aldığında razı olmamak bir mü’mine yakışıyor mu? diye kendimize sorsak. Kimin malını kimden esirgiyoruz? Veren bize “bu ilelebet senin” mi dedi ki sahipliğimizden asla vazgeçmiyoruz?
Anne yanlışlıkla çocukla ilgilenirken bir kaza geçirir, bir çocuğun bir yeri yanar yahut kırılır ve zarar görür. Herkes suçlar, dünyaya geldiğine pişman ederler. Anne olan siz misiniz ki çocuğu daha çok düşünüyorsunuz? Annenin canı daha çok yandığı halde onun acısını görmezden gelip bir de siz yükleniyorsunuz, ne hakla? Şimdi siz çocuğu mu düşünmüş oluyorsunuz? Olan bir şeyin adı kazadır. Başa gelecek bir şey varsa birisi ihmal edecek-unutacak-hata yapacak ki o olay yaşanacak. Allah demiyor mu ki “Ben bir şeyi taktir ettiğimde buna engel olacak güç yoktur” diye. Bunu kur’anı kerimden okuyup duruyoruz da niye ayetleri olaylar yaşanırken hayatımızla ilişkilendir miyoruz? Suçlamak olayı geri getirmeyecekse, zaten üzüntü çekiliyorsa, bir de çevrenin suçlaması olunca, o insana yazık değil mi? Suçlayanlar sadece, çok afedersiniz ama cahilliklerini, kuranın hükümlerini bilmediklerini adeta ilân ediyorlar. Bu hem Allah’a karşı bir ayıp hem kullara karşı bir eksiklik ve kusurdur.
Başına gelenlerde suçluyu değil hikmeti ara. Zihin aradığı göstermeye programlı. Allah doğru davranmaya gayret edenleri doğrulukta sabit kılarak ödüllendirecektir inşallah. Sadece aklımızı doğru çalıştırmaya ve bunun içinde doğru bilgi ile doğru yaşayanların takipçisi olmaya ihtiyacımız var. Tabi ki Rabbimize dosdoğru bir hayat nasip etmesi için yürek dolusu dualarımızla birlikte.
Saliha Erdim.