* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: İç Seslerimizin Gücü  (Okunma sayısı 2030 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı türkiyem

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 2153
İç Seslerimizin Gücü
« : Ağustos 24, 2024, 10:34:20 ÖS »


İç Seslerimizin Gücü

Çocuğunuz için yapacağınız en iyi şeylerden birisi, doğru iç sesleri oluşturabilmektir.

Çocuğun iç sesleri düzelirse kendisi de düzelir, çünkü bir kimsenin iç sesleri, kimse bir şey söylemeden kendisinin söylediğidir. Yani şimdiye kadar kendisine verilen mesajlardan elde edilendir. Kendisinin inandığı ve ardından gittiği sözlerdir. Bu sözler, çevresindekilerin daha çok ta annen babasının bakışıyla, duruşuyla, bir tecrübe sonrasında verilen tepkileriyle ve ya bir duruma kendisinin verdiği bir anlama göre oluşur çoğunlukla ve çok çok etkilidir. Kendisinin verdiği anlamlar da yine çevresindekilerden okuduğu mesajlar sonucunda oluşur. Kendisini ne zannediyorsa ve ne olacağını düşünüyorsa ona göre oluşur iç sesleri ve bir durumda hemen devreye girer. Bu inanç ne ise şahsın gözünde kendisi o dur. Başkasının ne dediği değil, kendisinin neye inandığı ne şekilde davranacağını belirler. Delili vardır çünkü, öyle inanması için müsait bir zeminde kendiliğinden oluşmuştur.

İç sesler, insanı öyle derinden etkilerki, bunlar düzgün oluşmuşsa kişiyi tabiri caizse uçurur. Yok eğer yanlış oluşmuşsa kişiyi en dibe çeker ve orada zikzak çize çize kendi hayatını da çevresindekilerin hayatını da gerçekten çileye çevirir. Kimse yokken o vardır.

Kimseye sormaya gerek kalmadan hayata onlar yön verir. İlerletir ve ya geriletir. Öne çıkarır ya da arkada bıraktırır. Korkutur ya da cesaret verir. Yol harıtasını kendisine dair inaçları belirler. Nice insanlar vardır ki içindeki “sen beceriksizsin, yapamazsın, başkaları senden daha iyi, el ne der, sakın deneme başarısız olursun ve mahcup olursun” diyen iç sesleri sebebiyle elde edecekleri müthiş başarı ve kazançtan mahrum kalmışlardır.

Yetişkin olduğu halâ bu seslerden kurulamayan nice insan vardır. Bunlar psikolojik yöntemlerle incelendiğinde içindeki konuşan sesin annesine ya da babasına ait olduğunu söylerler. Bunlar zamanla inandıkları kendi iç seslerine dönüşmüştür.

İç sesler nasıl oluşur? İşte önemli olan bunu bilmek ve bu seslerin doğru oluşabilmesi ve eğer yanlış oluşmuşsa bunların düzeltilmesi için elinden geleni yapmaktır.

Daha dünyaya geldiğinden itibaren bir aile yapısı ve bir çocuk algısı ile karşılaşır bebek. Anne dediğin böyle olur, baba değin şöyle olur ve çocuk dediğin de şudur diye. Eğer anne baba her insanın ayrı bir cevher ve her çocuğunda ayrı bir dünya olduğunu bilmezse, işte olanlar bunda sonra olur. Bizim gördüklerimiz ve yaşadıklarımızla oluşmuş inançlarımızdan yola çıkarak çocuğu bu inandığımız kalıpların içine sokmaya çalışırız.

Aslında buna hem hakkımız yoktur hem de bu mümkün değildir. Bunu tecrübelerle anlamaya kalkarsak, köprünün altında çok sular geçtiğini ve nice zararlar verdiğimizi anladığımızda bu öğrenme pratikte bir işe yaramayacaktır. Çünkü çocuk kalıcı bir şekillenme içine girmiştir ne yazık ki. Artık bundan sonra özür dilememiz, gönül sayfalarında oluşmuş karalamaları silmeye ve zihninde oluşmuş inançları düzeltmeye yetmeyecektir. Özür dilemenin elbette bir anlamı vardır ve çok önemlidir. Fakat eline kaynar su döktüğünüz birisi yanlışlıkla döktüğünüzü anlar, sizi affeder fakat yanık iyileşinceye kadar acısını çeker ve eğer yanık ağır ise iyileştikten sonra bile onun izini ömür boyu taşır. İlâveten, “Dal rüzgârı affettse bile kırılmıştır bir kere” özlü sözünde zikredildiği üzere, aslolan değer vermeye lâyık bulmak ve buna uygun davranmaktır.

Bu arada şunu da söylememiz gerekir ki, burada kastedilenler, kendi bildiklerini doğru kabul edip gerçeğin arayışı içine girmemeyenlerdir. Her birimiz anne ve babalar olarak elbette çocuklarımız için en iyisini isteriz ve yaptıklarımızı çocuğumuz fayda görsün diye yaparız. Fayda beklerken çocuklarımızın asileştiğini, istediğimizin tam tersi sonuçlar aldığımızı ve giderek iletişimin koptuğunu gördüğümüz halde yine çocuğu suçlamak, akıl almaz bir karanlık içinde yaşamak demektir ki, bunun mantıklı bir izahı yoktur. Biz araştırdığımız, okuduğumuz, tecrübe ettiğimiz şeyleri uygulamaya çalışırken elbette ki yanlışımız ve hatalarımız olacaktır. Burada sıfır problem bir ilişkiden söz etmiyoruz. Niyet olarak daima doğruları arayan, kendini geliştiren ve çocuğun hayatı için gerçekten olmazsa olmaz olan adımları atarak, çocuğun kendilik algısına destek olacak ne varsa onları hayata katmak için ciddi çaba sarfeden bir ebeveyn olmaktan söz ediyoruz. Fark edip özür dileyen, daha iyisinin arayışı içinde olmayı bir görev ve anne baba olmamız çok önemlidir. Kendimizi gereğini ve önemini bilen insanlar olursak, göreceğiz ki her şey çok daha doğru bir seyir takip edecektir.

Basit bir kaç örnek vermek işe yaracaktır diye düşünüyorum. Sofrada çorbasını döken, ayakkabı bağcıklarını dakilarca uğraştığı halde bağlayamayan, ısrarla istediği işleri güzel yapamayan (yani annesinin istediği gibi-yani bir yetişkin gibi) çocuğa annenenin ağzından hemen dökülüveren sözler genellikle şunlardır.

“Ben sana çorbanı kendin yeme dökersin demedim mi, bak üstünü başını kirlettin. Ver şu kaşığı bana, aç ağzını. Bir daha kendin yemeyeceksin ve beni dinleyeceksin tamam mı.”

“Oynarken bu kadar dağıtmak zorunda mısın? Doğru düzgün ve sessizce oynasana.

Daha biraz önce buraları düzelttim, bir iki dakika temiz kalsa yüreğim yanmaz. Şu eve misafir gelecek diye ödüm kopuyor. Birisi gelse ne der?”

“Şu oyuncaklarını topla, hemen kutusuna koy. Ne kadar dağınık ve pasaklı bir çocuksun.

Demek sözümü dinlemiyorsun, odanda hapis kalacaksın, çabuk odana bakalım.”

“Kardeşinle kavga etme diye sana yüz kere söylemedim mi? Sen büyüksün azıcık idare ediversen ne olur? O senin kardeşin, kıskanmaya utanmıyor musun?”

“Beni o kadar üzüyorsun ki. Bir daha beni üzersen senin annen olmayacağım. Alıp başımı gideceğim, ne yaparsan yap o zaman.”

“Marketten istediklerimi alıp gelmiyorsun ve beni her zaman üzüyorsün, ben de seni sevmiyorum.”

“Derslerine çalışsana, sana kaç kere bilgisayarın başından kalk dedim. Böyle tembellik etmeye devam edersen sınıfta kalırsın.”

“Baban gelince görürsün gününü, yaptıklarını bir bir anlatacağım, bakalım o zaman ne yapacaksın?”

“Özür dilemeni kabul etmiyorum, çünkü her zaman aynısını yapıyorsun, git başımdan gözüme görünme.”

“O haylaz çocuklarla dolaşma diye sana söyleye söyleye dilimde tüy bitti. Sen de onlara benzedin, böyle gidersen senden adam olmaz.”

“Sen yalancının tekisin, artık sana inanmıyorum.”

“Benden bir şey isteme, sen benim istediklerimi yapıyor musun ki ben senin istediklerini yapayım?”

Bu diyalogları sayfalarca uzatmak mümkün. İnsan bu diyalogları okusa bunlar kiminle kim arasında geçti diye bir sorulsa, mantık açısından mutlaka bir çocukla çocuğun diyaloğu zanneder. Birisi çocuk, öteki de onunla çocukluk yarışına girmiş ve sanki zarar vermek için elinden geleni yapan bir anne çocuk diyaloğu oysa. Bu iletişimler inanabilirsiniz ki en hafifleri. Bunlar bile bir çocuğun kendilik algısını bozmaya, kendine inancını tüketmeye, kendini işe yaramaz, annesini üzen, kötü ve değersiz bir çocuk olarak algılamasına yeter. Bu mesajlarla büyüyen çocuk, gelecekte de bir işe yaramayacağı ve başkalarının kendisinden daha iyi olduğu ve kendisinin asla onlar gibi olamayacağı inancına sahip olur. Bu inanç ise çocuğu kilitler ve gerçekten moral olarak tüketir. Bunun olması için haklı bir sebep gösterilebilir mi?

Çocuğunun yaptığı doğru ve güzel işleri “zaten görevi, översem şımarır” endişesi ile hiç gündeme getirmeyen anne babalar, çocuğun zihninde hiç işe yarar bir şey yapmadığı inancını oluşturur ve pekiştirirler. Çocuk harika başarılar elde etsede, içinde “sen güzel işler başaramazsın” inancı ve iç sesi olduğu müddetçe, bir türlü mutlu olmayacak ve yaptığı işlerden keyif almayacaktır. Bu, mutsuzluğu hayatının temeline oturtmak demektir ki hiç bir anne babanın buna hakkı yoktur. Çocuklarınızın önünden çekilin.

Oysa, çocuklarımızın ne kadar güzel bir mutluluk kaynağı olduğunu, içlerinde ellerine aldığı her işi başaracak enerji ve gücü bulunduğunu, sadece bizim doğru yönlendirip rehberlik etmemize ihtiyaçlarının olduğunu anlamamız gerekiyor. Bir yazarın dediği gibi, çocuklarınızın önünden çekilin yeter, onlar pek çok şeyi başaracaklardır diyor. Çok doğru. Hatırlayalım, çocuklar büyürken ne kadar coşkulu, heyecanlı, her işe el atmaya ve yapmaya çaılşan, doğru sözlü, oyunu ve arkadaşlığı seven, anna babasının kucağından inmeyen hayat dolu birer çocuktu. Onları besleme, yatırıp kaldırma, temiz ve düzenli olmayı yani hayatın temel eğitimlerini verelim derken, çocuğun inancını kırıp, içindeki çocuğu küçülten yaklaşımlarımız yüzünden çocuk sorun üreten bir birey haline dönüşüyor.

Niye? Bilgi yetersiz?

Niye? Bir anne baba olunca olunca herşeyi nasılsa öğürenmiş sayılıyoruz ve elimizin altında bize mahkum bir varlık var ya, kendi yoksunluğumuzu yoksulluğa çeviren cehaletimizle çocuklarımızı sadece büyütüyor fakat yanlış eğitiyoruz.

Niye? Bilgi ile harmanlanmış sabırdan yoksunuz.

Niye? Olayları ve durumları okumayı bilmiyoruz.

Niye? Daha doğrusunu aramak ve kendimizi yetiştirmek-geli,ştirmek ve sorumluluklarımızı hakkıyla yapabilmek gibi bir derdimiz yok.

“Benim böyle bir derdim var.” diyebilirsiniz. O zaman size şu soruyu sorarım, derdi olanın tedbiri de olur. “Bunu sağlamak için ne yaptınız? Hangi eğitimleri aldınız, hangi kitapları okudunuz. Dua ederek secdede Rabbimize ne kadar yalvardınız. Çocuğu dövüp sonra da üzüntüsünden oturup çocukla ağlayan anneler, bu tablonun bir daha yaşanmaması için hangi tedbirleri aldınız? Konforlarınızdan vazgeçmeye hazır mısınız? “Haklısınız fakat” diye başlayan cümleler, yanlışa kol kanat gerer onları besler, farkında mısınız? Sizi değişmeye sevketmeyen bilgi öğrenilmemiş demektir. Hayata geçirilmemiş bilgi sizin olmamış demektir. Dinlemek bir lüks gibi kaldıkça, seminerlere gidip gene kendi bildiğinizi yaptıkça, bilgi güneşi hayatınızı aydınlatmayacaktır. Yanlışlar devam ettikçe sıkıntılarınız artacak, bunun kaynağının sizin yaklaşımlarınızın olduğu gerçeğini görmezden geldikçe, muhatabımızla iletişiminiz kopacaktır. Siz halâ kendinizi haklı bulmaya devam ede durun hayat geçiyor, çocuklar büyüyor, yanlışlar bireyleri birbirinden ve hayattan koparıyor. Siz de buna ben ne kadar emek verdim, saçımı süpürge yaptım diyerek vahlanmaya devam edin ve kendinize şu soruyu sorun; şu ana kadar yaptıklarım ne işe yaradı? Ya yaptıklarım yanlış idiyse, bu tablo ne yazık ki benim eserim ise dediğinizde, özür dilemek için artık çoooook geç kalmış olacaksınız. O zaman şu anda ne yapabiliyorsanız onu yapın. Çocuğunuzun kendilik algısını doğru oluşturabilmek, iç seslerinin kendisini doğrularda sabit kılabilmesi için ne yapılsa yeridir, ne kadar uğraşılsa hakkıdır.”

Zaman geçiyor ve geçmişi telâfi etme imkânımız yok. Niyetimiz bize rengini verir ve hayatımıza yol gösterir. Lütfen, kendi iç seslerimizden yola çıkarak bunun ne kadar önemli olduğunu farkedelim ve lütfen çok ciddi çaba sarfedelim. Rabbim cümlemize başarılar lütfetsin inşallah.

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap