Kur’an-ı Kerim Lafzı ve Manasıyla Birlikte Tümüyle Vahiydir
Kur’an-ı Kerim: “Allah Teâlâ tarafından Peygamberi Muhammed (s.a.v.)’e indirilen, lafzıyla herkesi aciz bırakan, okunmasıyla ibadet olunan, Mushaflarda yazılı olan ve tevatür yoluyla aktarıla gelen kitaptır.”
Kur’an-ı Kerim, gerek lafız olarak ve gerekse mana olarak yüzde yüz ilahidir. Allah Teâlâ onu, Resulü ve Nebisi olan Muhammed (s.a.v.)’e, açık vahiy yoluyla göndermiştir. Elçi bir melek olan Cebrail (a.s.) aracılığıyla, beşerden bir elçi olan Hz. Muhammed (s.a.v.)’e indirilmiştir. Bu, ilham veya benzeri bir başka vahiy yoluyla indirilmiş değildir. Yani doğru rüya yoluyla gelen bir vahiy de değildir. Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
“Şüphesiz bu Kur’an âlemlerin Rabbi tarafından indirilmiştir.” (Şuara, 192)
“Bu Kur’an; âyetleri, hüküm ve hikmet sahibi (bulunan ve her şeyden) hakkıyla haberdar olan Allah tarafından muhkem (eksiksiz, sağlam ve açık) kılınmış, sonra da Allah’tan başkasına kulluk etmeyesiniz diye ayrı ayrı açıklanmış bir kitaptır.” (Hud, 1)
Kur’an-ı Kerim, daha önce indirilmiş olan kitapların maksatlarını koruyan, onlar üzerinde egemen olan, onlarda bulunan ilahi hükümler konusunda güven verip tanıklık eden, onlarda doğru olanı ikrar ve yanlışlarını da tashih eden bir kitaptır.
“Ey Muhammed! Sana da o Kitab’ı (Kur’an’ı) hak, önündeki kitapları doğrulayıcı, onları gözetici olarak indirdik. Artık, Allah’ın indirdiği ile aralarında hükmet ve sana gelen haktan ayrılıp da onların arzularına uyma.” (Maide, 48)
“Şüphesiz o, katımızdaki ana kitapta (Levh-i Mahfuz’da) mevcuttur, çok yücedir, hikmetlerle doludur.” (Zuhruf, 4)
Kur’an’da tenakuz ve çelişki yoktur. Kimse böyle bir şey iddia edemez. Aradan uzun asırların geçmesine ve bilimlerin bu kadar çok gelişmiş olmasına rağmen Kur’an-ı Kerim’de asla bir tutarsızlık ortaya çıkarılamamıştır. Nitekim yüce Allah şöyle buyurmuştur:
“Eğer o Kur’an, Allah’tan başkasının katından olsaydı, mutlaka onda birçok çelişki bulurlardı.” (Nisa, 82)
Yüce Allah, hem insanlara ve hem cinlere meydan okumuş ve bu Kur’an’ın bir benzerini veya onun gibi on sure getirmeleri ya da sadece onun surelerinden benzeri bir tek sure getirmelerini istemiştir.
“De ki: “Andolsun, insanlar ve cinler bu Kur’an’ın bir benzerini getirmek üzere toplansalar ve birbirlerine de destek olsalar, yine onun benzerini getiremezler.” (İsra, 88)
“Yoksa “onu (Kur’an’ı) uydurdu” mu diyorlar? De ki: “Eğer doğru söyleyenler iseniz, haydi Allah’tan başka gücünüzün yettiklerini de (yardıma) çağırıp, siz de onun gibi uydurma on sure getirin. Eğer size (bu konuda) cevap veremedilerse, bilin ki o (Kur’an) ancak Allah’ın ilmiyle indirilmiştir ve O’ndan başka hiçbir ilâh yoktur. Artık Müslüman oluyor musunuz?” (Hud, 13-14)
İslam düşmanları, Kur’an karşısında hiçbir şey yapamadılar. Hakkında konuşabilecekleri bir söz de bulmadılar. Buna rağmen eski temelsiz iddiasına geri dönerek onlarda ısrarcı oldular ve:
“Muhammed bilerek, kasten bunu kendisi uyduruyor” dediler. Bu defa yüce Allah, onların bilemedikleri bir başka yoldan önlerini kesti, hepsini de susturdu ve Kur’an karşısında ne yapacaklarını şaşırdılar, hepsi de rezil oldular. Çünkü Allah, kendilerinden Kur’an’ın benzeri bir tek sure olsun, getirmelerini istedi ve fakat onlar bu meydan okumanın karşısında dona kaldılar, acze düştüler ve bir şey yapamayarak rezil duruma düştüler.
Son birkaç asırdır her ne kadar Müslümanlar olarak maddi ve manevi çok acılar çektiydiysek de, İslam’ın özünden bir şey kaybetmedik. Şüphesiz ki bu başarıyı Kur’an-ı Kerim’e borçluyuz. Zira her ne zaman İslam Ümmetini parçalamak, dini tahrif ve tağyir etmek için bir grup -Kadiyanilik’de olduğu gibi- Ümmet-i Muhammed’den koparılsa mutlaka bu ayrılanların inanç ve fikirleri reddedilmekte, İslam’ın dışına itilmekte, İslam’ın özüyle oynanmasına müsaade edilmemektedir. Bu İslam’ın kendi kendini savunma gücü ve refleksidir. Bu gün bizim en büyük gücümüz de elimizdeki Kur’an’ımızdır.
Bütün baskılara ve aleyhte şartlara rağmen bugün dahi İslam, büyük bir hızla yayılmakta ve Müslümanların sayısı çoğalmaktadır. Bu çoğalma yeni fetihler, siyasi ya da ekonomik güçle değil tamamen gönül bağı ile olmaktadır. Çünkü karşısında rakip yoktur. Bunun için kâfirler ne kadar tuzak kurarlarsa kursunlar bu din dünya devleti olacaktır. “İsterse onların tuzakları dağları yerinden oynatacak (güçte) olsun.” (İbrahim, 46)
Mustafa Kasadar.