* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Ben Niçin Doğdum Ki  (Okunma sayısı 226 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ben Niçin Doğdum Ki
« : Ağustos 24, 2020, 06:30:31 ÖÖ »
Ben Niçin Doğdum Ki

Modernliğin, salt gösteriş ve gürültü ikliminin gelip geçici merakları, yarım yamalak doğruları, yavan soruları ve kaçamak cevapları hayatın ve yaratılışın hakikatlerini teğet geçenler için anlamlı ve hatta eğlenceli olabilir. Ancak bilinmelidir ki modernlik, aldatıcı ve geçici olana ebedilik, fâni ve sonlu olana mutlaklık kılıfı geçirmede mahirdir. İnsanın kendisini bilip tanımasına, ne ise o olmasına, hayatta ve toplumda sağlam bir kimlik ve yer edinmesine, doğru haritalar eşliğinde belli bir hedefe emin adımlarla yürümesine fırsat ve zaman tanımaz. Zamanın hızla akan selinde onu bir kıyıdan ötekine sürükler, hiçbir dala tutunmasına izin vermez. Onu avucunda tutabilmek için inançları, değerleri, duyguları, zevkleri, merakları ve ilgi alanlarıyla sürekli oynar. Kendi sessizliğinin derinlerine sığınıp zihnini toplamasına ve hedefine odaklanmasına engel olur. Kendinin, hayatın ve şimdinin gerçeklerinden kaçması için kişiye türlü bahaneler üretir. Özetle, kişi ne kadar panikletilebilir ve sürekli bir kaos ortamında tutulabilirse kulağına fısıldanacak yalan yanlış telkinlere, bir oraya bir buraya çekiştirilmeye de o kadar hazır ve müsait olacaktır. Pek bir özenilen modernlik ya da modernite, hayatın endişe ve korkularına köklü çözümler sunmak şöyle dursun, onları daha da azdırır ve neticede kişiyi kaosun karanlık kafesine hapseder.

“Bana doğmak isteyip istemediğim sorulmadı, ben niçin doğdum ki?” sorusunda, karşılaşılan sıkıntı ve zorlukların sebep olduğu bir yılmışlık, bezmişlik havası kadar bir bilgiçlik hatta bir parça ukalalık da sezdiğimi söylemeliyim. Bu soru kendini lüzumsuz ve işe yaramaz gören, itilmiş kakılmış birinin sorusu da olabilir. Sebep ne olursa olsun, hayatın girift sorularını dört başı mamur bir derinlikte düşünmekten köşe bucak kaçanların bu tür sorularının pek bir yavan kaçtığını söylemekte bir beis görmüyorum. Sorunun sahibinin, her şeyden önce, dünyayı kapı dışarı edip zamanı durdurma ve kendi içine dönerek kendi sessizliğine gömülme ihtiyacının olduğu açık. Modernliğin gürültüsü ve göz kamaştıran şaşaasında yolunu şaşıran zihnin, sükûnet özlemi, çölde suya duyulan hasret ve ihtiyaç kadar güçlüdür. Belki bu yöntemle de sorularının cevabını tam olarak bulamayabilir fakat en azından engebelerle dolu hayat yolculuğunda yalnız olmadığı, kendisine üstün bir iradenin kılavuzluk ettiği, engin bir şefkatin kol kanat gerdiği duygusunu yeniden kazanabilir. İç sesine tüm benliğiyle kulak verdiğinde bu fısıltıyı duyacağından eminim.

Doğru düşünmenin, doğru muhakemenin anahtarı doğru araçlara ve sahih ölçütlere sahip olmada yatıyor. Bu araç ve ölçütlere sahip olmak yeterli değil, aynı zamanda hem keşfetme hem de inşa etme yeteneği olan bir sahih aklın olması gerekiyor. Sahih akıl elindeki doğru araç ve ölçütlerle hakikat ve anlamını keşfedecek ve ardından ona zihinsel, kavramsal ve dilsel bir biçim ve ifade kazandıracaktır. Bu biçim ve ifade onun akıl ve erdemler ölçüsünde varlığını sürdürebilmesi için fevkalade önemlidir. Hakikatin ışığıyla aydınlanan ve onun rehberliğinde yürüyen akıl, elde ettiği hakikat ve anlamı varoluşsal bir gerçeklik olarak tecrübe edecek ve yaşantısıyla onu evrensel boyuta taşıyacaktır. 

Bugünün gençliğinin epey bir kısmında olmayan bir şeyden bahsettiğimin farkındayım. Hele söz konusu sorunun sahibi için yüksek perdeden konuştuğumu gayet iyi biliyorum. Ancak bu tür sorularda çarpık bir Allah tasavvuru ve inancının yattığı gün gibi aşikâr değil mi? Yarım yamalak bir din bilgisi, sindirilmemiş, henüz ne olduğu kavranmamış klişe bir dizi “âmentü” maddesinin gençlerin iman haritalarını tamamlamaya yetmediğini itiraf etmek durumundayız.

Kur’an’dan ve sahih hadislerden gıdasını almayan inanç ve anlayışların varacağı nihai durak şüphenin kucağı, sapkın inançların kapısıdır. Esasen bu tür sorular birbirinden cesaret alır, nemalanır ve çeşitlenir. Amip misali çoğalabilir. Nasıl mı? “Ben niye şu ailede doğmadım da bu ailede doğdum? Niçin Florida’da değil de Muğla’da doğdum? Ben niye bir erkek olarak değil de kız olarak doğdum? Ben neden şimdi değil de 20 yıl önce doğdum? Ben neden Fatih Sultan Mehmet döneminde değil de bu çağda doğdum? Ben niye bir aslan olarak doğmadım da bir insan olarak doğdum? Allah bana doğmayı isteyip istemediğimi sormadı, o hâlde böyle bir hayata niçin razı olayım? Doğmayı seçmediysem yaşamak zorunda mıyım? Doğmayı ve sahip olmayı istediğimiz özellikleri neden kendimiz seçemiyoruz? Doğmuş olmayı istememek bencillik midir? Cehenneme gitme ihtimalimin olduğunu bilseydim doğmamış olmayı yeğlerdim, neden doğdum ki? Ben asla var olmayı istemedim, Allah beni neden yarattı ki?” Görüldüğü üzere soru soruyu tetikliyor.

Şimdi ben bu soruların satır aralarını okuyayım. Bu sorularda, dayanaklarının sarsıldığını ya da tamamen yıkıldığını hissedenlerin kaygı ve panik içinde geri çekilme hâlini görüyorum. Geleceği şekillendirme ve inşa etme görevinden feragat edişi görüyorum. İçteki boşluğun dışa bir boş vermişlik, umutsuzluk, cesaretsizlik olarak yansıdığını görüyorum. Sahip olduğu tüm aidiyet ve değerlerinden bir kopuş olarak algılıyorum. Bu sorularda, ruhlarını iradenin örsünde terbiye edemeyenlerin isyan çığlıklarını duyuyorum. Bu soruları ruhlarını tevhidî hakikatin pınarından doya doya sulamak yerine sahteleriyle kandırmaya çalışanların bir tükenmişlik beyanı olarak kabul ediyorum. Bu soruları kendi kabiliyetlerini işletmek yerine köreltmeyi seçenlerin edilgenliği kabullenme ilanı olarak görüyorum. Bu soruları ölümü hatırlayan değil bekleyen, ölüm sonrasına hazırlanan değil ölümü unutan bilinçlerin iflası olarak okuyorum. Bütün bunlarla bağlantılı olarak bu soruları ben, Allah tasavvuru sakatlanmış bilinçlerin tıkanmışlık belirtileri olarak anlıyorum. Bu soruları ben, sınırsız, uçucu zevk ve merakın peşinde vaktini hay huyla geçirenlerin hayatın zorluklarıyla başa çıkmaya yetmeyen donanımsız hâllerini örtbas etmek için üretilmiş birer kaçış mazereti olarak okuyorum. Ve nihayet bu soruları ben, hayatın derin sırlarını ifşa eden, anlamlarını billurlaştıran hakikat, mana, tevekkül, sabır, sebat, azim, rıza gibi değer yüklü kavramların yaşamsal korku ve endişelerin ürettiği anlamsız serzenişlere kurban edilmesi olarak anlıyorum.

Mark Twain der ki: “Hayatınızdaki en önemli iki gün, doğduğunuz ve niçin doğduğunuzun cevabını bulduğunuz gündür.” Doğum günümüzü, sevdiklerimizin, çocuklarımızın doğum günlerini anar, kutlar, tebrik ederiz. Ama niçin doğduğumuzun anlamı üzerinde nedense pek düşünmeyiz. Doğrusu, biz doğmamış olsak da pek bir şey değişmezdi. Dünyanın dengesinden bir şey eksilmezdi. Yokluğumuz bir kayıp olmazdı, bizim yerimizi bir başkası alırdı. Eğer doğmuşsak, varlık sahasına ayak basmışsak bu da hiç sebepsiz ve amaçsız değildir. Unutmayalım ki istesek de istemesek de eşref-i mahlûkatın varlık zincirinin bir halkasıyız. Bu zincirin bir halkası olarak varlık görevimizi tarihin belli bir anında belli bir mekânda, belli bir çevre ve ailede, belli bir ömür süresinde tamamlıyoruz. Bu tasarrufların tamamı tek başına Allah’a ait olup hiçbir şekilde sorgulanamaz. İçine doğduğunuz aileyi seçemezsiniz ama mesela, belli bir olgunluk yaşına eriştiğinizde ailenizden uzakta yaşamayı seçebilirsiniz.

O hâlde, adını koyalım: Ailemiz bizim kaderimizdir; içine doğduğumuz tarih dilimi kaderimizdir. Türümüz ve cinsiyetimiz de aynı şekilde kaderimizdir. Bunlar verilidir. Bu çerçevede XIV. asır düşünürü İbn Haldun’un meşhur “Coğrafya kaderdir.” sözü de kulaklarımda çınlıyor.

Tüm bu konulardaki yetki ve takdir Allah’ındır. Eğer bizler kâinattaki tesadüflerin ürünü olarak doğmuş olsaydık, doğmamış olma şansımız da yüksek olurdu. Bizi var eden ve belli bir anda varlık sahnesine çıkaran Allah olduğuna göre hiçbirimiz tesadüflerin ürünü değiliz, bilakis hepimiz yüce bir iradenin eseriyiz. Kur’an-ı Kerim’de insanın hedefsiz yaratılmadığı, başıboş bir varlık olarak varlık sahasına çıkarılmadığı ifade edilir. (Kıyamet, 75/36.) Bir noktanın altını çizelim: Allah’ın bizim varlığımıza ihtiyacı yok, bilakis O’na muhtaç olan biziz, dolayısıyla sıkıştığımız yerde doğduğumuz güne lanet okumanın bir anlamı yok.

Bir insan olarak vazifemiz, sağlam bir ilim, ahlak ve karakterle, tevhidin aydınlığında kendimizi keşfetmek ve dünyayı güzelleştirmektir. Daha öz bir ifadeyle bu, bilinçli bir keşif ve amaçlı bir inşa eylemidir. Bunun gerçekleşebilmesi için insanın öncelikle yapması gereken şey, kendi önünde bir engel olmayı bırakmaktır; kendine takoz olmaktan vazgeçmektir. Büyük filozof Farabi “İnsan kendi hakikatinin önünde bir engeldir; kim olduğunu keşfetmek için önce mükemmelliği keşfetmek gerekir.” der. Bunun bir manası da kendi hakikatini sekteye uğratanların hayattan ve gerçeklikten kopmalarının kaçınılmaz olduğudur. (Farabi, Var Mısın Ki Yok Olmaktan Korkuyorsun?, Haz. Mesud Topal, İstanbul: Destek Yay., 2020, s. 45-53.)

Her türlü şan, şeref ve yücelik vasfına sahip olan, eşi, benzeri ve dengi olmayan Allah’ı tasarrufları sebebiyle sorgulamak insanın haddine değildir. “Allah bana doğmak isteyip istemediğimi niçin sormadı.” sorusu haddi aşan bir sorudur. Bilmeliyiz ki varlık âleminde her şey, yaratan, rızık veren, kol kanat geren, merhamet, şefkat ve adalet sahibi Allah’ın dilemesi, iradesi ve takdiriyle gerçekleşir. Her şey O’nun takdiriyle belli bir ölçüye (kadere) bağlanmıştır. O’nun takdirinin dışında hiçbir şey yoktur. Belli bir zaman, mekân ve çevrede yaratılmamız tıpkı kan grubumuz, gen haritamız, derimizin rengi vb. hususlar bizim irademiz dışında olan şeylerdir. Bunlara kafayı takıp “Allah bana doğmak isteyip istemediğimi neden sormadı?” türünden tuhaf ve sitemkâr sorularla vakit harcamak ve hedeften sapmak yerine varlığım ve kabiliyetlerimle insanlığa hangi artı değerleri sunabilirim sorusuna odaklanmak daha evla değil midir?

O hâlde, haddi hududu aşmanın bir anlamı yok…

“Varlığınla, kabiliyetlerinle, vasıflarınla bugüne kadar insanlığa ne verdin? Allah’ın bunca nimetini tadarken sesin soluğun çıkmıyordu, şimdi hangi hakla kimden neyin hesabını soruyorsun?” deyiverirler adama!

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Aralık 21, 2024, 04:50:26 ÖS]