HİSSİZLİĞİMİZİ HİSSETMEK
İnsanoğlunun dünya macerası Âdem aleyhisselamla başlamış kıyamete kadar da devam edecektir. Günümüze kadar olan sürede insanoğlu sevmiş, sevilmiş, ana olmuş, baba olmuş, sevdiklerinin ölümünü görüp ağlamış, hasta olmuş, öfkelenmiş, savaşmış ve barışmış ... Daha birçok şey… Bu maceranın hikmetini kavrayanlar putları devirmiş, firavunların karşısında hakkı söylemiş, musibetlere sabretmiş, adaleti yaymak için çalışmış. Bu güzel insanlar Hak galip gelsin diye çalışmışlar çalışmışlar çalışmışlar...
Karanlık zihinlerinde dünyaya kök salıp dünyada ebedi kalacaklarını zannedenler, bir gün yaptıklarından hesaba çekileceğini unutanlar da olmuş. Bunlar insanları ateşe atmış, nesilleri ve ekinleri mahvetmiş, insanları kendine kul köle yapmış, Allah birdir diyenlere her türlü işkenceyi reva görmüşler.
İlk gruptaki güzel insanlar da ikinci gruptakiler de göçmüş bu dünyadan. Birinciler arkalarından gelen her nesle güzel bir örnek teşkil etmiş Cennetin yareni olmuşlar. İkinciler ise denizde boğulmuş, ufak sineklere yenik düşmüş, elleri kurumuş ve kendinden sonra gelen her nesle olumsuzluk yaymış. Ardından cehenneme yaslanmak üzere çukurlarında bekler omuşlar.
İnsanlık tarihinden bizlerin alacağı hisse nedir? Bunlar diploma sahibi olmak için ezberlenip unutulacak bilgiler midir? Ya da bunlar okunup geçilecek üzerinde tefekkür edilmeyecek birer hikâye midir sadece?
Değildir elbet. Aslolan putları kırabilmek, denizleri geçebilmek, hastalıklara/ musibetlere sabredebilmektir.
Peki, yapılacaklar belliyken bizleri engelleyen nedir? Dünyadaki bunca zulmü, adaletsizliği, ahlaksızlığı görüp bizleri durduran nedir? Bizleri hangi zincir telefon ve televizyonun ekranlarına esir etmiş? Hangi zincir bizleri rahat apartman dairelerine, kuş sütü bile olan sofralara mahkum etmiştir?
Zincirler kalplerimizde. Hissetmiyoruz. Aç olanların halini, Allah’a inandığı için zulüm görenleri, tepelerine bombalar yağanları hissetmiyoruz. Kalbimizde, sofralarımızda, dualarımızda ne yazık ki onlara yer bulamıyoruz.
Hissedemezsek eğer; kalbimiz cehennem ateşinin yakıcılığını, hararetini, oradaki o vahim halimizi hissedemeyiz. Eğer, anlayamazsak cennetin ve cennet nimetlerinin güzelliğini, dünya hayatının geçiciliğini idrak edemezsek, bir misafir olduğumuzu unutursak kurtulamayız elbet bu zilletten.
Daha da kötüsü biz bu hissizliğimizin, idraksizliğimizin ve ferasetsizliğimizin bile farkında değilsek mahkûmuz putları yıkamamaya, denizleri geçememeye, tahayyül ettiğimiz medeniyeti kuramamaya.
Ama bir gün gelecektir ki atmayan kalpler atacak, gözyaşı dökmeyen gözler ağlayacak, Allah için çalışmayı unutan azalar çalışacak, Allah için duymayan kulaklar duyacaktır. Neden o gün bugün olmasın peki? Neden ağlayan gözler bizim gözümüz olmasın?