* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Konuşa Konuşa Anlaşamıyoruz  (Okunma sayısı 464 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı gurbetciyim

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2330
Konuşa Konuşa Anlaşamıyoruz
« : Ekim 21, 2019, 08:23:16 ÖÖ »
Konuşa Konuşa Anlaşamıyoruz

    Bugün artık konuşa konuşa ihtilafa düşen, anlaşmazlıklarını büyüten bir toplum haline geldiğimiz kesin. Bu noktada atalarımızın yanıldığı hükmüne varmadan önce, sarf edilen bunca söze rağmen gerçekten konuşup konuşmadığımızı sorgulamamız, “konuşma”nın ne olduğu üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

“İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşırlar” sözü, bizim medeniyetimizin bir mütearifesi. Bu tabirdeki “konuşa konuşa” ifadesi, söz söylemedeki çokluğu ve sürekliliği teşvik ediyor gibi görünüyor. Halbuki yine bizim medeniyetimizde sözün kısasının makbul sayıldığını biliyoruz. Üstelik mükâleme, yani söz söyleme manasına konuşmanın eskiye oranla israf derecesinde çoğalmasına rağmen, anlaşmazlıkların arttığını da hepimiz müşahede ediyoruz. Bugün artık konuşa konuşa ihtilafa düşen, anlaşmazlıklarını büyüten bir toplum haline geldiğimiz kesin. Bu noktada atalarımızın yanıldığı hükmüne varmadan önce, sarf edilen bunca söze rağmen gerçekten konuşup konuşmadığımızı sorgulamamız, “konuşma”nın ne olduğu üzerinde düşünmemiz gerekiyor.

Konuşmak ünsiyet eylemektir

Dilimizde söz söylemeyi karşılayan kelimeler, bu manayı hep dolaylı olarak verir. Asıl olarak sözün söylenme zeminini, imkanını yahut maksadını anlatan kelimelerdir bunlar. Konuşmak, “karşılıklı konmak, mülâki olmak” manasına müşareket (ortaklık, işteşlik) bildiren bir fiildir mesela. Göçebelik zamanlarımızda çadırlarıyla birbirlerinin yakınına konanların, yani “konşu” (komşu) olanların, bu yakınlıkla birbirlerini duyma ve anlama imkanı elde etmesi sebebiyle, kelimeye bilahare “söz söyleme” manasını yüklemişiz. Eski Türkçedeki eyitmek / ayıtmak filli de karşımızdakinin idrak mekanizmalarını harekete geçirerek onu muhatap haline getirmek demek. Ayıtmaktaki “uyandırmak, âgâh kılmak, muhatap aldığımız insanın hakikati görmesini sağlamak” manası ise söz söylemenin kendisinden ziyade maksadını öne çıkarmaktadır. Azeri Türkçesinde konuşmak manasına kullanılan “danışmak” kelimesi de hem “tanış olma”yı, hem görüş alış verişini anlatmaktadır ki bunlar her halükârda yakınlığı gerektirmektedir.

Hülasa konuşmak “yakın olmak” demek ve mükâleme bu yakınlığın mümkün kıldığı fiillerden biri. Konuşmadaki yakınlık, komşuluk hukukuna riayeti de icap ettirdiğinden sadece mekanla alakalı bir mesafe azlığından ibaret değil. Aynı zamanda bir gönül yakınlığını, ülfet yahut ünsiyeti, aşinalıktan kaynaklanan bir muhabbet ve hürmeti de ifade ediyor. Böyle olduğu içindir ki bir dostluk ve muhabbet zemininde yeri, zamanı, kıvamı, maksadı, ifade tarzı gözetilmeyen sözler, anlaşma yerine tefrikaya yol açıyor. Dostluk ve muhabbetin iktizası değilse, söylenenler konuşma olmuyor yani.

Tartışma düşkünlüğü

Terbiyecisi medya olan yeni nesiller konuşmayı böyle bilmiyor. Laf olsun kabilinden seviyesizlikler bir yana, televizyonların tartışma programlarındaki ağız dalaşlarını konuşma zannediyorlar. Düşüncelerini söz veya yazıyla anlatırken hep bir cedel üslubunu tercih ediyor, polemik yapmayı maharet sanıyorlar bu yüzden. Diyalektik mantığın akademik çevrelerce tek akıl yürütme metoduymuş gibi adeta kutsanarak bilimsel bir kisveye büründürülmesi de, kabul etmek gerekir ki, cedelleşmenin fiyakasını artırıyor.
Elbette bir hususu anlatmak, kabul ettirmek için bizim bugün kabaca tartışma diye bildiğimiz cedel de bir metottur. Lakin demir leblebidir. Kaş yapayım derken göz çıkarma ihtimalinin daha kuvvetli olduğu tehlikeli bir yoldur. Şartları ve adabı çok ağır olan bu metodu kullanmak ehliyet ister. Nitekim Ehl-i Sünnet uleması, muhatabın inadını kamçılayarak hakkı inkârda ısrar etmesine sebebiyet vermek gibi bir vebalden dolayı, işin ehli olmayanları cedelden sakındırmışlardır.

Fakat denilebilir ki, bazen biri çıkıyor karşınıza, cahillere mahsus bir cüretle saçma sapan fikirlerin doğruluğunu iddia ediyor. Böylelerinin tutarsızlığını ispatlamak üzere şöyle esaslı bir münakaşaya girip ağızlarının payını vermekten kaçınalım mı peki? Niyetimiz, söyledikleri baştan ayağa yanlış da olsa muhatabımızı alt edip küçük düşürmekse, evet! Zira muhatabı yenme arzusunda nefs vardır; dolayısıyla “hayır” yoktur. “Ya hayır söyle, ya sus!” emri mucibince sükût etmeli, sükût ederek de konuşulabileceğini hatırlamalı ve dile getirdiği iddiasından önce karşımızdaki insanı anlamaya çalışmalıdır. Anlamak için “anlayışlı olmak”, yani muhataba müsamaha ile şefkat ve muhabbetle yaklaşmak şarttır. Zor iştir.

Hayır, anlayışlı olmakta

Bu zorluğu aşmanın yolu, önce günümüz müslümanlarının tutum, düşünce ve hatta inançlarındaki sakatlıkların yalnız onların şahsî hatasından kaynaklanmadığını kabul etmekten geçiyor. Neredeyse iki asırdır “ilim”le irtibatımız kesilmiş, bize hakikati öğretecek alimlerimizin kökü kurutulmak istenmiş. İthal ideolojiler eğitim yoluyla küçük yaşlardan itibaren kazınmış zihinlere. İlmin bu fetret dönemi hepimizi bir şekilde yaralamış aslında.

Bu sebepledir ki yarasının bizimkine nispetle ağır olduğunu düşündüğümüz insanlardan istikrahla, onları itip kakarak toplum nezdinde küçük düşürmekte hayır yok. Hayır, cedelleşmek yerine konuşarak o yaraları sarmaya, insanları kazanmaya çalışmakta. Oysa kelimelerin kurşun yapıldığı ve hedefin isim zikredilerek alenileştirildiği bir cedel tarzında muhatabı öldürme kastı vardır.

Haklılık iddianız durumu kurtarmaz. Ne kadar haklı olursanız olun, üslubunuzdaki sertlik ve şahsileştirilmiş tenkitler, karşı tarafın son derece tutarlı itirazlarınızı dahi kendi varlığına yönelik bir saldırı gibi anlamasına sebebiyet verecektir. Beşerî bir savunma refleksidir bu.

Böyleyken neredeyse bütün zihnî müktesebatı yanlışlardan ibaret kimselerin kolayca “lâ” demesini beklemek, bir yerde onların kendilerini inkâr etmesini beklemek gibidir ki, cedelin ateş püskürten atmosferinde muhaldir. Fakat öte yandan madem ki hem doğruları söylemek, hem yanlışlarından arındırarak karşımızdaki insanı kazanmak gibi bir mesuliyet hâlâ orta yerde durmaktadır; başka bir irtibat ve tesir imkanının aranmasına ihtiyaç vardır. O imkan, muhatabınıza dost olmakla, onu Yaradan’dan ötürü sevmekle, onunla cedelleşmek yerine ülfet edip konuşmakla sağlanabilir.

Yolumuzun esası sohbet

Dostluk zemininde dile getirilen yanlış ve ikazlar, Nebevî metotta olduğu gibi ortaya söylendiği, şahısları işaret yoluyla dahi hedefe almadığı için savunma refleksiyle heba edilmeyecektir. Söylenenleri üzerine alanlar dahi, söyleyenin muhabbetinden, dostluğundan, onun kendilerini koruma niyetinden emin olduklarından, anlatılanları peşin hükümsüz, komplekssiz bir tavırla, açık yüreklilikle dinleyecek; tenkit ve teklifleri mutlaka dikkate alacaktır.

Bizim irfanımızda sözün hayır gözetilerek söylendiği, muhataba tesir ettiği, tarafların birbirini yenme hırsıyla malûl olmadığı konuşma tarzına “sohbet” denir. Sohbet, “aralarında ünsiyet olan insanların bir araya gelip tekellüfsüz mükâleme etmesi” gibi bilinse de, tıpkı konuşma gibi söz söylemekten ibaret değildir. Dostluk demektir, muhabbet demektir, yekdiğerine arka çıkıp sahip olmak demektir.

Bütün bunlar sözsüz de olabilir. Sohbetin dilimizdeki “muhabbet etmek, halleşmek” gibi karşılıkları da göstermektedir ki söz esas değildir. Sohbet, velev söz söylemek suretiyle yapılsın, zihnî olmaktan ziyade kalbî bir iletişimdir.

Öyle olduğu içindir ki saatler süren tartışmalara, sayfalar dolusu itirazlara rağmen inadından şaşmayan nice insan sohbetlerde bazen bir kelime, bazen bir nazar yahut tebessümle bir çırpıda “lâ” deyivermiştir. Öyle olduğu içindir ki bizim “yolumuzun esası sohbettir”.

Büyükler, “Yolumuzun esası sohbettir.” derken, uzletten kaçınıp topluma karışmak, hiç kimseyi ötekileştirmemek yanında, cedelden uzak durmayı da kastetmişlerdir. Çünkü sohbette cedel olmaz. Olursa sohbet olmaz.

 


* BENZER KONULAR

Birlikte Hizmet Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:59:59 ÖÖ]


Gizli Halleri Açık Hallerinden Daha Hayırlı Adamlara İhtiyacımız Var Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:40:31 ÖÖ]


Mücahitler Kazandığınızı Kaybetmeyiniz Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:32:32 ÖÖ]


İnsanlardan Övgü Beklemek Ateşle Oynamak Gibidir Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:24:29 ÖÖ]


Zamanın Kıymetini Bilmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:17:13 ÖÖ]


Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Dün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Dün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Dün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Dün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Dün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Dün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Aralık 21, 2024, 05:34:39 ÖS]