Evlerimizin Hakkı
Ev dediğin evrendir, ucu dönmez kervandır!
Yeni tanıştığınız bir kişi hakkında fikir sahibi olmak istiyorsanız “Evini ziyaret edin.” der büyükler. Evlerimizin dekoru, düzeni, eşyaları, temizliği ruhumuzun mekâna yansımasıdır çünkü. İnancımız, ahlakımız, karakterimiz ve psikolojik sağlığımız yaşadığımız evin ortamında mayalanır.
Kur’an-ı Kerim’de “mesken” ismi ile “huzura erme ve dinlenme yeri” olarak tanıtılır evlerimiz. (Nahl, 16/80.) Sadece yeme içme ve barınma ihtiyaçlarımızı karşıladığımız mekânlar değildir bu yüzden. İnsanın sükunete erdiği, huzur bulduğu yer demektir “mesken.” Huzurun, mutluluğun mekân kılığına girmiş hâlidir âdeta. Türkçemizde de evren kelimesinin kökünde yer alır “ev” kelimesi. Evrenimizin merkezini evimiz oluştururken, evlerimiz de evrenimizdir.
İnsanı mutlu eden üç şey
Peygamber Efendimizin (s.a.s.) “Ya Rabbi! Günahımı affet, evimi genişlet, rızkımı mübarek kıl.” (Ahmet b. Hanbel, IV, 63.) şeklinde dua ettiği bilgisi yer alır hadis kitaplarımızda. Bu dua, fiziki anlamda genişliğin yanında evin bereket ve bolluk ile de refaha kavuşması için duyulan arzusunun ifadesidir.
Peygamberimiz geniş evi dünyada insanı mutlu eden, kötü evi de mutsuz eden şeyler arasında sayar. “Üç şey insanın saadetinden üç şey de insanın mutsuzluğundandır. İyi bir eş, geniş bir ev ve iyi bir binek. Kötü bir eş, kötü ev ve kötü binek ise mutsuzluk kaynağıdır.” (Buhari, Nikâh, 18.) Hadislerde yer alan geniş evin özellikleri komşularının iyi olması, başta cami olmak üzere sosyal kurum ve tesislere yakın olması, ev sahibine huzur ve güven vermesi, hava ve güneş açısından coğrafi konumunun iyi olması olarak açıklanır. Meskenin kötülüğü ise komşularının kötülüğü, ezan sesine uzak olması, mescide uzaklığı, konumunun yetersizliğidir.
Modern zamanlar yaşadığımız evleri, mesken özelliğinden konuta, otel konseptli rezidanslara, geceleme mekanlarına var gücüyle dönüştürmeye çalışsa da herkesin hayalinde başını sokacak mutlu bir yuva özlemi hep var olagelmiştir.
“Evim gibisi yok.” cümlesi sizin de evinizden uzaklaştığınızda kullandığınız bir cümle ise huzur ve güven içinde sevdiklerinizle beraber vakit geçirdiğiniz büyük bir zenginliğe sahipsiniz demektir. Ama dikkat! Bu zenginliğe sahip olmak ve devam ettirebilmek ciddi çaba ve emek ister. Bedenimizin, eşlerimizin çocuklarımızın üzerimizde hakları olduğu gibi evimizin de üzerimizde hakları vardır. Evlerimizi istenmeyen duyguların ve eşyaların biriktirildiği çöplüklere dönüştürmemek için bazen küçük dokunuşlar yeterli olurken bazen büyük özverilere ihtiyaç duyulabilir.
Sekineti olmayanın sükûneti olmaz.
Evlerimizi huzur ve güvenlik alanına dönüştürmenin en önemli yolu seslerimizi ve kelimelerimizi kontrol edebilmektir. Sesimizi yükselttiğimiz her ortama farkına varmadan şiddet tohumları ekiveririz. Bağırmamak ve bağırmaya sebep olacak davranışlara izin vermemek aile bireylerinin önemli bir değeri olursa evlerimiz sekinenin ve huzurun sağlandığı ortamlara dönüşür. Yüksek sesle konuşmak, bağırmak bir evi cehenneme çevirmeye yeter çünkü.
Bu konuda en büyük örneğimiz Peygamber Efendimizdir hiç şüphesiz: “Ey Âişe, yumuşak davran! Çünkü rıfk (nezaket) nerede bulunursa onu güzelleştirir, nereden çıkarılıp alınırsa o da çirkinleşir.” (Ebu Davud, Cihâd, 1; Müslim, Birr, 79.) Bu tavsiye evlerimizi cennete dönüştürmek için bir reçete gibidir sanki.
Dağınık ev dağınık zihindir
Ortada bırakılmış fincan ve bardaklar, üzerimizden çıkarıp attığımız giyecekler, dağınık örtüler eve giren herkes için olumsuz bir görüntü oluşturur. Temizlik ve hijyen kurallarına dikkat etsek bile karşı karşıya kaldığımız bu manzara bizi huzursuz eder.
Araştırmalar dağınık bir evin stres seviyelerinde olumsuz etki yaptığını, sürekli dağınık ortamda yaşayan kişilerin gerginlik ve çaresizlik hisleri yaşayarak endişe ve kaygı bozukluğuna kadar giden sorunlar ile karşılaşabileceğini haber veriyor.
Her şeyin her yerde olduğu bir evde oturmak, yemek yapmak, ders çalışmak konsantrasyonu da olumsuz etkileyen unsurlar arasında. Dağınık bir ev dağınık bir zihnin göstergesidir çünkü. “Derle, topla, rahatla.” tavsiyeleri ile sadeleşmeyi alışkanlık hâline getirmemiz gerektiğini belirten uzmanlar, çok net bir kural hatırlatır bize bu konuda: Bir seneden fazla kullanmadığınız eşya varsa artık o eşya size hizmet etmiyor, siz ona hizmet ediyorsunuz demektir. Bu durumda onları ya işe yarayacak hâle getirmek ya da ihtiyacı olan birine vermek en güzeli. “Fayda vermeyen her şey zarar verir.” ilkesini düşündüğümüzde bu tavsiye uygulamaya değer.
Sınırı olmayanın huzuru olmaz
Temel hak ve hürriyetlerimizden biri de mesken hürriyetidir. Meskene tecavüz hayata, mala, namusa ve hürriyete tecavüzdür. Evlerimiz sadece sıcak ve soğuktan korunduğumuz bir sığınak değil aynı zamanda mahremiyetimizin sağlandığı ve muhafaza edildiği yerlerdir. Bu yüzden eve “harem” denmiş, selam vermeden ve izin almadan bir eve girmek, kapıyı üç kereden fazla çalmak, kim o dendiğinde “Ben, ben.” diyerek kimliğini belirtmemek dinimize göre kötü hareketler olarak karşılanmıştır.
Mesken mahremiyeti
Evlerimizin kapı ve pencereleri, dış dünyaya açılmamızı sağlayan aynı zamanda içeride olanları da muhafaza eden en belirgin sınırlardır. Bu sınırları koruma konusunda ev sahibine ve topluma önemli sorumluluklar yüklemiştir Peygamber Efendimiz. “Bir kimse kapısı açık bırakılmış veya giriş kısmında perde olmayan bir eve uğrar da içeriye bakarsa kabahat onda değil ev sahibindedir.” sözü ile mahremiyetin temini için ev sahiplerine düşen görevlerden bahsederken “Hiç kimse izin almaksızın başkasının evinin içine bakmasın, kim izinsiz bakarsa aynen girmiş gibidir.” (Tirmizi, İstizan, 16.) sözü ile de toplumsal sorumluluklarımızı hatırlatır bize.
Misafiri olan evin bereketi olur
Peygamber Efendimiz, “Allah bir kavim için hayır murat ederse onlara bir hediye ikram eder.” buyurmuş, sahabeler “Ya Resulüllah nedir bu hediye?” diye sorunca Peygamberimiz “Misafirdir çünkü misafir rızkı ile gelir, giderken de Allah Teâlâ ev halkını bağışlar.” (Nebhani, Fethu’l KebirI, 77.) buyurmuştur.
Misafir ağırlamanın rahmetten zahmete dönüştüğü günümüzde, Peygamber Efendimizin konu ile ilgili sözleri ne kadar motive edicidir. Günümüzün gösterişli sofraları misafirlik âdetini zayıflatsa da evlerimizin zekâtıdır misafir. Getirdiği rızık, yaptığı dua bereket kaynağı olur evlerimize. Yeter ki niyetlerimiz salih, sofralarımız gösteriş ve israftan uzak olsun.
Evlerinizi kabirlere çevirmeyin
Evlerimizi sadece fiziksel ve sosyal ihtiyaçlarımızın karşılandığı mekânlar hâline getirmek evimizin hakkını ihlal etmek demektir. Peygamber Efendimiz, “Evlerinizi kabirlere çevirmeyin!” (Buhari, Ezan, 81.) sözü ile ifade eder bu durumu. Kur’an okumak, namaz kılmak, tefekkür etmek gibi yaptığımız her ibadet evimizi kabir olmaktan kurtarır. “Kişi evinde Kur’an okursa ev, ehline karşı genişler ve melekler de orada hazır olur. Şeytanlar kaçar, evin hayır ve bereketi artar. Kur’an okunmayan eve gelince o içindekilere dar gelir, melekler orayı terk eder, şeytanlar istila eder, hayır da azalır.” (Darimi, Sünen, 2.) hadisi evlerimize maneviyat ile gelecek zenginliğin müjdesidir.
Şerefül mekân, bi’l mekin
Evlerimiz ister bir şaheser ister küçük bir kulübe olsun “Şerefü’l mekân bi’l mekin” cümlesi bize mekânların şerefinin içinde yaşayanlar tarafından inşa edildiğini hatırlatır. Mekâna anlam veren, değer katan insandır çünkü.
Zaten hayırlı insan, gittiği her yere hayrı götüren kişi değil midir?
Ayşe Nur Özkan