FANİLER DEĞİL BAKİ OLAN BİLSİN
İslâm târihinin ilk yıllarında Medîne-i Münevvere'de bâzı fakirlerin kapılarına meçhûl bir kimse her sabah bir çuval erzak bırakmaktaydı. Bir sabah o fakirler uyandıklarında baktılar ki, kapılarına erzak konmamış. Sebebini merak ederlerken o esnâda içli bir salâ sesi duyuldu ve Medîne-i Münevvere Hazret-i Alî -radıyallâhu anh-'ın torunu Zeynel Âbidîn Hazretleri'nin vefâtı ile çalkalandı. Herkes derin bir mâteme büründü.
Bu peygamber evlâdına karşı son vazîfeler îtinâ ile yapılmaya başlandı. Sıra mübârek nâşının yıkanmasına geldiğinde bu şerefli vazîfeyi yapacak olan zât, mevtânın sırtında içi su toplamış büyükçe yaralar görünce şaşırdı. Sebebini anlayamadı. Yakınlarına sorduğunda ise, ehl-i beytten orada bulunup bu sırra âşinâ olan bir kimse, şunları söyledi:
"- Zeynel Âbidîn Hazretleri her sabah hazırladığı erzak çuvallarını sırtında taşıyarak erkenden fakirlerin kapısına götürür ve kimseye görünmeden geri dönerdi. Halk da bu çuvalları kimin bıraktığını bilmezdi. Sırtında gördüğünüz yaralar, işte o çuvalları taşımaktan ötürü oluşmuş yaralardır."
KISSADAN HİSSE:
Amellerini sırf Hak Teâlâ'nın rızâsı için yapanlar, onları, ifşâsı harâm olan bir sır gibi halktan gizlemeye çalışırlar. Zîrâ Hakk'a âit olduğu hâlde halka arz edilen amellerde Allâh'a götürecek hiçbir fazîlet kalmaz. Çünkü onları ucub ve gurûr başta olmak üzere binbir türlü nefsâniyet kaplar. Dolayısıyla Hak yolunda yapılan her salih amel, "Fânîler değil, Bâkî olan bilsin" düşüncesiyle olursa makbûldür ve böyle fiillerin ecir ve mükâfâtlarını yazmaya ne kalemler kâfî gelir, ne de mürekkep yetişir.
Samîmî ve fedâkâr hizmetlerle Allâh'ın kullarını memnûn etmeye gayretli olurken nefsini değil, Hakk'ı râzı edebilen isimsiz ve gerçek kahramanlara ne mutlu