İHLAS KUL İLE RABBİ ARASINDADIR
İhlâs; kul ile Rabbi arasındadır yoksa dindar görünmeye çalışmak ya da dindarlığına fazla vurgu yapmak değildir
Müslümanız ve bunu ikrar ediyoruz. Zira kalpteki imanı amel, söz ve davranış ile izhar etmek icap ediyor. Ayrıca Müslümanlığımızı her yerde gösteriyoruz yani gizlemiyoruz ya da takiyye yapmıyoruz. Ayrıca diğer insanların da Müslüman olmasını arzu ediyor ve bunun için mücadele ediyoruz. Zira onlar da hem dünyada mutlu olsunlar ve insanca yaşasınlar hem de ahirette kurtulsunlar; felakete uğrayıp rezil olmasınlar istiyoruz.
Fakat her meselede olduğu gibi burada da itidalli ve ölçülü olmayı unutmamak da gerekiyor.
İhlas; Allah rızası ve kendi kurtuluşu için imanı tercih etmek ve yine aynı maksatla ahlak sahibi olup güzel işlerde bulunmaktır. Bu durumda iman, amel ve ahlak için başka maksatlar aramak, ihlasa aykırıdır. Tüm diğer çalışmalar için de durum böyledir. Yani güzel işleri; başkalarına şirin görünmek ya da başkalarını razı etmek, birilerinin şerrinden ya da kınamasından korunmak veya kendimize sosyal ya da diğer alanlarda yer açmak için yapmak, ihlas değildir.
İhlasın zıddı ise riyâ/gösteriştir ve gösteriş, nifakın özel ve ileri derece bir çeşididir (ki bu tür insanlara mürâî diyoruz). Yani takvalı olmak ihlas, takvalı görünmek ya da takvasını her yerde göstermek gösteriştir. Aynı şekilde güzel işler yapmak ihlas iken güzel işlerimizi başkalarının gözüne sokmak riyadır.
Riyanın en tehlikeli ve vahim olanı, riya yapan kişinin bunun farkında olmamasıdır. Buna hidayetin kararması ya da kalplerin mühürlenmesi veyahut yaşadığı gibi inanmak diyoruz. Bu çeşit insanlar, yaptığı her şeyin doğru hatta İslam için olduğunu zannedebilir. Yine bu tarz kimselere nasihat ve ibret fayda vermez.
Riyakâr ve ne ettiğini bilmez insanlara nasihat etmekle onlarla fazla içli dışlı olmak farklı şeydir. Aynı durum diğer tüm yanlışlara müdahale meselesinde de geçerlidir. Yani insanların hatasını düzeltelim derken onların hatasına alışmak veya onlar gibi olmak tehlikesi vardır. Bu tehlike, kişiden kişiye farklılık arz edebilir. Yani her insanın etkilenme derecesi farklıdır. Bu durumda kişi, daima kendini gözden geçirmeli; başkalarını düzeltme uğruna kendini ihmal etmemelidir.
Benzeri bir durum dost ve yakınlarımız ile ilişkide de geçerlidir. Asgari insani ilişki ile dostluk ve fazla içli dışlı olmak, aynı şey değildir. Yani komşuluk, her anlamda anlaşmayı ya da komşumuzun her yaptığını kabul etmeyi; akrabaya yardım etmek de akraba ile fazla içli dışlı olmayı gerektirmez. Her konuda olduğu gibi komşu, arkadaş ve akraba ile ilişkide de temel ilkeler ve taviz verilmeyecek şeyler; yani bir başka ifade ile her insanla aramızda bir “mesafe” olmalıdır.
Mesafenin en güzel ve pratik göstergesi; her yerde ve her zaman kendimiz gibi olmak, kendimizi gizlememek ve temel değerlerimizden taviz vermemek; yani şahsiyetli yaşamak ve şahsiyetli davranmaktır. Amaç tebliğ bile olsa değer ve şahsiyetten taviz verilemez ve maksadı ne olursa olsun şirin görünmek için olduğundan farklı davranılamaz.
Yaptığı işlerin maddi ve manevi karşılığını sadece Allah’tan beklemek de ihlastır. İnsanlardan iltifat veya karşılık beklemek yahut yaptıklarının karşılığını göremediğinde üzülmek veya ümitsizliğe kapılmak da ihlasa aykırıdır.
İhlasın bir şartı da her işi bilerek ve farkında olarak yani şuurlu ve inanarak yapmaktır. Nifakın bir çeşidi de düşünmeden ve bilmeden, başkalarının yaşadığı gibi yaşamak ve başkalarının yaptığını körü körüne taklit etmektir.
Pratik anlamda sık rastladığımız bir samimiyetsizlik de dindarlık ve şahsiyetine fazla vurgu yapmak; mesela fazla yemin etmek, alakalı alakasız yaptığı hayır işlerini dile getirmek; yine mesela ticaret ve alışverişte konuyu, ticareti ile alakası olmayan İslami meselelere dayandırmaktır. Bu çeşit hareketlerden sakınmak zaten farzdır fakat bu tür insanlardan uzak durmak da hem kendimizi korumak hem de bu gibi insanların palazlanmasına mani olmak açısından önemlidir.
Dinimiz başta olmak üzere manevi tüm değerlerimizi suiistimal edenlere tenezzül etmek ve hatta taviz vermek vebaldir. Mesela dilencilere yardım etmek, onları bu işe teşvik etmektir.
Aslında dilenciye yardım etmek, hayır değil kolayına kaçmak yani kendimizi kandırmaktır. Zira iyilikte aslolan gizli olandır. Sadakada aslolan ise ihtiyaç sahibi arayıp bulmaktır. Bu yüzden Efendimiz SAV, insanlardan yardım talep edenin fakir olmadığını; asıl fakirin ihtiyaç sahibi olduğu halde edebinden bunu söylemeyenin olduğunu ifade buyurmuşlardır. Hazreti Eyüp AS ise fakiri arayıp bulmanın zenginin görevi olduğunu; fakiri gözetmeyen zenginin ise felakete uğrayacağını buyurmuştur.
Tam bu noktada samimiyetsizliğin bir çeşidinin de kolaya kaçmak olduğunu ifade etmek istiyoruz. Kolayına kaçmak tabiri yukarıdaki örnekte olduğu gibi çok anlamda kullanılabilir. Mesela bir kimsenin, karşısındaki insanın işinin görülmesini değil de sadece kendisine yapılan asgari görev tanımını gözetmesi, kolayına kaçmaktır. Yine hayırlı işler yapmak isteyen birinin, bunu düşünmeden yapması da kolaya kaçmaktır.
Yapacağı yardımı, hangi alanda ve kime yapacağını araştırmak yerine sorumluluğu başkalarına havale etmek de işin kolayına kaçmaktır. İnsanlık için güzel işler yapmak isteyen birinin; insanların neye ihtiyacı olduğunu hesaplayıp planlamadan, güncele kapılarak bir şeyler yaptığını zannetmesi de kolayına kaçmaktır.
Turgut Akyüz.