İnsan Bu, Bir Öyle Bir Böyle
“Kalbe kalp denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasındandır. Kalp, (çöldeki) bir ağacın üzerinde asılı kalan kuştüyü gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.”
(İbn Hanbel, IV, 409.)
TEMİM kabilesinin Üseyyidoğulları koluna mensup Hanzala b. Rebi’in zihni karmakarışıktı. Rasulüllah ile birlikteyken her şey ne kadar da güzeldi. Onun anlattıkları nasıl da içine işliyor, kalbini imanla dolduruyordu. Cennetten bahsederken sanki onunla birlikte bu eşsiz beka yurdundaki güzel manzaraları hayranlıkla seyre dalıyor, cehennemden söz ettiğindeyse âdeta kızgın ateşin kaynamalarını kulaklarında duyuyor, sıcaklığını teninde hissediyordu. Peki ya sonra? Hz. Peygamber’in yanından ayrıldıktan sonra bu hissiyatı kaybediyor, ailesiyle güle oynaya vakit geçiriyor, günlük hayatın telaşesine kapılıp gidiyordu. Bu çelişkili durumun izahını yapamayan Hanzala (r.a.) itikadının sağlam olmadığından endişe ediyor; imanla şereflendikten sonra nifak gibi küfürden de beter bir hastalığa düçar olduğunu düşünmek ruhunu büsbütün sıkıyordu. Bu ruh hâli içerisinde, kendisine “Nasılsın, Hanzala!” diye seslenen Rasulüllah’ın sadık dostu Hz. Ebubekir’e doğrudan “Hanzala münafık oldu!’ diye karşılık verdi. Hz. Ebubekir şaşırmıştı, “Sübhanallah! O nasıl söz!” diye çıkışınca Hanzala kendisini bu sözleri söylemeye iten nedenleri bir bir açıkladı. “Allah biliyor ya, ben de aynı durumdayım.” dedi Ebubekir (r.a.) ve Allah Rasulü’nün yanına giden Hanzala’ya eşlik etti, Rasulüllah’ın ne diyeceğini o da merak ediyordu. Yanına vardıklarında Hanzala beyninde yankılanıp duran o sözlerle başladı yine konuşmaya: “Ey Allah Rasulü! Hanzala münafık oldu.” Bu sefer şaşırma sırası Rasulüllah’taydı, “Bu nasıl söz?” dedi. Kendisine inen vahyi satırlara nakşeden vahiy kâtiplerinden seçkin bir sahabiydi Hanzala, bu sözleri neden söylemiş olabilirdi ki? Hanzala hemen arz etti halini:
“Ey Allah Rasulü! Senin yanındayken bize cennet ve cehennemi öyle anlatıyorsun ki (her birini) gözümüzle görür gibi oluyoruz. Yanından ayrılınca çoluk çocukla, iş güçle uğraşmaktan (anlattıklarını) unutuveriyoruz.” Bunun üzerine Allah Rasulü hem onun hem yanı başında merakla bekleyen Hz. Ebubekir’in hem de o günlerden günümüze aynı çıkmazda bocalayan tüm müminlerin yüreğine su serpecek şu sözlerle Hanzala’yı teselli etti: “Canım elinde olan Allah’a yemin ederim ki benim yanımdaki ve ibadet ettiğiniz esnadaki hâliniz her zaman devam edecek olsaydı melekler evlerinizde, yollarınızda karşınıza çıkıp sizinle selamlaşır, elinizi tutarlardı. Gel gör ki ya Hanzala! (İnsan bu!) Bir öyle, bir böyle! (Müslim, Tevbe, 12; İbn Hanbel, IV, 346.)
“İnsan bu!) Bir öyle, bir böyle!” sözünü üç defa tekrarlayan Hz. Peygamber, insanın değişken tabiatına dikkatleri çekmişti. Hanzala’nın ruh hâlindeki değişkenlikten yakınması, bunu münafıklığa yorması sebebiyle söylenen bu sözler, esasında Hanzala’nın Hz. Peygamber’le yaptığı bu kısacık görüşmede yaşadığı ruhsal değişimi de özetliyordu. Zira Allah Rasulü bu sözleri söylemeden önce Hanzala’nın ruhu prangalar altındaydı sanki; dünya ona dar geliyor, imanını kaybetme korkusu aklını başından alıyordu. Rasulüllah’ın sözlerinden sonra ise belki de o, dünyanın en bahtiyar insanlarından biri olmuştu; kalbini kuşatan kara bulutlar dağılmış, içinde kelebekler uçuşmaya başlamıştı. Korku ve endişe, yerini umut ve sevince bırakmıştı. Duygu dünyasındaki bu büyük değişimin gerçekleşmesi ise yalnızca saniyeler sürmüştü.
Sevinçten hüzne, korkudan ümide, sevgiden nefrete birçok duygu arasında geçişler yapan hatta birbirine zıt duyguları bir arada bile yaşayabilen bir varlıktır insan. Bütün bu duyguların merkezi olan “kalb”e “kalp” denilmesinin nedeni de bu değişken yapısı nedeniyledir. Zira kalp, sözlükte “bir şeyin içini dışına çıkarmak, altını üstüne getirmek, ters çevirmek, bir şeyi başka bir şeye dönüştürmek, değiştirmek” manalarına gelmektedir.
“Kalbe kalp denilmesinin sebebi, onun çok değişken olmasındandır.” diyen Allah Rasulü sözlerinin devamında bu değişkenliği kalbin her türlü yönlendirmeye açık oluşuna bağlamaktadır: “Kalp, çöldeki bir ağacın üzerinde asılı kalan kuştüyü gibidir. Rüzgâr onu bir oraya bir buraya savurur.” (İbn Hanbel, IV, 409; İbn Mace, Sünne, 10.)
Duygu ve düşüncelerin, insanın fiillerine yön veren niyetlerin mekânı olan kalp hem rahmani çağrıların ve ilhamların hem de şeytani vesveselerin ve telkinlerin hedef noktasıdır. Kalp ilahî yönlendirmelere uyduğu sürece kirlerinden arınır, tertemiz olur. İlim, iman ve irfanla yoğrularak rikkat sıfatıyla bütünleşir ve hakikate pürüzsüz bir ayna olur. İmanla huzur bulup salih amelle mutmain olan, dolayısıyla insanı daima hayra teşvik eden, samimi, selim bir kalp olur ki ahirette insanı kurtaracak olan yegâne sermaye böyle bir kalp ve onunla hayata geçirilen güzel amellerdir. Şeytani telkinlere kapılan kalp ise gaflet örtüsüne bürünür, günahlarla kararıp pas tutar, inceliğini kaybedip katılaşır. Hakikat ışığına ayna olamadığı gibi ilim ve hikmete, iyilik ve güzelliklere karşı da kilitlemiştir kendini. Bu nedenle insanı hep kötülüklere sürükler, tatmin duygusu kaybolduğu için kişi günah bataklığında bocalayıp durur.
Rasulüllah Efendimizin kalbin değişkenliğine dair verdiği bilgiler insana kendini tanıma ve eylemlerini tanımlama fırsatı vermektedir. Kalbin değişkenliği gerçeğini bilen kişi kalpteki hissiyatın durağan olmadığını kabul eder; kalbin çok çeşitli duygu değişikliklerine sahne olduğu gibi aynı duyguyu farklı zaman ve mekânlarda farklı yoğunluklarda hissedebildiğini de fark eder. Dolayısıyla kendinde gördüğü değişiklerin her zaman itikadi bir sorundan kaynaklanmadığını idrak eder. Fakat aynı zamanda kalbin değişken yapısı, insana inancını kaybetme tehlikesiyle her zaman karşı karşıya olduğunu, bu nedenle imanını daima diri tutmak için çaba sarf etmesi gerektiğini de hatırlatır. “İnandım” demekle her şeyin bitmediğini, beslenmediği ve eylemlerle güçlendirilmediği takdirde imanın yerini küfre bırakabileceğini anlamasını sağlar. “
Müslümanım” demekle ilahî rızayı garantilediğini düşünmek yerine Allah Rasulü’nün en gözde ashabından olan Hanzala’nın konumunda dahi münafıklık hastalığına yakalanabileceği gerçeğiyle yüzleştirir. “Ahsen-i takvim”de (en güzel surette) yaratılmışken “esfel-i safilin”e dönüşebileceğini veya tam tersi konumdayken insan-ı kâmil olmayı başarabileceğini fısıldar.
Kalbin her türlü değişime ve dönüşüme açık olması, dünya imtihanının sürekliliğinin ve çeşitliliğinin bir göstergesidir aslında. Bütün bu imtihanlarda başarılı olmanın yöntemini de yine Hz. Peygamber öğretmiştir bizlere. En çok yaptığı duayı bizlere de öğretmiş ve her zaman olduğu gibi bu hususta da ilahi yardıma başvurmayı tavsiye etmiştir: “Ey kalpleri bir hâlden bir hâle çeviren Rabbim, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” (Tirmizî, Deavat, 89.)