Çok Biliyoruz Ama Neyi?
O kadar çok biliyoruz ki, artık “ Bunları biliyor musunuz ‘’başlıklı ilginç yazılar ilgimizi hiç çekmiyor. Eskiden yerde bulunan bir kağıt parçasının dahi neyi anlattığı önem arzederken şimdilerde kitabın, derginin bilginin ve bilgiye ulaşma yolunun kolay olmasından mıdır nedir, o kadar da mühim sayılmıyor.
Okumadığımız gerçeğini, bu konuda kendi gösterdiğim acziyetle açıklığa kavuştursamda, okumadan çok bilmenin savunulacak mantıklı bir yanının olmadığı da açık. Ülkemizde bir yıl boyunca iki kişinin yalnızca bir kitap okuduğu ve aktif birer televizyon izleyicisi olduğumuzu düşünürsek durumu biraz daha iyi kavrayabiliriz belki.
Bilmenin, ilmin üst sınırı olmadığı gibi, iki-üç üniversite mezunu olmak, isminin önünde bulunan sıfatların kalabalığı yada soyadının şaşası ile de ölçülebilecek bir kıstası yoktur. Yunus Emre’nin dediği gibi;‿ilim kendin bilmektir‿ Bizim de yazımızda vurgulayacağımız asıl nokta; ilmin insana kattığı değerlerin asla kendini bilmezlikle ilgisi olmayan ve bu hakikatlerin bilinmesinin insanı Hakka yakınlaştırması gerektiğidir.
İnsanoğlu daha anne karnında iken öğrenmeye başlar. Dışardan gelen tüm uyarılara duyarlıdır. İnanç ve düşünce dünyasının şekillenmesi o zamandan başlar. Hayatı boyunca karşılaşacağı her insan ve her olay bir şeyleri öğretecektir. Atalarımızın “Bir bilmek, bir ölmek‿ dediği gibi ölünceye kadar bilmeye, öğrenmeye devam edilecektir.
İnsana bilmediklerini hep Allah-u Teala öğretti. Küçücük bir karıncanın dahi O’nun izni olmaksızın adım atmadığını düşünürsek, Allah’ın bize nasip etmediği ilmi biz kendi kendimize kazanma kudretine sahip olmadığımızı anlamış oluruz.
İlim öğrenmekten asıl maksat, yaratılış gayemize uygun hareket etmeyi öğrenmek ve bununla amel etmektir. Yoksa Allah-u Teala’nın bizim yaptıklarımıza ihtiyacı yoktur, bizim yaşamaya, anlamaya ve Hakk’a ulaşmaya ihtiyacımız vardır. Öte yandan bildiklerimizin ağırlığınca değil, amellerimizin ağırlığınca mükafatlandırılacağız.
Elde ettiği ilim ile kendini hayata karşı daha iyi donanımlayan insan hep kendi ile uğraşır. Bildiklerinin ağır sorumluluğu altında ezilirken, etrafa caka satacak vakit pek bulamaz.
Çocukluğundan beri Peygamber Aleyhisselatı vesselam Efendimizin evinde yetişip büyüyen ve hakkında, “Dünyada var olan ilmin beşte dördü Hz. Ali’dedir. Diğer beşte birlik kısmı ise yine Hz. Ali diğer insanlarla birlikte paylaşır.‿ Diye buyurulan Hz. Ali bakın ne diyor:‿Bildiklerimi ayağımın altına koysalar başım göğe değerdi.‿ İlim konusunda kendisine bu kadar lütuf buyurulan bir insan dahi bilmedikleriyle ilgileniyor ve bunların onu göğe yükseleceğini söylüyorsa bizlerin hali ne olacak?
Geçimimizi temin ettiğimiz mesleklerimizle ilgili konulara bile tam anlamıyla hakim değilken, öğrenip geliştirmekten ziyade kolayına kaçmanın yollarını ararken bizlerin hali ne olacak?
Bütün bu yadsınamaz gerçeklerin yanı sıra “Ben biliyorum‿ diyebilmek gerçekten sorumluluğu olan iddialı bir söz.
Maalesef herkes her şeyi o kadar çok biliyor ve her konuda yapacak mutlaka bir yorumu var. Her insan bir deryadır.
Elbette onun da gönül ve düşünce dünyasında farklı renkli düşünceler gizlidir ama yalnızca kendi aklına güvenip yola çıkan yarı yolda kalır.
Gerçekten bildiklerinin farkında olan insanın ilgilendiği şey, bunlar dışında kalan diğer bilmedikleridir. Kimseyi bilmediğiyle kınayamayız ama “Bilmemek değil, öğrenmemek ayıptır.” Bize akıl nimeti bahşedildiğine göre doğru kullanıp faydalı şeyler üretmek bizim elimizdedir. Tıpkı içi dolu başakların baş aşağı eğilip yere yaklaşması gibi bilen insan da bildiklerinin ağırlığıyla eğilir ve sürekli tevazu halinde olur.
Siz hiç dalları meyve ile dolu olduğu halde dimdik duran bir ağaç gördünüz mü? Kavaklar gibi meyvesiz, gökyüzüne doğru uzayıp giden bir ağaç mı yoksa ağırlığından neredeyse meyvelerinin yere değeceği bir ağaç mı olmak istersiniz?
Allah-u Teala cümlemize bilmediklerimizi bilmeyi, tüm ömrümüzü ilmiyle iştigal etmemizi, ilmiyle amel eden ve amellerinde ihlaslı olanlardan eylesin.
Amin.
Salihan Yalvaç.