Liyakat - Ehliyet
Liyakat, bir işe ehil olmak ve bir işe layık olmak demektir. İşe hakkını vermek becerisidir. Bu beceri bir güzel ahlak prensibi olan emanete riayet etme temeline dayanmakta olup, eğitimle ve tecrübeyle kazanılır.
işi ehline ver
Kur’an’ı Kerimde;
“Allah size, emânet ve yetkileri o konuda güvenilir ve yetenekli olan ehline vermenizi ve insanlar arasında hüküm verdiğiniz zaman, kim olursa olsun adâletle hükmetmenizi emrediyor. Bakın, Allah size ne güzel öğüt veriyor! Hiç kuşkusuz Allah her şeyi işitendir, bilendir.” Nisa:4/58
buyrularak emanetin veya işin ehil kimselere verilmesinin ne kadar mühim olduğu vurgulanır. Bununla, aslında işi ehline vermenin, emaneti hakkını verecek kimseye teslim etmenin bir mesuliyet olduğu bildirilir.
“Çünkü onlar, gerek Allah’ın, gerek Hz. Peygamber’in ve gerekse insanların kendilerine verdiği emânetleri en güzel şekilde koruyan verdikleri sözü en güzel biçimde yerine getiren dosdoğru müminlerdir.” Mearic:70/32
Allah Rasûlü (sallallahu aleyhi ve sellem), bir hadislerinde kendisine kıyametin ne zaman kopacağını soranlara cevap olarak şöyle buyurmuşlardır.
“İş, ehli olmayan kişilere verilince kıyameti bekle, kıyametin kopması pek yakındır.” (Buhârî, İlim, 2.)
İşin ehline verilmemesi, hiç şüphesiz toplum ve ümmet bünyesinde nerede ise kıyamete denk ciddi sonuçlar meydana getirir. Ya da toplumu kıyamet’e benzer bir kargaşaya götürür. Bu korkunç sonucun asıl sebebi ise, ehil olmayanların, Kitap ve Sünnet gibi dinî esaslara dayanmadan, kişisel arzu ve istekleriyle verilen görevi yapmaya kalkmalarıdır.
Bir işte ehil insanların görevlendirilmesi o işin önemini ve o işe verilen ehemmiyetin derecesini gösterir. Bu sayede hem ehil olan kimseye haksızlık yapılmamış, kendisini geliştirme imkanı tanınmış, hem de o iş gereği gibi yapılmış maksat hasıl olmuş olur. Dahası eğer bu mesele birilerinin eğitimi şeklinde ise, eğitilmesi istenen kişiler her şeyden önce başlarında bulunan ehliyetli kişinin, adaba uygun geliş gidiş, oturuş kalkış, yiyip içme, konuşma dinleme, vb gibi tüm hal ve hareketlerinden de istifade ederek istenilen hedefe doğru, doğru bir şekilde yol alınabilecektir.
Öte yandan, kişileri ehil olmadıkları işlerde istihdam etme hem o işe, hem o kimseye, hem de o işten etkilenenlere karşı bir zulümdür. Yapılmak istenen iş güdek kalır, ehil olmayan kimse, o işi yaparken isteksiz, gönülsüz yapar. Nihayet, o işten etkilenen kimseler de (o işin yapılmasını öngören kişiler de dahil) ya mazlum olurlar, ya da hayal kırıklıkları yaşarlar.
İşi ehline verme, aslında bir basiret ve feraset işidir. Efendimiz Medine’ye hicreti sırasında yanına en sadık dost olarak Hazreti Ebû Bekir’i alırken de, Habeşistan’a gönderdiği heyetin başına Cafer b. Ebi Tâlib’i seçerken de, Medine’ye ilk mürşid olarak Hazreti Mus’ab b. Umeyr’i gönderirken de, hicret ederken yatağına Hazreti Ali’yi bırakırken de, Mekke’de kalıp istihbarat yapmak üzere Hazreti Abbas’ı bırakırken de, hep isabet etmiştir. Her birini kabiliyetlerine göre görevlendirmiş, hepsi de işin ehli olarak ellerinden geleni yapmış ve görevlerini hakkıyla eda etmişlerdir.
Aynı şekilde, Efendimiz’in (s.a.v.) vefatından kısa zaman önce Suriye üzerine yapılacak bir sefere bütün sahabeler arasından Üsame Bin Zeyd’i kumandan tayin etmesi bunun en güzel örneklerindendir. Bu sayede efendimizin vazife tevdiinde maharete ne kadar önem verdiği anlaşılmış, hem o işler tam olarak gerçekleşmiş, hem de o sahabe efendilerimiz vazifelerinde başarılı olmanın huzurunu yaşamışlardır.
Kişilere görev verilirken bazan öncelikle o işin eğitiminin verilmesi gerekebilir. Bazen da ehil olmayı belirleyen şey zekâ ve kabiliyettir. Tüm bunlar ehil olacaklar için olması ya da yapılması gerekenlerdir ama zekâ ve kabiliyet bazen yaşı da, makamı da ikinci konuma indirebilir. Yani, ehil kimsenin yaşı, geldiği muhit, tahsilinin düşük olması işe vaziyet etmesine engel teşkil etmemelidir, lâkin birde pek dikkate almadığımız etik (ahlaki) tabir ettiğimiz mevzu vardır.
Eğitenlerle eğitilenlerin yaşlarının yakın olması ilk bakışta hoş görünebilir, lakin eğitimcininde genç olduğu, heva ve hevesine göre davranabileceği, az da olsa serseri bir ruh taşıyabileceği, zaafları olabileceği kesinlikle göz ardı edilmemesi gereken asli unsurdur.
Ayrıca, bir işe diplomalı veya unvanlı kimse değil, o işi hakkı ile yapabilen kimseler getirilmelidir. Adama göre iş vermek uygun değildir. Her zaman işe göre adam seçmelidir. O eleman o işe layıksa o iş ona verilmeli, layık değilse, layık olanını aramalıdır.
“Allah’ın bahşettiği ekonomik, sosyal, bireysel ve toplumsal bütün imkan ve fırsatları; akıl, beden, duyular, irâde, vicdan, muhâkeme gibi üstün yetenekleri O’na kullukta kullanarak yeryüzünde O’nun adına, O’nun hükümlerini egemen kılma mücâdelesi o kadar ağır, o kadar ciddî bir görevdir ki; Biz bu emâneti önce göklere, yere ve dağlara teklif ettik fakat onlar bu büyük sorumluluğu göze alamadıklarından, onu yüklenmekten çekindiler. Böylece bu yükümlülüğü, küçücük cüssesine rağmen, Allah’ın kendisine bahşettiği yetenekler sayesinde göklere, yere ve dağlara hükmetme gücünü elinde bulunduran insanoğlu kabul etti. Düşünsenize; bunca nîmetlerle donatıldığı hâlde, yüklendiği emânetin hakkını veremeyen insan ne kadar zâlim, ne kadar câhildir!” Ahzab:33/72
Ayrıca Kitab-ı Mübin’de mü’minlerin bir işi yaparken de aralarında istişare ettikleri, birbirine danışarak yaptıkları bildiriliyor.
“Onlar, Rablerinin iman çağrısına kulak veren, namazı dosdoğru kılan, işlerini aralarında danışarak karara bağlayan ve kendilerine bahşettiğimiz nîmetlerden bir kısmını Allah için yoksullara harcayanlardır.” Şura:42/38
Efendimiz de bu konuda şöyle buyuruyor;
“Emanete riayet edilmezse, zekat zorla verilirse, ilim, dine hizmet için değil de, para ve makam için öğrenilirse, kişi, hanımının meşru olmayan arzusunu yapmaya çalışırsa, ana babasına isyan ederse, fâsık ve ehil olmayanlar işbaşına getirilirse, kötülüğünden korkup zalime hürmet edilirse, gayrı meşru ilişkiler, çalgılı içkili yerler çoğalırsa, yeni nesil, önceki âlimleri kötülerse, o zaman çeşitli belaya maruz kalırlar.” [Bezzar]
Mesleğini iyi bilmeyen bir doktorun, hastasına faydadan ziyade zararı dokunur, hatta onun ölümüne bile sebep olabilir.
Verilen veya alınan her görev bir emanettir. İşi doğru ve düzgün yapmak, emanete uygun davranmanın bir gereğidir.
“O hâlde, ey Peygamber ve ey İslâm toplumunun önderi! Rabb’inin yolunda hedefe doğru adım adım ilerlerken, sağa sola sapmadan, yalpalamadan yoluna devam et ve sana emredildiği gibi dosdoğru ol! Sadece sen değil, günahlarından tövbe edip senin yanında yer alan diğer Müslümanlar da böyle olsunlar! Ve sakın ilâhî yasaları ihlal ederek yâhut hak ve adâlet sınırlarını aşarak azgınlık etmeyin! Unutmayın ki Allah, yaptığınız her şeyi görmektedir.” Hud:11/112
ayeti bize işlerimizde dürüst olmayı ve işe hakkını vermeyi emreder. İşe hakkını vermek için işe ehil olmamız, yani iş becerimizin olması, iş hakkında yeterli düzeyde tecrübemizin olması, işi yapma isteğimiz ve kararlılığımızın olması gerekir. Bu sıfatların hepsinin bir araya gelmesine liyakat diyebiliriz.
Üstlendiğimiz işleri düzgün yapmaktan sorumluyuz. Eğer âmir konumunda isek, işi ehil olana, yani işi bilene ve işi yapmak kararlılığında bulunana vermek zorundayız.
Ebu Zer (r.a) anlatıyor: “ Ey Allah’ın Rasulü beni memur tayin etmezmisin? dedim O bana dedi ki;
“Ey Ebu Zer, ben seni zayıf görüyorum. Ben kendim için istediğimi senin için de isterim. Sakın iki kişi üzerine amir olma, yetim malına da velilik yapma. Memurluk bir emanettir, hakkını vermediğin taktirde kıyamet günü perişanlık ve pişmanlıktır. Ancak kim onu hak ederek alır ve onun sebebiyle üzerine düşen vazifeleri eksiksiz eda ederse o günün perişanlığından kurtulur” (Müslim, İmaret 17, (1826); Ebu Davud, Vesaya 4, (2868); Nesai, Vesaya 10, (6,255)
“Allah Teâlâ, ilmi insanlara lütfettikten sonra hâfızalarından zorla söküp almaz. Ancak âlimleri ilimleriyle birlikte aralarından alır, geriye kara câhil bir grup kalır. Halk bunlara mes’elelerini götürür, onlar da kişisel görüşleriyle cevap verirler. Böylece hem halkı saptırır, hem de kendileri saparlar.” (Buhârî, İ’tisam 7, Müslim, İlim 14, Ahmed b. Hanbel II, 203 Ayrıca biraz farklı ifadeler için bk Buhârî, İlim 34, Müslim, İlim 13, Tirmizî, İlim 5, İbn Mâce, Mukaddime 8, Dârimî, Mukaddime 26)
Bir insan dindar ve faziletli olabilir, cefakar ve vefakar olabilir, heyecanlı da olabilir lakin, eğer o işe liyakatli değilse o görev ona verilmemelidir.
İdeal insan hem istikametli, mütedeyyin ve hamiyetli, hem de vazifesinde de mahir ve ihtisas sahibi olmalıdır. Aksi halde hem o vazifeyi alan hem de ona o vazifeyi tevdi edenler sorumlu olurlar. Bu bakımdan bir insan, hangi sahada ihtisas yapmış ve kabiliyetini hangi sahada geliştirmiş ise o sahada söz sahibi olmalı ve kendisine o sahada görev verilmelidir.
Rabbim, işlerimizi ehil kimselerin ellerine teslime bizleri muvaffak eyle… Bize, işlerimize vaziyet edecek ehil kimseler lütfeyle. Bizleri de bizim kabiliyetlerimize uygun işlerde ehil eyle.