* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Korku ve Ümit  (Okunma sayısı 159 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimiçi fanidunya NET

  • Administrator
  • *****
  • İleti: 7241
Korku ve Ümit
« : Aralık 07, 2022, 08:19:31 ÖÖ »
Korku ve Ümit

Korku ve ümit (Arapçası, havf ve recâ), mü’minlerin Allah karşısındaki ruhî durumunu belirleyen ve davranışlarını etkileyen iki duygudur. Bu duygular Allah’tan korkmayı ve O’ndan ummayı belirtir.

Genel anlamda korku (havf), insanın başına gelmesini istemediği bir şeye karşı duyduğu endişe; umut  (recâ) da, elde edilmek istenilen şeye karşı kalbin ilgisidir. Her iki durum da geleceğe yöneliktir ve insanın tutum ve davranışları üzerinde  belirleyici bir rol oynar. Bu nedenle mü’minin temel  niteliklerinden birisi korku, diğeri de umuttur. Ne var ki korkunun insanı  umutsuzluğa (ye’s); umudun da kötülükleri (günahları) önemsiz görmeye götürecek ölçüye ulaşmaması gerekir. Korku kavramı Kur’an’da havf, haşyet, rahabe ve ittika gibi kelimelerle dile getirilir. Kavramı içeren âyetler korkunun  nedenini ve amacını da açıklayıcı bir nitelik taşır. Buna göre mü’minler yalnız Allah’tan, kıyâmet gününün dehşetinden, cehennemin azabından korkmalıdır [1].

Buna karşılık, sözgelimi, insanlardan [2], düşman eline geçmekten [3], kâfirlerin hile ve düzenlerinden [4], özetle Allah’tan başka hiçbir kimse ve nesneden [5] korkulmamalıdır. Kur’an’ın öngördüğü bu korku, insanı pasifliğe hareketsizliğe itme amacı gütmez. Tam tersine, insanı korkunun nedenlerini ortadan kaldıracak tutum ve davranışlara yöneltmek amacı taşır. Örneğin Allah’ın gazabına, Cehennem azabına neden olacak davranış ve eylemlerden sakındırır. Allah’ın emirlerine uymaya yönlendirir. Bu yöneliş, kişiyi yalnızca korkuya neden olacak eylemlerden uzaklaştırmakla kalmayacak, ona gerçek anlamda iyi ve olgun bir mü’min olmanın yollarını açacaktır.[6] Rabbimiz Allah şöyle buyuruyor:

“Hidâyet ve rahmet, Rablerinden korkan kimselere mahsustur.” [7] “Eğer iman etmiş kimseler iseniz onlardan (insanlardan ve hiçbir şeyden)  korkmayın. Sadece Benden korkun!” [8]

“Ey insanlar! Rabbinizden korkun! Çünkü kıyâmet vaktinin depremi müthiş bir şeydir! Onu gördüğünüz gün her emzikli kadın emzirdiği çocuğu unutur, her gebe kadın çocuğunu düşürür, insanları da sarhoş bir halde görürsün. Oysa onlar sarhoş değillerdir; fakat Allah’ın azabı çok dehşetlidir.” [9]

“Onlar, Allah’ın gönderdiği emirleri tebliğ ederler, Allah’tan korkarlar ve O’ndan başka kimseden korkmazlar. Hesap görücü olarak Allah (herkese) yeter.”[10]

“Korkuyla ve umutla Rablerine yalvarmak üzere (ibâdet etmek, gece teheccüd namazı kılmak için), vücutları yataklarından uzak kalır ve kendilerine  verdiğimiz rızıktan Allah yolunda harcarlar.” [11]

 “Kulları içinden ancak âlimler Allah’tan (gereğince) korkar.” [12]

“De ki: Ben Rabbime  isyan edersem, büyük bir günün azabından korkarım” [13]

“Rabbimiz Allah’tır deyip sonra dosdoğru olanların üzerine melekler iner; ‘korkmayın, üzülmeyin, size söz verilen cennetle sevinin!’ derler.”[14]

Mü’minler Allah’tan korkmaları gerektiği gibi, O’ndan umut kesmemekle de yükümlüdürler:

“Allah’ın  rahmetinden umut kesmeyin”[15] “Rabbiniz bol rahmet sahibidir.” [16]

“Allah’tan bağışlama dile, Allah çok bağışlayıcı ve merhametlidir.” [17]

“Ancak tevbe edip durumlarını düzeltenler ve gerçeği açıkça ortaya koyanlar başkadır. Zira Ben onların tevbelerini kabul ederim. Ben tevbeyi çokça kabul eden ve çokça esirgeyenim.” [18] “Allah’ın rahmetinden ümidinizi kesmeyin. Çünkü  Allah  bütün günahları bağışlar. Şüphesiz ki O, çok bağışlayan, çok esirgeyendir.” [19] “Allah’ın rahmetinden  ümidinizi kesmeyin. Zira Allah’ın rahmetinden ancak kâfirler ümit keser.” [20]

Rasûlullah (s.a.s.) korku ve ümit  hakkında şöyle buyurur:

“Ümmetim adına yoldan çıkarıcı yöneticilerden korkarım/endişe ederim.” [21]

“Ben Allah hakkında sizden daha çok bilgiye sahibim ve benim haşyetim/Allah’tan korkum, sizinkinden daha fazladır.” [22]

“Mü’min, Allah’ın indindeki âkıbeti/azapları bilseydi, cennetten ümidini keserdi, eğer kâfir Allah’ın rahmetini bilseydi, Cennetten ümidini kesmezdi.” [23]

“Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: Rasûlullah (s.a.s.) ölmek üzere olan bir gencin yanına girmişti. Hemen sordu: “Kendini nasıl buluyorsun?” Hasta:

“Ey Allah’ın Rasûlü, Allah’tan ümidim var; ancak günahlardan korkuyorum!” diye cevap verdi. Rasûlullah (s.a.s.) de şu açıklamayı yaptı: “Bu durumda olan bir kulun kalbinde (ümit ve korku) birleştimi Allah o kulun ümid ettiği şeyi mutlaka verir ve korktuğu şeyden de onu emin kılar.”[24] “Eğer siz benim bildiklerimi bilmiş olsaydınız az güler, çok ağlardınız.” [25]

“İnsanların amellerini yazan meleklere Allahu Teâlâ:

‘Kulum bir kötülük yapmak isterse, onu yapmadan yazmayın. Kötülüğü işleyince ona bir günah yazın. Benim için yani azabımdan korkarak  ve cennetimi  umarak kötülükten vazgeçer, onu yapmazsa ona iyi amel işlemiş gibi hasene (güzel amel sevabı) yazın.” [26]

“Günahtan tevbe eden kimse hiç günahı olmayan kimse gibidir.” [27]

“Allahu Teâlâ, ümmetimden, hata, unutma ve zorlandıkları şeylerin günahlarını kaldırmıştır.” [28]

Ebu  Hureyre (r.a.)’nın rivâyetiyle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’a yemin ederim ki siz, günah işlememiş olsanız, Allah sizi yok eder de günah işleyen bir kavim getirir. Onlar, Allah’a (tevbe) istiğfar ederler, O da kendilerini affeder.” [29] 

Ebu Hüreyre (r.a.), Rasûlullah (s.a.s.) ‘Bir hadis-i kudsi’den şöyle rivâyet etti’ dedi:

“Dünyada insanlar Benden korkar, günah işlemekten sakınırsa, âhirette onu bütün korkulardan kurtarırım. Eğer dünyada Benden korkmadan günah işlerse, onu âhirette korkuturum (onu cehenneme atarım).” [30] 

Eska oğlu Vasile (r.a.)’dan. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Kim Allah’tan (gereği gibi) korkmazsa Allah onu her şeyden korkutur.” [31]

İnsan Allah’tan başka şeylerden korkarsa, korktuğu şey çoğunlukla başına gelir. Allah korktuğu şeyi veya kimseyi ona musallat eder. Bu, yanlış korkunun dünyadaki zararlarındandır.

İnsan psikolojisinde korku ve ümit  duyguları beraber vardır. İnsan bazı şeyler karşısında âciz (yetersiz) kaldığını bilir. Ondan korkar ve sığınılacak bir yer arar. Bu  korku ve ümit çizgisi onun çalışmalarına ve hayatına bir yön verir.

Bu duygular onu hayata bağlar. Kur’an insandaki bu yaratılışı göz önünde bulundurur. Ondaki bütün lüzumsuz duyguları ayıklar. Korkulması gereken yerden korkmayı, ümit etmesi gereken şeyden ümit etmeyi ona öğretir. İnsandaki  korku hissi, iyi yönlendirilmezse veya asıl korkulması gereken makam olan Allah’tan  hakkıyla korkulmazsa; insanın hayatındaki denge bozulduğu gibi, bir sürü sahte otoritenin önünde boyun eğmek zorunda kalır. İnsan, tarih boyunca böylesine  lüzumsuz  korkular yüzünden sayısız  tanrı bulmuştur. Doğa güçlerinden korkmuş, ateşi, gökleri, karanlıkları; Firavunlardan ve diktatörlerden  korkmuş, açlıktan  korkmuş, yalnızlık ve sahipsizlikten korkmuş, putları veya başka şeyleri ilâh edinmiştir. Bu lüzumsuz korkular yüzünden insanoğlu, sığınılacak kucaklar (yerler) aramış, ancak çoğu zaman sığındığı yerler, kendisi için tehlikeli ve zararlı olmuştur. Kur’an insan yaratılışındaki korku ve ümit duygularını yine fıtrata (yaratılışa) en uygun bir biçimde değerlendiriyor. Bu duygular, kulluk faâliyeti çerçevesinde insanı en faydalı bir şekilde yönlendiriyor. Asıl korkulması gereken makamı gösteriyor ve Allah olduğunu bildiriyor. [32] 

Korku herkeste mevcuttur, ancak bu insanın günlük yaşantısını aksatacak  düzeye erişip normal işlemini engellediği veya ruhsal bunalıma sevk edecek, dehşete düşürecek derecede olduğu zaman anormal olur. Anormal korku sahiplerinin, ruhlarına korku sindiğinden bu gibi kimseler, iyi ve güzel olan düşüncelerini harekete geçiremezler. Bundan dolayı insanların korku zaafları zâlim ve cebbarlar için daima bir koz olmuş, [33] bunu bir baskı aracı şeklinde kullanarak insanları hak yoldan engellemişlerdir.

“Firavun ve kavminin kendilerine işkence etmesinden endişeye düşerek, kavminden bir grup gençten başka kimse Mûsâ’ya iman etmedi.” [34]

İnsanlardan korku da, insanların çoğu arasında yaygın olan korku çeşitlerindendir. İnsanlardan bir çoğu kuvvetli nüfuz ve iktidar sahibi serkeş ve zâlim kişinin kendilerine bulaşmalarından (zarar vermelerinden) korkarlar. Samimi iman sahibi mü’min, insanlardan korkmaz. O, Allah’ın  takdirinde yoksa, insanların kendisine zarar veremeyeceklerini bilir. Bunun kanıtı Hz. Peygamber (s.a.s.)’in Abdullah İbn Abbas’a yönelik şu beyanıdır: “İnsanların hepsi sana yardım hususunda  bir araya gelseler, Allah’ın sana yazdığı şeyden başka yardımda bulunamazlar. Eğer  sana zarar  verme hususunda birleşseler ancak Allah’ın aleyhinde yazdığı şeyden başka bir zarar veremezler.” (Ahmed b. Hanbel, Müsned 1/293) [35]  Bir  insana Allah dilemedikçe hiçbir şekilde ne bir fayda, ne bir zarar dokunması mümkün değildir. [36]

“Öyleyse siz onlardan (insanlardan veya herhangi bir şeyden) değil; Benden korkun, eğer gerçek mü’minler iseniz.” [37]   

Allah’tan gereği gibi korkmayanlar, O’nun emirlerini yerine getirmeyip yasaklarından sakınmayanlar gereksiz korkulara kapılırlar ve bundan dolayı da huzurları ve rahatları kaçar. Bunlar dünya hayatına verdikleri önemi âhiret için vermezler. Dünyevî, maddî şeylerle çok sevinirler. Ve bunlar için de çok üzülürler. Malı, mülkü, parası, şanı, şöhreti ve elindeki tüm imkânların gideceğinden çok korkarlar. Bu korkular, rahat ve mutlu yaşamaya mâni olur. Belki mutlu olduklarını sanırlar, ama mutsuzdurlar. Devamlı bir korku içerisindedirler. Meselâ, çocuğu okula veya herhangi bir yere gitse ve biraz geç kalsa hemen telaşlanırlar. “Acaba çocuğuma ne oldu?” diye çeşitli korkulara kapılırlar. Bu gibi misalleri çoğaltmak mümkündür. “Kim de Beni anmaktan (Bana kulluk yapmaktan) yüz çevirirse şüphesiz ki onun için dar bir  geçim/sıkıntılı bir hayat vardır.” [38] Allah’a kulluk yapmayı terk edenlerin mutsuz ve sıkıntılı bir yaşantıları vardır. Bu sıkıntı, korku ve endişeyle de olmaktadır. Dünya ve âhirette mutlu ve huzurlu olmak isteniyorsa, İslâm’a uygun bir hayat yaşanmasıyla mümkündür.

“Kim Allah’tan korkarsa (İslâm’a uygun bir hayat yaşarsa)  Allah ona bir çıkış yolu (mutluluk) ihsan eder ve ona beklemediği yerden rızık verir. Kim Allah’a güvenirse; Allah ona  yeter. Şüphesiz Allah, emrini yerine getirendir. Allah her şey için bir ölçü koymuştur, kim Allah’tan  korkarsa, Allah ona işinde bir kolaylık verir. Kim Allah’tan korkarsa; Allah onun kötülüklerini örter ve onun mükâfatını artırır.” [39]

Mü’min, korku ve ümit içerisinde hayatını sürdürmelidir.

Bazı kişiler İslâm’a inandığı halde, İslâm’ın  emirlerini yerine getirmeseler de, yasaklarından (içki, kumar, zinâ, haksızlık, ahlâksızlık, hırsızlık ve zulümlerden) sakınmasalar da, açık saçık gezseler de, dansözlük yapsalar, sahnelerde çok açık giysilerle şarkılar söyleseler ve ne kadar kötü, çirkin, haram işler yapsalar da yine de müslüman olduklarını, âhirette cennete gideceklerini sanarak, yaşamlarını bu şekilde sürdürmektedirler.

 Bu tür insanlara “yaptığınız şeyler yanlıştır, İslâm’a aykırıdır ve haramdır” denildiğinde “tamam da, ne biliyorsunuz, belki bizler de cennete gireriz” diyerek yaptıklarının, İslâm’a aykırı şeylerin zararını görmeyecekmiş gibi bir tavır sergiliyorlar. Bu tür rahat günah işleyenlere “eğer siz Allah’a ve Rasûlü’ne inanıyorsanız, müslümansanız, ne kadar çok günah işlerseniz işleyin, Allah sizi affeder, cennete girersiniz, ümit  içerisinde  olunuz.” gibi sözler onların, İslâm’a aykırı, rezil yaşantılarının devam etmesine katkı sağlar ki, bu da büyük bir hata, büyük bir vebaldir. Allah korkusundan uzak olan, O’nun emir ve yasaklarına itaat etmeyen kişilere:

“Korku içerisinde değil de, ümit içerisinde olun” demek, Allah korkusunu gündeme  getirmemek olur ki, bu da çok yanlış ve büyük hatadır. Tebliğci olanlar, insanlara sadece “ümit içerisinde olun” gibi izlenim kesinlikle vermemelidir. Çünkü nasıl olsa, Allah  affeder diye her türlü günahı işlemeye sebep olur. Korku ile ümit beraber olmalı, sadece korku ve sadece ümit yanlıştır. Yanlışlar da yanlışa götürmektedir.

 Çarşıya çıkıp etrafa bakınız, duraklarda, yollarda ve çeşitli yerlerde müslüman olduğunu söyleyen fahişeler, homoseksüeller ve çevrelerinde zinâ etmek için dolaşan kişiler görmek  mümkündür.

Topluma baktığımızda müslüman olduklarını söyleyen içkiciler, kumarcılar, dolandırıcılar, soyguncular ve ahlâksızlar gazinolarda, pavyonlarda eğlenenler ve açık saçık dansözler,  şarkı söyleyen bayanlar sokaklarda, caddelerde, çarşıda tesettürsüz gezen bayanlar mâlum, yani bu kişiler İslâm’ın haram ettiği , yasakladığı şeyleri yapıyorlar ve rahat bir şekilde  müslüman olduklarını da söyleyebiliyorlar.

Fakat İslâm, yeryüzünden bütün ahlâksızlıkları, kötülükleri  kaldırmak için gelmiştir ve bunları yasaklamıştır. İslâm dini müslümanlara her türlü kötülükleri, haramları yapmayı değil; yapmamayı emrediyor. Sadece, ‘ben de müslümanım, kalbim temiz’ diyerek yaptığı kötülüklerin zararını görmeyeceğini sananlar, kendilerini kandırmaktadırlar.

“İnsanlar imtihana tâbi tutulmadan sadece iman ettik (biz de müslümanız) demeleriyle bırakılacaklarını  (kurtulacaklarını) mı sandılar? Andolsun ki Biz onlardan öncekileri de imtihan ettik. Allah elbette (imanda) doğru olanları bilir, yalancıları da bilir. Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini (cezadan kurtulacaklarını) mi sandılar? Ne kadar kötü (ne yanlış) hüküm veriyorlar!” [40] buyrulmaktadır. İman, teslimiyet ister, itaat ister. İmanın gereği sâlih ameldir. Mü’minler imanın gereği olan sâlih amel işlemeli ve onu bir davranış şekli olarak ortaya koymalıdırlar.

Her türlü günahı, haramı işlediği halde “ben de müslümanım” demek, “ben de cennete giderim” demek  ahmaklıktır. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyuruyor:

“Akıllı kimse nefsini kontrol altına alıp (her türlü günahlardan korunmaya çalışarak) ölümden sonraki hayat için hazırlık yapan; Âciz  (aklını gereği gibi kullanmayan) insan da, nefsinin  hevâsına (istek ve tutkularına, kötü arzularına) uyup da Allah’tan (olmayacak  şeyleri ve cenneti) temenni eden kimselerdir.” [41]

Ebu Hureyre (r.a.)’dan rivâyetle Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Şüphesiz ki Allah sizin sûretlerinize ve  mallarınıza (makam ve mevkilerinize) bakmaz. Lâkin kalplerinize ve amellerinize bakar.” [42]

“İnsana çalışmasından başkası yoktur.” [43]

“Nefsini  kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere sürükleyen de ziyan etmiştir.” [44]   

Âyet ve hadislerden de görüldüğü gibi, “ben müslümanım” demekle iş bitmiyor. Asıl o zaman, İslâm’ın emirlerini yerine getirip yasaklarından sakınmak gerekiyor. Zaten İslâm’ın emirleri, amelî yönü müslüman olmayanlara değil, müslüman olan kişileredir. Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Yoksa kötülükleri  yapan (İslâmî değerleri çiğneyip, putlaşan arzularına göre yaşayan) kimseler, kendilerini hayatlarında ve ölümlerinde, inanıp da iyi ameller işleyen kimseler ile bir mi tutacağımızı sandılar? Ne kötü hüküm veriyorlar (Çok yanlış düşünüyorlar)! Bu sebeple herkes (dünyada) yaptığının karşılığını görecek ve kimseye haksızlık edilmeyecektir.” [45]

“O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkup, emirlerine uygun yaşayın (emir ve yasaklarını) dinleyin, itaat edin (gereği  ne ise yapın)” [46]  buyrulmaktadır.

Müslüman kişinin Allah’tan korkması, sadece büyük bir tehlikeden duyulan korku gibi olmayıp, bununla birlikte, Allah’a karşı bir saygının da ifâdesidir. Korkan, korktuğundan kaçar; fakat Allah’tan korkan, O’na yaklaşır ve O’nun lütfuna, ikramına  mazhar olur. “Allah katında ikrama en  lâyık olanınız, O’ndan en çok korkanınızdır.” [47] Allah’tan korkmak ise, O’nun emirlerine itaati ve yasaklarından kaçınmayı gerektirir. İslâm’ı gereği gibi bilmeyenler veya İslâm’a karşı olanlar:

“Allah’tan korkulmaz, Allah sevilir, Allah affedicidir” gibi sözlerle insanları Allah korkusundan uzaklaştırmaya ve günah işlemeye sebep olmaktadırlar. Tabiî ki, Allahu Teâlâ’nın rahmeti boldur, Allah “Gafûr”dur, günahları bağışlayıcıdır. Fakat bununla beraber, Allah aynı zamanda “Kahhâr”dır. Küfür, şirk, isyan içinde olanları, tevbe etmeyenleri cezalandırıcıdır. Allah Teâlâ, iman edip sâlih amel işleyenleri mükâfat olarak cennete koyacaktır. Fakat Allah’ın emir ve yasaklarını çiğneyenlere de ceza olarak cehenneme atacaktır. Dünya hayatı imtihandan ibarettir, imtihanı kazananlar kurtuluşa erecektir. İmtihanı kaybedenler perişan olacaklardır. İşte azaba, perişanlığa düşmekten korkmalı ve Allah’ın emir ve yasaklarına uymada titizlik göstermeliyiz. Böylece Allah’tan gereği gibi korkarak Allah’a iyi kul olmaya çalışmalıyız ki, korktuğumuz Cehennemden kurtulalım, umduğumuz cennete nâil olalım.

Merhum Mehmet Âkif Ersoy’da:

“Ne irfandır ahlâka yükseklik veren, ne vicdandır;

Fazilet hissi, insanda Allah korkusundandır.” diyerek Allah’tan korkmanın önemini belirtmiştir.

“Şeytan sizi fakirlikle korkutur ve size cimriliği telkin eder.” [48] Şeytan, müslümanların apaçık bir düşmanı olduğundan, insanların faydasına olanı değil, zararına olacak şeyleri aklına getirir. Birtakım lüzumsuz, zararlı korkulara sürüklemeye çalışarak doğru şeyleri yapmaktan alıkoymaya çalışır.

 Dolayısıyla mü’min her aklına geleni değil, doğru olan şeyi yapmalıdır. “Rasûlullah (s.a.s.):

“Allah’ım, korkaklıktan Sana sığınırım” [49] diye dua ederek, lüzumsuz korkulara kapılmamak için, mü’minlere bu şekilde dua etmesini öğretmiş oluyor.

Mü’minler de birtakım korkulara kapılabilir. Fakat bu korkular, lüzumsuz/yersiz ise bunlardan kendisini dua ederek kurtarmaya çalışmalıdır.

Fakat, korku ile tedbiri birbirine karıştırmamalıdır. Korku, kalp ve duyularla ilgilidir. Gerçek mü’minlerin Allah’tan başka hiç kimseden korkmayışları, onların tedbirsiz olmalarını gerektirmez. Kendisine, mü’min kardeşine ve onlardan daha önemli olan dâvâsına gelebilecek zarardan dolayı, tâğutlara, müşrik ve kâfir egemen güçlere karşı tedbirli olmaya, gerekli konularda gizliliğe son derece dikkat etmek, dâvâ adamının şiarıdır. Çünkü teşkilatlanma ve cihadla ilgili gerekli durumlarda gizlilik ve tedbir Rasûlullah (s.a.s.)’in sünneti ve ashâbın prensibidir. [50]

Rabbimiz Allah Teâlâ mü’minlerin korku ve ümit içerisinde olmalarını beyan ediyor:

“(Rasûlüm!) Kullarıma Benim çok bağışlayıcı ve pek esirgeyici olduğumu haber ver. Benim azabımın da acıklı (şiddetli) azap olduğunu bildir.” [51]

Allah Teâlâ’nın affı boldur. O, kullarını bağışlayıcıdır. Fakat Allah’ın ve Rasûlü’nün emirlerine karşı çıkanlar, hemen yaşadığı çağı hatırlatıp İslâm’ın emirlerini, hükümlerini reddedenler, İslâm’a göre değil de gayr-i İslâmî hevâ ve heveslerine göre yaşayanlar, bu yaşamlarının devamı için, İslâm’a aykırı yaşamdan yana olanlara ve küfür, şirk içinde kalanlara Allah (c.c.)’nün beyanıyla:

“(Rasûlüm) Benim azabımın acıklı (şiddetli) azap olduğunu bildir” [52]  buyrulmaktadır.

“Ey  insanlar! Rabbinizin emrine uygun yaşayın. Babanın çocuğuna fayda veremeyeceği, çocuğun da babasına fayda veremeyeceği bir günden korkun. Şüphesiz bilin ki Allah’ın verdiği söz gerçektir. Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın ve şeytan Allah’ın affına güvendirerek sizi aldatmasın (günaha sokmasın ve ibâdetten alıkoymasın).” [53] “O halde gücünüzün yettiği kadar Allah’tan korkup emirlerine uygun yaşayın (emir ve yasaklarını) dinleyin, itaat edin.”  [54]

Mü’min bütün gayretiyle İslâm’ın prensiplerine uygun hareket etmeye çalışmalıdır. Buna rağmen günah işlediğinde hemen tevbe ederek kendisine çeki düzen vermelidir. Ne için tevbe etmişse bir daha onu yapmamaya çalışmalıdır. Allah affeder düşüncesiyle kesinlikle günah işlememeli, günahtan sakınmalıdır. Rabbimiz yukarıdaki âyet-i kerimede bizleri apaçık bir şekilde uyarmaktadır.

Günah işlendiğinde Allah affetmez diyerek tevbeyi kesinlikle terk etmemeli, çünkü “Allah tevbeleri kabul edicidir.”[55] Fakat Allah günahları affediyor diye de bile bile kesinlikle günah işlememeli. “Artık kim azgınlık etmişse ve (âhiret karşılığında) dünya hayatını tercih etmişse işte muhakkak ki o alevli ateş (cehennem) onun varacağı tek yerdir. Ama kim de, Rabbinin (huzurunda duracağı) makamdan korkup (gereğini yapar) nefsini de kötü hevesten (günahlardan) men ederse, işte muhakkak ki cennet onun varacağı tek yerdir.” [56] Mü’minler, korku ve ümit içerisinde ölçülü ve dengeli olmalı, ifrat ve tefritten sakınmalıdır. [57]

İslâm’ın Ölçülü Olmaya Çağrısı ve Aşırılığa Karşı Uyarısı
 
İslâm, her şeyde bir orta yoldur; düşüncede, inançta, kullukta, ibâdette, ahlâkta, yaşayışta, muâmelâtta ve nihayet ana ilkelerde.

Bu yol Allah’ın “doğru yol” diye adlandırdığı yoldur. Bu yol, “gazaba uğramışların” yani İslâm’ın dışındaki din ve felsefe sahiplerinin yollarından apayrı özelliklere sahip bir yoldur. Bu yol aynı şekilde sapmışların sınır tanımaz ve aşırı yollarından da tamamen farklı bir yoldur. Orta yol; İslâm’ın başta gelen özelliklerinden biridir. “Böylece sizi orta bir ümmet kıldık; insanlara şahitlik etmeniz için” [58] âyeti uyarınca Allah’ın bu ümmeti başkalarından ayırmak için koyduğu temel işaretlerden biridir. Ve o İslâm toplumu ki tam anlamı ile bir adâlet ve denge unsurudur. Dünyada ve âhirette dosdoğru orta çizgiden tüm sağa ve sola sapmalara tanıklık eden, edecek olan bir İslâm toplumu. İslâmî naslar (Kur’an ve sünnet) insanı dengeli olmaya çağırırken, ayrıca aşırılığa karşı da uyarıyor. O aşırılık ki, din dilinde çeşitli  lafızlarla tanımlanmaktadır. Sınır tanımazlık, ileri gitmek, şiddet göstermek bunlardan bazılarıdır. [59]

“Dinde aşırılıktan sakınınız. Çünkü sizden öncekiler dinde kendilerini zorlayarak  aşırılığa gittikleri için  helâk olmuşlardır.” [60]

İslâm,  ifrat (haddi aşma), tefrit (eksiltme ve kısaltma) yönünden haddi aşmayı yasaklamıştır. Çünkü Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Allah ve Rasûlü bir işe hüküm verdiği zaman inanmış bir kadın ve erkeğe o işi kendi isteklerine göre seçme hakkı yoktur. Her kim Allah ve Rasûlüne karşı gelirse apaçık bir sapıklığa düşmüş olur.” [61] 

“Bunlar, Allah’ın (koyduğu) hudutları, sınırlarıdır. Kim Allah ve peygamberlerine itaat ederse, Allah onu zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır. Orada devamlı kalıcıdırlar. İşte büyük kurtuluş budur. Kim de Allah ve Peygamberine karşı isyan eder ve (koymuş olduğu) sınırlarını aşarsa Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe sokar ve onun için alçaltıcı bir azap vardır.” [62]

Abdullah İbn Mes’ud (r.a.)’dan; Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmuştur:

“Taşkınlar, aşırı gidenler (ince eleyip sık dokuyanlar  helâk oldu.” Bunu Rasûlullah (s.a.s.) üç defa söyledi. [63] Müslümanlar İslâm’ın koymuş olduğu ölçülere uymalıdır, asla gevşek davranmamalı ve aşırıya gitmemelidir.

“Allah sınırı (haddi) aşanları sevmez.” [64]

Enes  b. Mâlik  (r.a.) anlatıyor:

“Üç kişi Rasûlullah (s.a.s.)’in hanımlarının evlerine geldi de, Rasûlullah  (s.a.s.)’in ibâdetinden soruyorlardı. Bunlara Rasûlullah (s.a.s.)’in ibâdeti haber verilince kendileri bu ibâdeti azımsadılar ve:

‘Biz nerede, Rasûlullah (s.a.s.) nerede? Muhakkak ki Allah Rasûlünün geçmiş olan ve gelecekte işlemesi muhtemel bulunan bütün günahlarını mağfiret etmiştir’ dediler. İçlerinden biri:

‘Bana gelince, ben geceleri daima namaz kılacağım’ dedi. Diğeri de:

‘Ben, her  zaman oruç tutacağım ve oruçsuz olmayacağım’ dedi. Üçüncüsü de:

‘Ben de kadınlardan ayrı yaşayacağım, hiç evlenmeyeceğim’ dedi. Onlar bu sözleri söylerken Rasûlullah (s.a.s.) onların yanlarına çıkageldi de:

“Sizler şöyle şöyle söyleyen kimselersiniz. Dikkat edin! Allah’a yemin ederim ki ben sizin Allah’tan en çok korkanınız ve en çok takvâlı olanınız bulunuyorum. Bununla beraber ben, oruç tutarım, oruçsuz da bulunurum, nâfile namaz kılarım (gecenin bir kısmında) uyurum, kadınlarla da evlenirim (işte benim sünnetim,hayat yolum budur). Her kim benim sünnetimden (yaşam biçimimden) yüz çevirirse, o benden değildir ” buyurdu. [65]

Hadiste de görüldüğü gibi aşırılık, haddi aşma yasaklanmıştır. İslâm, kolaylığı getirmiştir, zorluğu değil. Dolayısıyla, zor olanı değil, doğru olanı yapmak esastır. [66]

İslâm Dini Kolaydır.
 
İslâm, insan fıtratına uygun hükümler getirmiştir. “Allah (ağır yükleri) sizden hafifletmek ister. Çünkü insan zayıf olarak  yaratılmıştır.” [67] 

“Allah sizin için kolaylık ister, zorluk istemez.” [68] Allah Teâlâ insanlara zorluk dileseydi, insanlar kolay bir şekilde yaşayamazlardı. Kâinat bu kadar denge içerisinde olmasaydı yaşantımız zor olurdu. Meselâ  havalar devamlı sıcak olsa, sıcağa  dayanmada güçlük çekerdik veya havalar devamlı çok soğuk olsa soğuğa dayanmada güçlük çekerdik. Beslenmek için yediğimiz sebzeler, meyveler bu kadar lezzetli ve tatları bu kadar güzel olmasaydı bunları yemekte güçlük çekerdik. İçtiğimiz su acı olabilirdi, içerken güçlük çekerdik. Veya, insan bu kadar iyi bir şekilde yaratılmamış olsaydı, yine ihtiyaçlarını  rahat bir şekilde yerine getiremez, çok zorlanırdı. Meselâ, rahat yürüyemez, elini, kolunu rahat oynatamaz, rahat göremez, duyamaz, konuşamaz ve yaşamı çok zor olabilirdi. Bunun gibi misaller arttırılabilir. “(Çünkü) Allah sizin (insanlar) için kolaylık ister, zorluk istemez.”

Allah’ın insanlara vermiş olduğu kulluk görevleri (emir ve yasakları da) kolaydır. “Allah kimseye (ibâdet ve itaatte) gücünün yettiğinin dışında teklif etmez.” [69]

“Din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi.” [70] İslâm’da insanların tabiatına aykırı düşen, fıtratını zorlaştıran hiçbir güçlük yoktur. İbâdet ve yükümlülükler de bir azîmet (normal şartlardaki genel hüküm) yanında bir de ruhsat yani mazereti sebebiyle kolaylık vardır. Ayrıca günahlar için tevbe, keffâret vb. kurtuluş ve arınma yolları açık tutulmuştur. [71]  Dolayısıyla İslâm dini Allah tarafından kolaylaştırılmıştır ve bunu iyi bir şekilde anlatmak gerekir.

Allah, insan daha hayata adım atarken, onun yolunu kolaylaştırmış, anasının karnından kolayca çıkmasını sağlamıştır. [72] Dünyada rahat etmemiz, kolayca yaşayabilmemiz için sayısız nimetler ve imkâlar vermiştir. Fıtrata uygun yaşamak, aslında hayatı kolaylaştırmak demektir. Dünya  hayatına, insanları, cahiliye düzenleri ve cahiller zorlaştırmıştır. Bu konuda çözüm, takvâya sarılmaktır. Takvâ, hem âhiret hem dünya işlerimizin kolaylaşması için, anahtar görevi yapar. Din ve dünya işlerimizin Allah tarafından kolaylaştırılmasını istiyorsak, takvâ sahibi olmalı, Allah’tan hakkıyla korkmalıyız. [73] “Andolsun Biz Kur’an’ı öğüt almak için kolaylaştırdık. Düşünüp, öğüt alan yok mudur?”  [74]

 Kulluk kitabımız olan Kur’ân-ı Kerim’i okuyup anlamak ve  gereğini yerine getirmek zor değil, gayet kolaydır. Yeter ki gereği yapılmak istensin.

 Rasûlullah (s.a.s.) de dinin kolay olduğunu beyan etmiştir:

Şüphesiz ki o din kolaylıktır. Her kim (kolay olan) bu dini zorlaştırırsa altında kalır. Onun için orta  bir  yol tutun ve dini en uygun biçimde uygulayın.” [75]

“Allah, koyduğu  yasaklara uyulmasını sevdiği gibi, koyduğu kolaylıkların uygulanmasını da sever.” [76] Hz. Aişe (r.a.) şöyle diyor:

“Rasûlullah (s.a.s.), biri zor biri kolay iki seçenekle karşılaştığında günah değilse, muhakkak en kolay olanını tercih ederdi.”[77] Çünkü İslâm’da ruhbanlık yoktur, tabiî ki, İslâm’ın emirlerini yerine getirmede gevşeklik, umursamazlık da yoktur.

Rasûlullah (s.a.s.):

“Müjdeleyin, nefret ettirmeyin; kolaylaştırın, zorlaştırmayın” [78] buyurmaktadır. Bu hadis; sadece tebliğ usûlüyle alâkalı olmayıp tüm yaşantımıza da hitap etmektedir. Bir mü’min ne ile emrolunmuşsa, onu yerine getirmelidir.

Çünkü Rabbimiz şöyle buyuruyor:

“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol! Beraberinde bulunan putperestliğe tevbe etmiş (müslüman olmuş) kimseler de doğru hareket etsinler. Aşırı gitmeyin. Doğrusu Allah yaptıklarınızı görür.” [79] 

“Rabbimiz Allah’tır deyip de sonra (kulluk görevlerinde) dosdoğru olanlara, işte onlara hiçbir korku yoktur ve onlar mahzun da olmayacaklardır. İşte onlar cennet ehlidir. Yapmış olduklarına karşılık orada ebedî kalacaklardır.” [80] 

“Ya Rasûlullah (s.a.s.) İslâm  hakkında bana öyle bir söz söyle ki onu senden sonra hiç kimseye sormayayım.” diye soran Süfyan b. Abdullah es-Sakafi’ye Peygamberimiz (s.a.s.)  şöyle cevap verdi:

“Allah’a iman ettim de, ondan sonra dosdoğru ol.” [81]

Abdullah b. Mes’ud (r.a.) Peygamberimiz (s.a.s.)’den şunu naklediyor:

Hz. Peygamber bir gün yere düz bir çizgi çizdi ve ‘Bu Allah yoludur’ dedi. Daha sonra bu çizginin sağına ve soluna başka çizgiler çizerek ‘Bunlar ise diğer yollardır, her biri üzerinde yanlışa dâvet eden birtakım şeytanlar vardır’ buyurdu. Arkasından da şu âyeti okudu:

“Bu benim dosdoğru olan yolumdur. Şu hâlde ona uyun. Sizi, onun yolundan ayıracak (başka) yollara  uymayın.” [82][83]

“Doğru olunuz, kurtuluşa erersiniz.” [84]

“Şüphesiz  ki sözde ve işte doğruluk, hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik de cennete iletir.”[85] Mü’min, doğru dürüst olmalı, yaşantısının her  alanında doğruluktan  adaletten ayrılmamalıdır. “Şüphesiz Allah size emânetleri ehline (sahiplerine) teslim etmenizi ve insanlar arasında hükmettiğinizde adaletle hükmetmenizi emrediyor.”[86] “Allah adaletli olanı (âdil davrananı) sever.” [87]

İslâm’ın prensipleri zor değil, gayet kolaydır. Fakat İslâm’ın gereklerini yerine getirmek istemeyenlere tabiî ki, İslâm’ın kurallarına uymak zor gelir, çünkü İslâm’ı yaşamaya gayretleri yoktur. İslâm’ı yaşamaya gayret edenler için, gereğini yapmak kolaylaşır. “İslâm çok zor, yaşanmaz” demek, İslâm’a en büyük iftiradır ve kişiyi küfre götürür.

Vabisa (r.a.)’dan: Rasûlullah (s.a.s.) şölye buyurdu: “Her ne kadar müftüler sana fetva verseler de sen kalbine danış.” [88] Yani, ‘doğru ne ise ona göre hareket et’ denmektedir.

Rasûlullah (s.a.s.), “Amellerin  Allah’a en  sevimlisi az da olsa devamlı olarak yapılanıdır” [89] buyurmuştur. İslâm dini kolaydır, zorlaştırılmamalıdır. Bid’at ve hurâfelerden sakınmalıdır. İslâm, sadece takvâ sahibi elitlerin, âlim ve mücâhit savaşçıların dini değil; aynı zamanda bedevilerin, ihtiyar kadınların, ortalama kültür ve bilgiye sahip yığınların da dinidir.

Saçı başı dağınık bedevi bir müslüman, Rasûlullah (s.a.s.)’e gelerek, Allah’ın kendini yükümlü tuttuğu ibâdetleri sormuştu. Peygamberimiz (s.a.s.) de “Şehadet kelimesi ve farz olan beş vakit namaz, ramazan orucu, her yıl zekât ve ömründe bir kere hac” konusunu saymıştı. Adam:

“Sana ikramda bulunan Allah’a yemin olsun ki, bu söylediklerinden fazla bir şey de yapmam, eksik de bırakmam’ diyerek çekip gitmişti. Peygamberimiz (s.a.s.) de “şayet dediğini yaparsa bu adam kurtulmuştur. (Cennete girer).”  [90] buyurdu.

Dinin bütün hükümleri, beşerî ve askerî yapıda emirler ve yasaklar sıralaması halinde değildir. Farz, vacip, sünnet, müstehap, mubah sıralaması ve haram, tahrimen mekruh, tenzihen mekruh, müfsid gibi merdiven vardır.

Yine, azîmet ve ruhsat tercihi söz konusudur. Ruhsatlar İslâm’ın her şart ve ortamda kolaylıkla yaşanabilmesi, yükümlülüklerden ağır yüklerin kaldırılması ve İslâmî hükümlere henüz yeterince bağlı olmayanları onlara alıştırmak için başvurulan kolaylıklardır. Müslümanlar hayatın akışı içerisinde çeşitli zorluklarla karşılaşırlar. İbadetlerini yerine getirirken, kendilerinden kaynaklanmayan zarûret durumuyla karşı karşıya gelirler. Bu gibi durumlarda ruhsatlar onların önünü açabilir. İhtiyaç olduğu zaman ruhsatlardan herkes yararlanabilir. Bu konuda ruhsat gündeme gelirse mü’minler azimetle amel etmeye zorlanamaz. Dileyen azimetle, dileyen ruhsatla amel eder. Ruhsat ve kolaylığı kullanma da Yaratıcı’nın kullarına verdiği bir hak olduğuna göre, bu haktan yararlanıp yararlanmama meselesi, kulun tamamen serbest seçimine bırakılmıştır.

Nâfile ibâdetler, sünnet olan sınır aşılmamak sûretiyle istenildiği kadar yapılabilir ama başkalarına emredilemez. Bunlar dinin, olmazsa olmazları arasına sokulamaz.

Tebliğ ve tavsiyede önceliği alamaz. Tevhidî hususlardan ve farzlardan daha önemli gibi gösterilemez. Aksi takdirde din zorlaştırılmış, ölçü kaçırılıp ifrâta gidilmiş olur.” [91]

Kur’an ve sünnet çizgisinden sapma, Hz. Peygamber (s.a.s.) tarafından her bid’atın dalalet/sapıklık olduğunun belirtilmesine rağmen bazı bid’atlerin “hasene/güzel” olduğu anlayışı ve bu düşüncenin sonucu “tamamlanmış din”e ilâveler, dini zorlaştırma çizgisini başlatmıştır. Fazilet ve tavsiyeler farz gibi görülmeye başlanmış, din ortalama insanın kaldıramayacağı zorluklarla dolmuştur. Sakal bırakmanın bir müslüman için şart, kesmenin ise haram olduğunu, müslüman kadının ev dışında mutlaka çarşaf giymesi gerektiğini, başka türlü tesettür olmayacağını iddia etmek, dini zorlaştırmanın geleneksel ve güncel örneklerindendir. [92]

 Aynı şekilde günümüzde yapılan yanlışlardan biri de şöyledir:  “Bazı müslümanlar, herhangi bir cemaate körü körüne bağlanarak taassup sergilemektedirler. Cemaatin başındaki lider yanlış bir şey söylese dahi o cemaate bağlı kişiler akıllarına yatmasa da ‘bir hikmeti vardır’ diyerek ‘doğru mu, yanlış mı?’ diye düşünmeden, söyleneni yapmaya çalışırlar. O kişilere ‘size yapılması söylenen şeyler yanlış’ denildiğinde onlar da ‘bize ne söylenirse biz ona itaat ederiz, onu yaparız. Eğer yaptığımız şey yanlışsa günahı bize değildir’ derler.” 

Yanlışlığı emredenler, kendileri günah kazandığı gibi, ona uyanlar da günah kazanmaktadır.“Hiçbir günahkâr  başkasının günahını yüklenemez.” [93]

“Ve siz mutlaka (dünyada) yaptığınız şeylerden sorumlu tutulacaksınız.” [94]

Buna göre emir ve tavsiye  edilen sözler din açısından meşrû, akıl açısından doğru ise yapmalı, yanlış ise kesinlikle terk edilmelidir.  Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurur:

“Allah’a isyan konusunda hiç kimseye itaat yoktur. İtaat ancak meşrû (olan bir şey) hususundadır.” [95] İslâm’a aykırı yanlış şeylerde kimseye itaat edilmemelidir. Allah (c.c.) şöyle buyuruyor:

“Onlara ‘Allah’ın indirdiğine uyun’ dense ‘hayır biz atalarımızı (büyüklerimizi) üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya ataları bir şey anlamamış (yanlış düşünüyorlar)sa, doğruyu da bulamamış idiyseler (atalarının yanlış yoluna mı uyacaklar)?” [96]

Herhangi bir konuda, yanlış yapmış veya haktan ayrılmış liderlerin yolundan gidenlerin âhiretteki pişmanlıkları şu şekilde belirtilmektedir: “Ey Rabbimiz biz liderimize ve büyüklerimize uyduk da onlar bizi (doğru) yoldan saptırdılar, derler. Rabbimiz! Onlara iki kat azap ver ve onları büyük bir lânetle rahmetinden kov.” [97] diyerek halk, saptıran kimselere karşı kızgınlığını dile getirecektir. Ayet-i kerimeden açıkça anlaşılmaktadır ki, eğer liderler, atalar yanlış yolda iseler veya herhangi bir yanlış şeyin yapılmasını istediklerinde onlara uyulmaması gerekir. “Onlar (mü’minler) ki, sözü dinlerler ve onun en güzeline (doğrusuna) uyarlar.” [98]

Dinlediğimiz sözlerin en güzeline, en doğrusuna uymalıyız. Dinlediğimiz şeyler Kur’an ve sünnete aykırı ise ve insanlara fayda değil; zarar getirecekse bu sözü söyleyen, cemaatin lideri de olsa; kim olursa olsun kesinlikle ona uyulmaması gerektiğini âyet ve hadisler açıkça göstermektedir.

Tabiî ki, yapılacak şeyler doğruysa, o yapılır. Fakat yanlışsa yapılmamalıdır.

Yine doğru olmayan ve dini zorlaştıran bir davranış biçimi de şudur: Tarikata bağlı bazı kişiler, tarikata girmemiş müslümanların hemen tarikata girmeleri için Beyazıd-ı Bestami’ye ait olan: “Şeyhi olmayanın şeyhi şeytandır.”[99]sözünü hadis olmadığı halde bu sözün “hadis” olduğunu söyleyerek mutlaka bir an önce “bir şeyhe bağlanmak lâzım” derler. Bir tarikata, bir şeyhe bağlanılması için bu sözün hadis olarak delil gösterilmesi, çok yanlış ve cahilce bir davranıştır.

Halil Gönenç hoca, Fetvalar kitabında, şeyhe bağlanmak konusunda şunları söylemektedir:

“Herkesin (her müslümanın) mutlaka bir şeyhe intisab etmesi  gerekir.” diye bir şart yoktur. Böyle olsaydı mutlaka Kur’an ve sünnet bunu kesin olarak açıklar ve bu, İslâm’ın farzlarından biri kabul edilirdi. [100]

Dolayısıyla mutlaka her müslümanın “bir tarikata, bir şeyhe bağlanmak lâzım, başka kurtuluş yolu yoktur” diyenler câhilce bir davranış içerisindedirler ve dini zorlaştırmaktadırlar. Yaratılış gayemiz Allah’a iyi kul olmaktır. Onun için de İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenip hayatımıza aktarmalıyız. Allah Teâlâ şöyle buyuruyor: “Eğer bilmiyorsanız ilim ehlinden (bilenden) sorun.” [101] Tabiî ki, İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenmek için ilim ehli, Kur’an ve sünnete bağlı sâlih kişilerin ilminden sohbetlerinden, nasihatlerinden ve kitaplarından istifâde edilmelidir. Fakat “tarikata, şeyhe bağlanmadan İslâm’ı öğrenmek ve yaşamak mümkün olmaz” demek câhilce bir davranıştır, dini zorlaştırmak ve aşırı gitmektir. “Allah  sınırı (haddi) aşanları sevmez.” [102]   

Haremlik-Selâmlık
 
Yine aynı şekilde zorlaştırılan bir konu da, “haremlik-selâmlık” konusudur. Tabiî ki, dinimiz bir şeyi haram etmişse  ona götüren yolları da yasaklamıştır. İslâm dininde zinâ haramdır, ona götüren yollar da haramdır. Meselâ, nâmahrem olan kadınla yalnız bir odada kalmak câiz değildir. Rasûlullah (s.a.s.) şöyle buyurmaktadır: “Kim Allah’a ve âhiret gününe iman ediyorsa yanında mahremi olmayan bir kadınla yalnız kalmasın;  çünkü bu takdirde üçüncüleri şeytandır.”  [103]

“Yanında mahremi olmayan kadınla kimse başbaşa kalmasın.” [104] Bu hadisler bir kimsenin eşi ve nikâh düşmeyen yakın akraba ve hısımları dışında kadınlarla yalnız kalmasını haram kılmaktadır. Böyle bir durum  hem  karşı  cins için   tahrik edicidir. Hem de dedikoduya sebep olabilmektedir. Dolayısıyla yabancı kadınlarla yalnız bir arada kalmamaya özen gösterilmelidir. Fakat  kadın kocasının erkek kardeşi, dayısı, amcası, dayı ve amca çocukları ya da  daha uzak  akrabalar gibi nâmahremler varsa kadın tam tesettürüne, oturuşuna, kalkışına, gülüşüne, konuşmasına dikkat ederek, onların yanında kokulanmamaya ve süslenmemeye onlarla  teke tek bir odada kalmamaya özen göstermek şartıyla bir arada bulunabilir. Beraber yemek yiyebilirler, ancak bu durumda kadının tesettürlü olması, göğüs, kalça gibi vücut hatlarını belirtecek elbiseler giymemesi gerekmektedir.[105] Yani, kadın dişiliği ile değil, kişiliği ile o ortamlarda olmalıdır. Fitneye ve fesada sebep olmayacak şekilde kadınlar, erkekler yalnız kalmamak şartıyla bir arada bulunabilirler.

Prof. Dr. Hayrettin Karaman da bu konuda şunları belirtmektedir:

İslâm, kadın-erkek ilişkilerini sınırlamış olmakla beraber, kadını dört duvar arasında hapsetmemiştir. İslâm’ın ilk devrinden beri müslüman kadınların savaşa katıldıklarını biliyoruz. Ayrıca Rasûlullah (s.a.s.)’in eşi Sevde’ye “Allah ihtiyacınız için evden çıkmanıza izin vermiştir.” [106] Ve ümmetine hitaben “Allah’ın kadın kullarını, Allah’ın mescidlerine gitmekten men etmeyiniz.” [107] buyurarak kadınların ilim, alış- veriş, düğün, ibâdet gibi meşrû sebeplerle dışarı çıkabileceklerini ifâde buyurmuştur.

 Kadın ve erkeklerin küçük yaştan itibaren beraber bulunmaları ve serbest ilişki içinde yetişmelerinin saldırganlığı azaltacağı birtakım komplekslerin doğmasını önleyeceği nazariyesi İslâmî toplumlar için geçerli değildir. Diğer toplumlar arasında da gerçeğin  hayale uymadığı âşikârdır. Bu sebeple İslâm, kız- erkek beraberliğini serbest bırakmamış, kayıt ve şartlara tâbi kılmıştır

Bir müslümanın evine akrabası dışında kalan dost ve arkadaşlarının da gelmesi doğaldır. Bu durumda kadın ve erkeklerin beraber oturması ve evin kız ve kadının misafirlerine hizmet etmesi söz konusu olabilir. Ashâbdan Ebû-Üseyd evlenirken, düğün gecesi Hz. Peygamber ve dostlarını dâvet etmiş, fakat onlar için yemek hazırlamamış, bir şey de ikram edememiştir. Ancak eşi, geceden bir taş kabın içine hurma ıslatmış, Hz. Peygamber (s.a.s.) yemeğini bitirince bunu ezip sulandırmış, şerbet yapmış ve misafirlere ikram etmiştir. [108] İbn Hacer ve Aynî gibi Buhârî şârihlerinin işaret ettiği üzere bu hadisi şerif ve benzerlerinden şu netice çıkarılmıştır: Kadın,  kocasının arkadaşlarına hizmet edebilir, ancak bu durumda tesettürüne riayet etmesi, tarafların kötü duygulara kapılmaktan emin olmaları için tahrik edici davranışlardan kaçınmaları şarttır. Evin dar olması, ancak bir odanın ısıtılmış bulunması, bir büyüğünün sohbetinden kadınların da faydalanmalarını sağlamak gibi durumlar da (gerektirdiğinde) şartlara riâyet edilerek kadınlar erkeklerle beraber oturabileceklerdir. Bu durumların dışında ayrı oturmak evlâdır.[109] Değerli âlimlerden Yusuf el-Kardavî de bu konuda şöyle der: Kadın giysisinde, süsünde, konuşmasında ve yürüyüşünde İslâm âdâbına uygun olduğu müddetçe kocasının (veya kendi yakınlarının) huzurunda onun misafirlerine gereken hizmeti yapabilir. Bu durumda kadın misafirleri, onlar da kadını görebilirler. [110]

Araştırmacı yazar Ahmed Kalkan hoca da bu konuda şunları belirtmektedir: Müslüman bir aile, evlerinde haremlik-selâmlık uygulayabilir. Ev sahibi erkek, bunun kendi hanım veya kızları ve misâfir erkekler açısından daha ihtiyatlı olduğu  anlayışında olabilir. Buna kimsenin bir şey diyeceği olmaz. Ama bunu İslâm’ın emri olarak görüp göstermek istemesi önemli bir yanlış ve dine bir iftiradır, hiçbir müslümanın buna hakkı yoktur.[111]

Bu açıklamalardan da görüldüğü gibi, kadınlar tesettüre ve şartlara riayet ettiklerinde nâmahrem de olsa, erkeklerle yalnız kalmamak şartıyla bir ortamda bulunabilirler, konuşabilirler.

“Mü’min erkeklerle, mü’min kadınlar da birbirlerinin velileri (dostları ve yardımcıları)dır; onlar iyiliği emreder, kötülükten alıkoyarlar.” [112]

İctimaî şuur, fertlerin dinî  ve ahlâkî  kusurları ve kötülükleri  karşısında da duyarlı olmak zorundadır.

Nitekim, yukarıdaki âyette, kadın olsun erkek olsun mü’minlerin birbirlerine iyiliği emredip kötülükten (günahlardan) alıkoymalarının aralarındaki velâyet bağı ve kardeşliğin zarûrî bir sonucu olduğuna işaret edilmiştir. Bu görev ve yetki (tebliğ), cinsiyet farkı gözetmeden İslâm toplumunun bütün fertlerine verilmiştir. [113]

Mü’min erkeklerle kadınlar birbirlerine İslâm’ı tebliğ yapmalıdır. Bu tebliği yapanlar hakkında hemen art niyet aramamak lâzımdır. “Mü’minler ancak kardeştir.” [114] Kardeşlik gereği kadınlara da maddî ve mânevî yardımlarda bulunmak gerekir. Tabiî ki, kadınlara bu tebliği ve yardımı yaparken fitneye, fesada dedikoduya sebep olmayacak tedbirler alınmalıdır.

“Mü’min, insanları kötüleyen, lânetleyen, kötü söz ve çirkin davranış sergileyen kimse değildir.” [115] 

“Mü’min, diğer mü’minlerin onun elinden ve dilinden emin olduğu kimsedir.” [116]

Mü’min, emin olunan (kimseye zarar vermeyen) kişidir. Dolayısıyla mü’min, kendisine çok dikkat etmesi, müslümanlara zarar vermemek için elinden geleni yapması gerekir.

Yukarıdaki izahlardan da açıkça anlaşıldığı gibi, nâmahrem olan kadın-erkek, yalnız kalmamak şartıyla, dikkat etmesi gereken hususlara dikkat ederek bir arada olabilirler. Buna rağmen bazı kişiler şöyle söylüyorlar:

“Kadın-erkek bir arada kalabalık da olsa, tesettürlü de olsa ne şekilde olursa olsun,  bir ortamda (bir arada) bulunmaları haramdır.” Böyle söylemek çok yanlıştır, dini zorlaştırmaktır, aşırı gitmektir. “Allah sınırı (haddi) aşanları sevmez.” [117]   

Bu hususlara çok dikkat etmek gerekir. Mü’minler Allah’ın sevdiği bir kul olmaya çalışmalıdır. [118]

Allah Sevgisi
 
İnsan, kendisine iyilik edeni sever. Allah, iyilik edenlerin başındadır. İnsana varlığını, rızkını, sağlığını, sahip olduğu her şeyi veren Allah’tır. “Allah’ın verdiği nimetleri sayacak olsanız sayıp bitiremezsiniz” [119] buyrulmaktadır. Hatta, Allah’tan başkasının iyiliği de gerçekte, Allah’ın iyiliğidir, O’nun nasip etmesiyledir. Çünkü başkalarının kalbini, birine iyilik yapmaya yönelten O’dur. O’dur ki, kullarının birine onu sevdirmiş, böylece o kimse kendisine iyilik etmiştir. Allah Teâlâ, müslümanları birbirine kardeş yapmış, [120] birbirine iyilik ve yardım etmeyi de emretmiştir. [121] Ve bu şekilde de insanların birbirine iyilik ve yardım yapmasını sağlamıştır.

Demek ki insanların birbirine yaptıkları iyilikler, gerçekte, Allah’ın iyiliğidir. Rabbimiz Allah, bunu bildirmektedir: “Sana (insanlara) gelen her iyilik (imkân) Allah’tandır (Allah’ın nasibi iledir).” [122]

“O (Allah) ki, yeryüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı.” [123]

“Ve sizin için din olarak İslâm’ı seçtim.” [124] Dolayısıyla “Mü’minler en çok Allah’ı severler” [125] Ve sevmelidir. Rasûlullah (s.a.s) de şöyle buyurur:

“Kişi, Allah ve Rasûlü’nü, o ikisi dışında kalan her şeyden daha çok sevmedikçe imanın  tadını bulamaz.” [126] “Amellerin en faziletlisi Allah için sevmek, Allah için buğzetmektir.” [127] 

“Kim Allah için tevâzu ederse Allah onu yükseltir. Kim de kibirlenirse Allah onu alçaltır. Kim Allah’ı çok zikreder/anarsa (O’na kulluk yapmaya gayret ederse) Allah onu sever”  [128] buyrulmaktadır.

“De ki: (Rasûlüm) Eğer Allah’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın” [129] Âyet ve hadislerden, Allah ve Rasûlü’nü her şeyden fazla sevmenin önemi anlaşılmaktadır. “Allah ve Rasûlü’nü sevmek” Allahu Teâlâ’nın emrettiğini yapıp  yasaklarından sakınmakla  mümkündür.

Mü’minler İslâm’ın  prensiplerine bağlı kalmalıdır. İfrat ve tefritten sakınarak, “ümit ve korku” içerisinde “ölüm gelinceye kadar Rabbine kulluk et” [130] emrine uyarak yaşamlarını sürdürmelidir. Allah’a kulluk için  yaratılmış olan insan, bu kulluk görevlerini yerine getirip getirmediğinin tespit edilmesi için imtihana tâbi tutulmuştur.

 Bu imtihanı kazanmak ve cehennemden kurtulup cennete gitmek isteniyorsa Allah ve Rasûlü’nün gösterdiği hak yoldan gidilmesi, yani Kur’an ve  sünnete  (İslâm’a) uyulması gerekir.

Dünya ve âhirette huzur, saâdet ve mutluluk isteniyorsa bu böyledir! Başka çıkar yol yoktur.

“Bunlar Allah’ın (koyduğu) sınırlardır. Kim Allah’a ve Peygamberine itaat ederse (emirlerini yerine getirirse), Allah onu, zemininden ırmaklar akan cennetlere koyacaktır, orada devamlı kalıcıdırlar; işte büyük kurtuluş (saadet ve mutluluk) budur. Kim Allah’a ve peygamberine karşı isyan eder ve (koymuş olduğu) sınırlarını aşarsa (emir ve yasaklarına uymazsa), Allah onu devamlı kalacağı bir ateşe (cehenneme) sokar  ve  onun  için  alçaltıcı  azap vardır.” [131]

 Hadis-i şerifte belirtilen şu duaları tekrarlıyoruz; 

 “Allah’ım! Kötü ahlâklı olmaktan, çirkin işler yapmaktan ve yanlış inançlara sapmaktan Sana sığınırım.” [132]

“Allah’ım! Beni senin doğru yoluna ilet! Nefsimin şerrinden beni koru” [133]

“Allah’ım! Beni doğru yola ilet ve o yolda başarılı kıl!” [134] 

“Allah’ım! Seni sevmeyi ve Seni seveni sevmeyi ve Senin sevgine beni yaklaştıracak şeyi sevmeyi bana nasip et ve  Senin sevgini  bana kendimden, ailemden ve (sıcak ve hararetli günde) soğuk sudan (her şeyden) bana daha sevimli kıl.” [135]

“Ey Rabbimiz! Bize dünyada da iyilik (mutluluk) ver, âhirette de iyilik (mutluluk) ver. Bizi cehennem azabından koru.” [136]

“Ey Rabbimiz! Hesap görülecek günde (âhirette) beni, anamı, babamı ve mü’minleri bağışla.” [137]

--------------------------------------------------------------------------------

[1] Bakara: 2/212; Âl-i İmrân: 3/175; Mâide: 5/57

[2] Ahzâb: 33/37

[3] Tâhâ: 20/77

[4] Tâhâ: 20/65-68

[5] Nahl: 16/51-52

[6] Şamil İslâm Ansiklopedisi, c. 1, s. 369

[7] A’râf: 7/154

[8] Âl-i İmran: 3/175

[9] Hac: 2/1-2

[10] Ahzâb: 33/39

[11] Secde: 2/16

[12] Fâtır: 35/28

[13] Zümer: 39/13

[14] Fussilet: 41/30

[15] Zümer: 39/53

[16] En’âm: 6/147

[17] Nisâ: 4/106

[18] Bakara: 2/160

[19] Zümer: 39/53; Not: Şirkten dolayı tevbe eden kişinin tevbesi de kabul  olunur. Bkz. Nisâ, 4/106, Nasr, 110/3

[20] Yusuf: 12/87

[21] Ebû Dâvud, Fiten 1; Tirmizî, Fiten 51

[22] Buhârî, Edeb 72; Müslim, Fezâil 127-128

[23] Müslim, Tevbe, B. 23, Hds. 2755

[24] S. Tirmizî, Cenâiz, B. 11, Hds. 983; S. İbn Mâce, Zühd, B. 31, Hds. 4261; İbrahim Canan, Kütüb-i Sitte, Terc. c. 6, s. 351

[25] Buhârî, Tefsiru Sûre 12; Müslim, Fezâil, 134

[26] İmam Hafız el-Munzirî, Terğib ve Terhib Terc. c. 6, s. 357, Hds. 8, Buhârî  ve Müslim’den

[27] İbn Mâce, Zühd, 30

[28] İbn Mâce, Talak, 16; İbn Kesir, Tefsir Terc. c. 3, s. 1142

[29]  Müslim, Tevbe, 11; Tirmizî, Deavat 104; İbn Kesir, Tefsir, c. 13, 6943

[30]  İmam Hafız el-Munzirî, Terğib ve Terhib, c. 6, s. 358, İbn Hıbban’dan

[31] A.g.e., c. 6, s. 366, Hds. 22, Ebu’ş-Şeyh’den

[32] Hüseyin K. Ece, İslâm’ın Temel Kavramları, s. 665

[33] Bkz. A’râf, 7/88; Yâsin, 36/18

[34] Ahmed Kalkan, Kur’ân-ı Kerim Kavram Tefsiri, Korku kavramı, K. No: 70, s. 1116-1117. Yunus: 10/83

[35] A.g.e., s. 1118

[36] .Bkz. Teğâbün: 64/11

[37] Âl-i İmrân: 3/175

[38] Tâhâ: 20/124

[39] Tâlâk: 65/2-5

[40] Ankebût: 29/2-4

[41] İbn Mâce, Zühd 31; Tirmizî, Kıyâmet 25

[42] Müslim, Birr 34; İbn Mâce, Zühd 9

[43] Necm: 27/39

[44] Şems: 91/9-10

[45] Câsiye: 45/21-22

[46] Teğâbûn: 64/16

[47] Hucurât: 49/13

[48] Bakara: 2/268

[49] Müslim, Zikir 50; Ebû Dâvud, Vitir 32; Nesâî, İstiâze 7

[50] Ahmed Kalkan, Kur’ân-ı Kerim Kavram Tefsiri, Korku kavramı, kavram no: 70, s. 1130

[51] Hicr: 15/49-50

[52] Hicr: 15/50

[53] Lokman: 31/33

[54] Teğâbün: 64/16

[55] Bakara: 2/160

[56] Nâziât: 79/37-41

[57] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 488-499.

[58] Bakara: 2/143

[59] Yusuf Kardavî, İslâmî Uyanışın Problemleri, s. 22-23

[60] Nesâî, K. Hacc, B. 217, Hds. 3044

[61] Ahzâb: 33/36

[62] Nisâ: 4/13-14

[63] Müslim,  İlim 7; Ebû Dâvud, Sünnet  6; İbn  Mâce, Menasık  63

[64] Mâide: 5/87

[65] S. Buhârî, K. Nikâh, B. 1, Hds. 1; S. Müslim, K. Nikâh, B. 1, Hds. 5;  S. Nesâî, K. Nikâh, B. 4, Hds. 3203

[66] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 499-501.

[67] Nisâ: 4/28

[68] Bakara: 2/185

[69] Bakara: 2/286

[70] Hac: 22/78

[71]  Prof. Dr. Hayrettin Karaman vdğ. Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meali, s. 340

[72] Abese: 80/17-20

[73] Ahmed Kalkan, Kur’ân-ı Kerim Kavram Tefsiri, Yüsr/Kolaylık kavramı, Kavram no: 123, s. 3175. Talâk: 65/4

[74] Kamer: 54/17, 22, 32, 4

[75] Buhârî, İman 29; Nesâî, İman 28

[76] Ahmed bin Hanbel, c. 2, s. 108

[77] Buhârî, Menâkıb 23; Müslim, Fezâil 77; Ebû Dâvud, Edeb 5

[78] Buhârî, İlim 12; Müslim, Eşribe 70-71; Ebû Dâvud, Edeb 20

[79] Hûd: 11/112

[80] Ahkaf: 46/13-14

[81] Müslim, İman 62; Tirmizî, Zühd 47; İbn Mâce, Fiten 12; Dârimî, Rikak 4

[82] En’am: 6/153

[83] İbn Mâce, Mukaddime 1; Darimi, Mukaddime 23

[84] İbn Mâce, Tahâre 4; Darîmî, Tahâre 2

[85] Buhârî, Edeb 63;  Müslim, Birr 103-105

[86] Nisâ: 4/58

[87] Mümtehine: 60/8

[88] İmam Suyuti, Cami’u’s-Sağir Muhtasarı, Terc. ve  Şerhi, Çev. İsmail Mutlu, vdğ. c. 1, s. 284, Hds. 571 (991); Buna benzer bir hadis için bkz. Darîmî, Büyû’ 2

[89] Buhârî, Rikak 18; Müslim, Musafirîn 215; Ebû Dâvud, Tatavvu 27; Nesaî,  Leyl 17; İbn Mace, Zühd 28

[90] Buhârî, Savm 1; Müslim, İman 9; Ebû Dâvud, Salât 1; Nesaî, Salât 4; Dârimî, Salât 208

[91] Ahmed Kalkan, Kur’ân-ı Kerim Kavram Tefsiri, Kolaylık Kavramı, s. 3180-3181

[92] Ahmed Kalkan, a.g.e., Kolaylık Kavramı, s. 3185

[93] Necm: 53/38

[94] Nahl: 16/93

[95] Müslim, İmâre 39; Ebû Dâvud, Cihad 87; Nesâî, Bey’at 34

[96] Bakara: 2/170

[97] Ahzâb: 33/67-68

[98] Zümer: 39/18

[99] Bkz. Abdülkerim Kuşeyri, Kuşeyri Risalesi, Çev. Süleyman Uludağ, s. 592

[100] Halil Gönenç, Günümüz Meselelerine Fetvalar, c. 1, s. 257

[101] Nahl: 16/43

[102] Mâide:, 5/87. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 501-508.

[103] Müslim, Hac 74; Tirmizî, Radâ 16; Ahmed b. Hanbel, 2 /222, 3/339

[104] Buhârî, Nikâh 111-112; Müslim, Hac 424

[105] Dr. Faruk Beşer, Hanımlara Özel Fetvalar, Seha Yay. c. 1, s. 78

[106] Buhârî, Nikâh 115

[107] Müslim, Salât 36; Buhârî, Cuma 13

[108] Buhârî, Nikâh 77; Müslim, Eşribe 86

[109] Prof. Dr. Hayrettin Karaman, Helâller-Haramlar, s. 109-111

[110] Yusuf el-Kardavî, İslâm’da Helaller-Haramlar, s. 175

[111] Ahmed Kalkan, Kur’ân-ı Kerim Kavram Tefsiri, s. 3230, Kadın Kavramı, Kavram no: 124

[112] Tevbe: 9/71

[113]  Prof. Dr. Hayrettin Karaman, vdğ. Kur’ân-ı Kerim ve Açıklamalı Meâli, s. 197

[114] Hucurât: 49/10

[115] Tirmizî, Birr 48

[116] Buhârî, İman 4; Müslim, İman 64-65; Ebû Dâvud, Cihad 2

[117] Mâide: 5/87

[118] Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 508-512.

[119] Nahl: 16/18

[120] Bkz. Hucurât, 49/10

[121] Bkz. Bakara: 2/195; Bakara: 2/215; Bakara: 2/272

[122] Nisâ: 4/79

[123] Bakara: 2/29

[124] Mâide: 5/3

[125] Bakara: 2/105

[126] Bkz. S. Buhârî, K. İman, B. 8, Hds. 9; S. Müslim, K. İman, B. 15, Hds. 67-68

[127] S. Ebû Dâvud, K. Sünnet, B. 3, Hds. 4599

[128] İbn Mâce, Zühd 16

[129] Âl-i İmran: 3/31

[130] Hicr: 15/99

[131] Nisâ: 4/13-14

[132] Tirmizî, Deavât 126

[133] Tirmizî, Deavât 70

[134] Müslim, Zikir 78; Ebû Dâvud, Hâtem 4

[135] Tirmizî, Deavât 72-73, TefsirÜ’l-Kur’an 39

[136] Bakara: 2/201

[137] İbrahim: 14/41. Süleyman Gülek, İnsan Gerçeği Ve İslami Hayat, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005: 512-515.

RADYO  FANİDUNYA FM.
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap


 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]