* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi  (Okunma sayısı 624 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi
« : Ocak 31, 2018, 07:49:32 ÖÖ »
Müslüman’ın Müslüman’a Muamelesi

Müslüman’ın, Müslüman kardeşine zulmetmemesi bir temenni değil, muhkem bir emirdir. Çünkü zulüm haramdır. Her haksızlık bir çeşit zulümdür. Müslümanlar arasında tekfir felâketinin yaygınlaşmasının sebeplerinden birisi de, yargısız infaz cürmünün yayılmasıdır. Müslüman’ın Müslüman’a kâfirce muamele etmesi, Müslüman’ı Müslümanlığından eder. Dini kendisi gibi anlayıp yorumlamadığı için başkasına hayat hakkı tanımamak ve kendisini hakem koltuğuna oturtarak başkalarının mü’min olup olmadığına karar verme hakkını kendinde bulmak, en hafif ifadesiyle haddini bilmemektir, câhil cesaretidir. Tekfirciliğin sermayesi, cahilin cesaretidir.
 
ALLAH’ın indirdiği dini yaşamak ve Allah yolunda Allah için yarışmak, Müslümanların daimi vasıflarıdır. Müslümanlar Allah yolunda meşru hizmetlerde birbirlerinin yar ve yardımcılarıdır. Şartlar ne olursa olsun, Müslüman’ın Müslüman’a muamelesi sadece Müslümanca’dır.

Kâfire yapılması gereken muameleyi kendi din kardeşlerine yapmaya kalkışanlar, kendi Müslümanlıklarına suikast düzenleyenlerdir. İslâm, kâfirlere inmesine rağmen bazı nasları Müslümanlara karşı uygulamadan da beridir.

Müslüman’ın Müslüman’a muamelesi Müslüman’ca değilse, gayr-i meşrû davranışlara ve tecavüzlere yeni kapılar açılmış demektir. Kendi hevâlarını ilâh edinenler, iman esaslarını merkezden çıkartıp kendi egolarını merkeze koyanlardır. Kendini merkeze alan insan, çoğu zaman hevâsını ilâh edinir, adetâ putperest gibi davrenmeye başlar. Kendi hevâ ve hevesinden menkul değer ölçüleri, görüşleri ve yorumları kendisine göre hakikatin ta kendisidir. Aksini iddia edenler büyük bir yanlışın ve sapkınlığın içindedirler. Bu durum tam da Âdem -aleyhisselâm-’a secde etmeme gerekçesini, “Ben ondan daha üstünüm” şeklinde ortaya koyan şeytânî mantıkla aynı paralelde işleyen bir düşünce sapmasıdır.

“Allah: ‘Ey iblis! İki elimle yarattığıma secde etmekten seni men eden nedir? Böbürlendin mi, yoksa yücelerden misin?’ dedi. İblis: ‘Ben ondan hayırlıyım. Beni ateşten yarattın, onu çamurda yarattın’ dedi.” (1)

Dikkat edilirse, Allahû Teâla, ilm-i ezelisinde şeytanın durumunu bilmesine rağmen Şeytan’dan isyanının, istikbarının gerekçesini, sebebini sual ediyor. Allahû Teâla bunu sual etmesiyle bizleri edeplendiriyor. Yargısız infazın dinde yeri olmadığını bize hatırlatıyor. Konuşmadan, dinlemeden Müslümanları tekfir etmekten bizi sakındırıyor. Bu âyet-i kerimelerden anlıyoruz ki; muhatabımız şeytan dahi olsa ifadesini alacağız, gerekçelerini dinleyeceğiz. Sözün en güzeline tabi olabilmek için, söylenen sözü sonuna kadar dinlemek gerekir. Kur’ân-ı Kerim’de; ”Müslümanlar, sözü dinleyip en güzeline tabi olanlar” olarak tanıtılmışlardır. Rabbimiz buyuruyor:

“Tağuta ibadet etmekten sakınıp Allah’a dönenlere; işte onlara müjde vardır. O halde kullarıma müjde ver. O kullarım ki, onlar sözü dinlerler, sonra da en güzeline uyarlar. İşte onlar, Allah’ın doğru yola ilettiği kimselerdir. Gerçek akıl sahipleri de onlardır.”(2)

Müslümanlar arasında tekfir hastalığının yaygınlaşmasının ana sebeplerinden birisi de, yargısız infazın ahlâk haline getirilmesidir. Yargısız infazı ahlâk edinerek birbirlerini kâfir ilan eden, birbirlerinin katlini meşru gören Müslümanlardan İslâm beridir. Bunların yaptıklarının dinde yeri yoktur.

Müslüman’ın Müslüman’a kâfirce muamele etmesi, Müslüman’ı Müslümanlığından eder. Tarihte ve bugün, İslâm ümmeti içerisinde en büyük fitnelerden birisi, hiç şüphesiz Müslüman’ı dışlayıcı, ötekileştirici, hatta İslâm dairesinin dışına iterek tekfir edici bakış açılarıdır. Bu nevi sapık cereyanların ortaya çıkışının birçok gerekçesi gösterilebilirse de en önemli sebeplerinden birisi, sahih bir ilim anlayışının ve metodolojisinin içinde yetişmiş, yeterli sayıda âlim ve ârifimizin olmayışıdır. Ya da böyle âlimlerimizin halkı yeterince bilgilendirmemesi, irşad ve terbiyeden geri durmalarıdır. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:

“Kıyametten hemen önce karanlık gecenin parçaları gibi fitneler var. Kişi o fitnelerde mü’min olarak sabaha erer, akşama kâfir olur; mü’min olarak akşama erer, sabaha kafir çıkar. O fitnede oturan, ayakta durandan hayırlıdır. Yürüyen koşandan hayırlıdır. Öyleyse yaylarınızı kırın, kirişlerinizi parçalayın, kılıçlarınızı da taşa vurun. Sizden birinin evine girerlerse Hz. Adem’in iki oğlundan hayırlısı olsun (ölen olsun, öldüren değil).”(3)

“Şiddetli bir şekilde yaklaşan fitne sebebiyle vay insanların haline. İnsanlar mü’min olarak sabahlar da akşam kâfir oluverirler. İnsanlar dinlerini küçük dünya menfaati karşılığı değiştiriverirler. İşte öyle zamanda dinlerinde sabit kalabilenler ellerinde kor ateşi tutanlar gibidir.”(4)

“İlerde bir fitne olacak. O fitne içinde kişi mümin olarak sabahlayacak, kâfir olarak akşamlayabilecek. Ancak Allah’ın ilimle kalbini dirilttiği kimseler hariç.” (5)

Müşrik asrın ve İslâm’sız kalmış günlerin beraberinde getirdikleri tereddütlerden, şek ve şüphelerinden Müslüman ancak iman ve ilim ile kurtulabilir. Tabii ki ilim de ancak amel ile fayda sağlar. Bu nedenle diyoruz ki; Müslüman’ın Müslüman’a muamelesi hissi değil ilmidir. Müslümanlar dinde hissilikten ilmiliğe geçmedikleri müddetçe birbirlerini tekfir etmekten, birbirlerini kâfirlerin kucağına itmekten geri durmazlar.

Duat olması gerekirken Kudat olanlar, Tebliğci olması gerekirken ümmet Kadılığına kalkışanlar, Müslüman olmanın hududunu aşanlardır. Dini kendisi gibi anlayıp yorumlamadığı için başkasına hayat hakkı tanımamak ve kendisini hakem koltuğuna oturtarak başkalarının mü’min olup olmadığına karar verme hakkını kendinde bulmak, en hafif ifadesiyle haddini bilmemektir, câhil cesaretidir. Tekfirciliğin sermayesi, cahilin cesaretidir.

Cehaletin saadet kabul edildiği bir yerde Müslümanları tekfir etmek cinayettir. Rabbimiz, kulları üzerinde bu nevi tasarrufta bulunma girişimlerini doğru bulmamış ve Müslümanların bu konuda hassas davranmalarını istemiştir. Bu nevi yanlışların, çoğu zaman dünyevî menfaatler uğruna yapıldığına da dikkat çekmiştir:

“Ey iman edenler! Allah yolunda sefere çıktığınız zaman, gerekli araştırmayı yapın. Size selâm veren kimseye, dünya hayatının geçici menfaatine (ganimete) göz dikerek, ‘Sen mü’min değilsin’ demeyin. Allah katında pek çok ganimetler vardır. Daha önce siz de öyle idiniz de Allah size lütufta bulundu (müslüman oldunuz). Onun için iyice araştırın. Çünkü Allah, yaptıklarınızdan hakkıyla haberdardır.”(6)

Bu âyet-i kerime, Müslüman’a Müslüman’ın kıymetini hatırlatıyor. Dünyayı dine tercih edenler, hem kendilerini ve hem başka Müslümanları dinden ederler. Müslüman’ı fasıklıkla, münafık olmakla ve daha ötede kâfirlikle suçlamak ve bunu kesin bir bilgiye değil de zannına ve vehmine dayanarak yapmak -Rabbimiz muhafaza buyursun- insanın kendisini ateşe atmasıdır.

Her Müslüman kendi başına bir kıymettir. Müslüman’ın kıymetini bilmeyen Müslüman’ın kıymeti olmaz. Raûlüllah (sav) buyuruyor: “Allah katında dünyanın yok olması, bir mü’minin haksız yere öldürülmesinden daha hafiftir.” (7)

Bir Müslüman bir cihana bedeldir hatta ve hatta bir cihan bir Müslüman’dan ehvendir. Münkir ve müşrik bir asra düşmüşüz. Bu asırda dünyada, günde yaklaşık olarak bin Müslüman katlediliyor. Bunların % 90’nın failleri Müslümanlar... Yani her 900 Müslüman’ı Müslümanlar öldürüyor. Haydi biz alıştık, bu durumu çocuklarımıza bu hadis-i şerifin ışığında nasıl anlatacağız? Çocuklarımızın gözlerinin içine nasıl bakabileceğiz? Galiba asıl mesele bu... Gelecek nesillerimizi kanlı katillere emanet ediyoruz.

Müslümanlar birbirlerini ümmet zemininde tamamlayan kimselerdir. Onların hayatlarında ayrılığın ve gayriliğin yeri olmaz. Mü’minler kardeşlikte ve dostlukta tıpkı aksamı birbirine geçmiş mükemmel ve sapasağlam bir bina gibidirler veya bütün unsurları ve zerreleriyle birbirine bağlı bir vücud gibidirler. Bir vücudun herhangi bir azası rahatsız olduğunda nasıl ki bütün bir vücut aynı rahatsızlığı, aynı acıyı duyarsa, bir tek mü’minin -dünyanın ta öbür ucunda bile olsa- çektiği acıyı, duyduğu ızdırabı diğer mü’min kardeşleri derinden hisseder. Mü’minlerin bu denli birbirlerine bağlı olduklarını Peygamber (s.a.v) şöyle ifade etmektedir. “Mü’minin mü’mine bağlılığı, parçaları birbirini bütünleyen bir bina gibidir.” Hadisi rivâyet eden Ebû Musa El-Eş’arî’nin bunu tarif için parmaklarını birbirine geçirdiği zikredilmektedir: ”Mü’minleri kendi aralarındaki merhametleşmelerinde, sevişmelerinde, yardımlaşmalarında bir vücut gibi görürsün. Ki vücudun bir organı ağrırsa, vücudunun kalan kısmı uykusuzluk ve humma ile o organ için birbirini çağırır.”(8)

Bir mü’minin, diğer bir mü’min kardeşine her halükârda yardımcı olması gerekmektedir. Peygamberimiz bir hadisinde, “zalim de olsa, mazlum da olsa mü’min kardeşine yardım et!” diye buyurmaktadır. Zulüm konusunda nasıl yardım edileceğini ise şu çarpıcı sözlerle dile getirmektedir: “Onu zulümden el çektirirsin. Ona yapacağın yardım işte budur.”(9)

Hz. Ali (r.a.)’den rivâyet edildiğine göre Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Müslüman’ın Müslüman üzerinde altı hakkı vardır. Karşılaştığında selam verir, davetine icabet eder, aksırdığı zaman elhamdülillah derse yerhamükâllah der, hastalandığında ziyaretini yapar,

öldüğünde cenazesinin ardından yürür, kendisi için sevdiğini kardeşi için de sever.”(10)

Müslüman’ın, Müslüman kardeşine zulmetmemesi bir temenni değil bir emirdir. Çünkü zulüm haramdır. Her haksızlık bir çeşit zulümdür. İslâm devletinin teminatı altında yaşayan zimmîler ve çeşitli din mensupları da aynı hükme tabidir. Esasen İslâm dini, her çeşit zulüm ve haksızlığın, herhangi bir insana yapılmasını caiz görmez. Ancak kendilerine ve başkalarına zulmedenlere karşı alınan tedbirler ve verilen ceza, zulüm ya da haksızlık olarak nitelendirilemez. Şirk ve küfür bir zulümdür. İslâm, insanların şirkte ve küfürde kalmalarına, şirki ve küfrü meşru göstermelerine, ya da yaymalarına müsamaha ve müsaade etmez. Böyle davrananlara karşı, Allah’ın emrettiği ve prensiplerini vaz ettiği ölçüler içinde hareket eder. Bunu yaparken adâlet kâideleri dışına çıkmaz. Rasûlüllah (sav) buyuruyor:

“Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslüman’dan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslüman’ın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter.”(11)

İslâm, insanların can ve mal güvenliğini, ırz ve namusunun korunmasını garanti altına alır. Bu garantiler öncelikle Müslümanların kendi aralarında sağlanır. İslâm, bunlara ilâveten insanların inanç hürriyetini ve akıllarını korumayı da esas alır. Bu sebeple, canı, malı, ırzı ve namusu, dini ve aklı korumak ve bunlar uğrunda savaşmak gerekebilir. Bunlar uğrunda ölenler de şehit sayılır. Çünkü ırz, mal ve cana tecavüzün haramlığı Kitap, Sünnet  ve icmâ ile sabittir. Peygamber Efendimiz (sav) dinen geçerli sayılan bir gerekçe bulunmaksızın, üç günden fazla dargın ve küskün durmayı helâl saymamıştır. Müslümanlar hep birlikte sulhu salah için cengü cidale hazırlanan kimselerdir. Onlar muhabbet fedaileridir, onların husumete vakitleri yoktur.

Sulhu salah zemininde kalarak Müslümanların hayrına çalışmak, Müslümanların cehaletini gidermek ve Müslümanların din ve dünya işlerini Allah’ın muradına göre düzene koyma imkânına kavuşmaları için çalışmak, Müslüman’ın Müslüman’a Müslüman’ca muamelesindendir. Müslüman’ın Müslüman’a muamelesinin mihengi, tek ümmet şuurudur. Ümmet şuuru; Müslüman’ı eksikliği, kusuru yüzünden dışlamayı değil, eksiğini, kusurunu tamamlaması için sahiplenmeyi gerektirir. Müslümanları sahiplenmeyen ve savunmayan Müslümanlardan değildir!

----------------------------------------------------------------------------

(1)   Sad Sûresi/ 75-79

(2)   Zümer Sûresi/17-18

(3)   Sünen-i Ebu Davud, Fiten 2, (4259, 4262); Sünen-i Tirmizî, Fiten 33

(4)   el- Müsned (Ahmed b. Hanbel) 2/ 390; Sahih-i Müslm, İman: 186; Sünen-i Tirmizî, Fiten: 30 (2196)

(5)   Ramûzu’l-Ehadis s. 299, 3722 hadis. (Tabarani Kebirden, İbn-i Mace’den, Deylemi Ebi Umame’den), en-Nevevi, Ebû Zekeriyya Yahya b. Şeref, Riyazüs-Salihin, Terc. Emre, Mehmed, İstanbul 1974, s. 99 87. hadis; Sunenu İbn-i Mace, II, 1305, 1310 (3954, 3961)

(6)   Nisâ Sûresi, 94

(7)   Sünen-i Tirmizî, Diyat: 7; Sünen-i Nesaî, Tahrîm: 2

(8)   bk. Sahih-i Buhârî, salat, 88, Mezalim, 5; Sahih-i Müslim, Birr, 65; Sünen-i Tirmizî, birr, 18; Sünen-i Nesâî, zekat, 67

(9)   Sahih-i Buhârî, Mezalim, 4; Sahih-i Müslim, birr, 62

(10)   Sünen-i Dârimî, İstizan: 5; Sünen-i İbn Mâce, Cenaiz: 43

(11)   Sahih-i Buhârî, Mezâlim 3; Sahih-i Müslim, Birr 58

 


* BENZER KONULAR

Allah’ı Ne Kadar Seviyoruz Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:40:07 ÖS]


Böyle Sevdik Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:35:30 ÖS]


Dostluk Üzerine Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:27:16 ÖS]


Sevmek-Sevilmek Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:21:12 ÖS]


Sermayemiz takvamız olsun Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:14:00 ÖS]


Bize De Dua Yâ Rasulallah (S.A.V) Gönderen: anadolu
[Bugün, 08:09:36 ÖS]


Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]