Ruh Neyi Arıyor
Ruhların, madde kalıbına girmeden evvel yaratıldıkları bir gerçektir. Murad-ı ilâhî böyle zuhur etmiş ve insan evvela mânâ (ruh) cevheri olarak halk edilmiştir.
Bu varlığa ilk hitap, "Ben sizin Rabb'ınız değil miyim?" dir.( Araf, 7/172 )
Böylece güzellerin güzeline, gerçeklerin gerçeğine, canların canına kara sevda, bu seyir zevkinde başlamıştır. Bu öyle bir sevda ve muhabbettir ki, madde âleminde "hayır sen yoksun, ben varım" diyerek ilâhlık iddiasında bulunan Nemrut'lar, (Nemrut’un tanrılık iddiası için bkz. Bakara, 2/25) Firavun'lar (Firavun'un tanrılık iddiası için bkz. Mümin, 40/36-37; Kasas, 28/38; Nâziât, 79/23-24 ) ve hattâ madde ve mânâ âlemini aydınlatan biricik hakikat güneşi Hz. Muhammed (sav)'in karşısına çıkan Ebu Cehil bile, O "Güzel"e, O "Hüsn-ü Mutlak'a ve "Gerçek"e, "Sen bizi yaratansın" (A'râf, 7/172) demiş, O'nun ulûhiyetini tasdik, kendi aczini kabul etmiştir.
Vakta ki, Allah (cc) murad-ı ilâhî'sine tevafuk olarak bir imtihan sırrı için, insanı, denemek üzere bu denî âleme, dünyaya göndermiştir; insan ile, kul olmağa söz verdiği Rabb'ı arasına çok muazzam bir perde çekilmiş, o "Güzel", o "Koku", o "Nida" birçok perdelerle perdelenmiş, kendini gizlemiştir. Gizlemiştir ama, acaba O'nun vecd sarayından kopan ruh ne hale gelmiştir? Elbette altın kafes içine konulan kuş gibi "ah vatan, ah!" diyerek "Kâlu Belâ"nın hasretini çekegelmiştir. (Bezm-iElest, A'râf, 7/172)
Allah (cc), Âdil-i Mutlak olduğu için, halk ettiği insanın özünü, cevherini yani ruhunu kendi haline bırakmamış, ma¬şukuna, sevgilisine kavuşsun diye ona din yolu ile muazzam, mutantan, müzeyyen bir cadde açmıştır. O cevherde itiraz kuvveti, nefis (Bkz. Yusuf, 12/53 ) olduğu için de; şımarmasın, yanılmasın, düşmesin, kaybolmasın diye yine insan cinsinden ve fakat seçilmiş, sevilmiş, takdir ve tasdik edilmiş peygamberlerini, peygamberlerinin yolundan giden velîlelerini göndermiştir.
Bu sebepten olacak ki, ilk insan aynı zamanda peygamber olarak gönderilmiştir. (Bkz. Bakara, 2/33-37; Araf, 7/19; Taha, 20/117 ) Zaman içinde, nefis şeytanla anlaşmış, insanı ruhunun yolundan saptırmış; onu kendine, peygamberine ve kul olmak için söz verdiği Rabb'ına ters düşürmüştür.
Etle kemiğin, zâtla sıfatın, gece ile gündüzün birbirinden ayrılmadığı gibi sahibinden ayrılmayan ruh, sosyal plânda sahibinden koparılması karşısında acı acı feryadı basmıştır. Kendi cinsinden olan ve onu "Mutlak Kudre'e götüren peygamberlerin açtığı yolda ilerleyeceğine nefis ve şeytanla işbirliği yapan insan muazzam bir boşluğa düşmüş, bu terslik devam ettiği müddetçe de bu ızdırap sürmüştür. Peki ne olmuştur? Bir "hak", bir de "bâtıl" diye iki yol zuhur etmiş, bu iki yol aynı zamanda kâinatın iki ezelî direği haline gelmiştir. (Bkz. Beled, 90/10) Bu iki ezelî direk, tabiat sahnesinde her zaman birbirine ters düşmüşlerdir.
Şimdi meseleye bir de sosyolojik açıdan bakalım:
İnkâr fırtınası ile kendisine gösterilen yolu terk eden insan, tabiat sahnesinde kendine çeşitli çıkış yolları seçmiş; sistemler, rejimler, metodlar geliştirmiştir. Totemizm, feodalizm, kapitalizm ve komünizm... Evet insan, bunları ve daha birçok prensipleri tatbik etmiş ve fakat hiçbirinde de mutlak huzuru ve aradığını bulamamıştır. Her yeni icat ettiğine bir ilâh gibi sarılmış, onun için canını bile vermiş ama karşılığında, aradığını bulamamanın hasreti içinde arayışa devam etmiştir.
O halde bugün, fertlerin şahsî bunalımlarından kurtulma çabaları, sosyal plânda olan rejim değişiklikleri, kendinden kaçan insanın bilmeden kendini arama seferberliğidir.
Hemen şunu ifade edelim ki, bu caddeler çıkmaz sokak... Mülkün sahibinin yoluna dönülmedikten, caddedeki kılavuzlara gönül verilmedikten sonra bu arayış bitmeyecektir.
Çünkü ruh sahibini arıyor. Onu kafesten uçurup hürriyetine kavuşturmak gerek...