Tercih Bizim
“Her kim iyi bir iş yaparsa, bu kendi lehinedir. Kim de kötü bir iş yaparsa, kendi aleyhinedir. Rabbin kullarına zulmedici değildir.”(Fussilet, 46)
Yüce kitabımız, Fatiha suresi ile başlar. Allah’a hamdden sonra ilk üç ayetinde Müslüman olmak isteyen her kişiyi imana girişin kapısı diyebileceğimiz üç şeye inanmaya davet eder. İnanmış Müslümanlardan da bu inançlarında sebat ister. Bu üç şey;
• Allah’ın âlemlerin yaratıcısı ve yaşatıcısı (Rabbi) olduğuna inanmak,
• Rahman ve Rahim olduğuna inanmak,
• Hesap günü (din günü) olan ahiretin olduğuna ve Allah’ın bu günün yegâne sultanı olduğuna inanmak
Üçüncü kuraldan başlayarak bir değerlendirme yaparsak, her şeyimizden hesap vereceğimiz bir gün mutlaka gelecek ve hesap vereceğiz. Hesap verebilmemiz için de ehliyete sahibi olmamız gerekir. Yani hesap verecek kişide aranması gereken şartlar ve imkânlar bizde bulunmalıdır. Nedir bu şartlar;
• Akıllı olmalıyız ya da aklımız kadar sorumlu olmalıyız.
• Özgür olmalıyız ya da özgürlüğümüz kadar sorumlu olmalıyız.
• Muktedir olmalıyız ya da güç ve kudretimiz kadar sorumlu olmalıyız.
• Bilgili olmalıyız ya da bilgimiz kadar sorumlu olmalıyız… Kısaca sahip olduklarımız ve takatimiz kadarı ile sorumlu olmalıyız.
Bu durumu Yüce Rabbimiz; “Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı hayır kendisine, yaptığı kötülüğün zararı yine kendisinedir…” (Bakara, 286) Ayetinde en veciz şekilde özetler.
Hesaba çekecek sorgulayacak zatı celilin de Alîm, Kadîr, Hasîb… gibi bilgi ve kudreti ifade eden sıfatlarının yanında Adalet, kıst, kıvam gibi dengeyi, eşitliği, olgunluğu ve tarafsızlığı ifade eden sıfatlara da sahip olması gerekir.
Bütün mükemmel sıfatlara sahip olan Rabbimiz daha kitabın ilk cümlelerinde “ER RAHMÂN” sıfatını her şeyin önüne geçirmiştir. Bilindiği gibi “Rahmân” kavramının tam anlamıyla Türkçe karşılığı yoktur. Çok merhamet eden, rahmeti her şeyi kuşatan, ihsanı her şeye yaygın olan sözleriyle açıklanabilir. Bu rahmet, iyiyi de, kötüyü de, mü’mini de, kâfiri de içine alır. Bundan dolayı Allah "Dünyanın Rahmânı, âhiretin rahîmidir". Yani O'nun ihsanı, dünyada inananları da, inanmayanları da kapsar. Bu rabbimizin adaleti ve hâkimin tarafsızlığı gereğidir. Âhiretteki “Rahîmliği” ise yalnız inananlara özel merhametidir. Bu da ihsanının gereğidir ve mü’minleri özel bir ödüllendirmesidir.
Ahiret günü ve hesabının varlığına iman kişinin hesaba çekileceği konuları da bilmesini gerektirir. Tam da konu burada düğümleniyor. Rabbimiz olan Allah Teâlâ ilk insandan itibaren kendisi hakkında ve bu dünyada insanların uyması gereken kurallar hakkında insanları bilgilendirmiş midir? Evet bilgilendirmiştir. Bunun yüz binlerce peygamber, milyonlarca mü’min şahidi vardır. Hal böyle iken Allah’a inanıp, Rahman ve Rahim olduğuna inanıp da hesaba çekeceğinden şüphe etmek, hesaba çekmez diye ummak ya da hesaba çekse de affeder diye tembelliğe kapılmak Allah’ın Kur’an’da bize bildirdiği ilkelerin tamamına temelden aykırıdır. Bizim örneğimiz ve önderimiz olan Efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) günahlarının bağışlandığı müjdesi verilmesine karşın bırakın farz ibadetleri ve görevleri yerine getirmeyi terk etmeyi nafile ibadetleri ve çalışmaları daha da artırıp “şükreden bir kul olmayayım mı?” diye karşılık vermiştir.
Şimdi gelelim bizlere; Yaşadığımız dünya yasaklar ve serbestiyetler manzumesi halinde kurulmuştur. Her ülkenin kanun ve kuralları vardır. Yargıçları da yanlış yapanları ülkelerinin kanunlar çerçevesinde yargılıyor ve adaleti tesis etmeye çalışıyorlar. Dünyanın akıllı ve medeni tek varlığı olan insan ülkesinin yargıcına inanıp onların adaleti uygulayacaklarından şüphelenmeden hukuka teslim olurken Allah’ın hukukunun olamayacağını ya da onun yargılamasından bir şekilde kurtulacağını düşüne bilmesi akla muhaldir. Haklıya hakkını vermemek haksızı cezalandırmamak bir hâkim için nasıl ki bir zulüm göstergesi ise Allah için de mazlumun hakkını almayacağı zalime haddini bildirmeyeceği düşüncesi kalpte bir küfür ve şirk ifadesi, beyinde Allah’ı kavrayamama ve ahirette tam bir ziyandır.
Zulüm noksanlıktır. Allah Teâlâ ise bütün kemal sıfatlara sahip, her çeşit noksanlıktan münezzeh, yüce bir zattır. Allah zalim değildir. "Allah, zerre kadar haksızlık etmez." (Nisa, 40) Bir kutsi hadiste şöyle buyrulmuştur:"Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım. Aynı şekilde aranızda da zulmü haram kıldım. O halde birbirinize zulmetmeyin." (Müslim). Allah Teâlâ, hiç kimsenin sevabından zerre kadar bile eksiltmediği gibi, bir iyiliğin sevabını on katına, yedi yüz katına, daha da çok katına çıkarmakta; buna mukabil bir kötülüğün cezasını sadece misli kadarıyla vermektedir.
"Kim iyilik getirirse, ona getirdiğinin on katı vardır. Kim kötülük getirirse, sadece onun dengiyle cezalandırılır; onlar haksızlığa uğratılmazlar.." (Enam, 160).
Cenâb-ı Hak, Lokman (a.s.)'dan haber vererek de şöyle buyurur: "Yavrucuğum! Haberin olsun ki, yaptığın bir hardal tanesi ağırlığınca olsa da, bir kaya içinde veya göklerde yahut yerin dibinde gizlense, Allah onu getirir, mizanına kor. Çünkü Allah en ince şeyleri bilir, her şeyden haberdardır." (Lokman, 16)
Rabbimiz kıyamete kadar devam edecek hükümlerini bütün zamanlara, mekânlara ve insanlara ilan etmiş son mesajını ve ilahi hükmünü göndermiştir. Yani Allah, kurallarını koymuştur. Bu kuralları değiştirerek adalet dağıttığını düşünen zalimler de bu kuralları hiç kabul etmeyenlerde “MALİKİ YEVMİDDİN” (Hesap gününün sahibi) olan ALLAH’IN huzurunda hesap verecektir. Hesabın kolaylığı ve zorluğu Allah’ın kurallarını hayatımızda uyguladığımız oranda olacaktır.
“O gün dünya, Rabbinin ona vahiy etmesiyle haberlerini anlatacaktır. O gün insanlar, amellerinin karşılığı kendilerine gösterilmek üzere bölük bölük çıkacaklardır. Her kim zerre kadar hayır işlemişse onu görecektir. Her kim, zerre kadar şer işlemişse onu görecektir.” (Zilzal, 4-8)
“O gün kimin tartıları ağır basarsa o, hoşnut olacağı bir hayat içindedir. Kimin tartıları da hafif gelirse, onun anası da hâviye (cehennem uçurumu)dur.” (Karia, 6-9)