Üç Günlük Dünya
Bazı acılar sıcakken, onlar hakkında konuşamayız. Susmanın gölgesinde serinlemeye çalışırız. Biraz da bu yüzden deprem günlerinde hiçbir şey yazamadım. Vakit şimdiymiş.
Efendim bendeniz henüz 3 aylık ter-ü taze bir gelinken önemli bir imtihandan geçtim, kendi çapımca büyük bir acı yaşadım. Evimize hırsız girdi. “Amaaan sen de!” demeyin. Evlenip, gurbete gelmişim. Konu komşu yok, akrabalar şehir dışı uzaklığı mesafede. Gecenin bir yarısı gözlerimi hafif aralamışım, birisi etajerin çekmecelerini karıştırıyor. Allah Allah diyorum, bizim bey ne yapıyor öyle? Işığı yakmamış, benim eşyalarımın bulunduğu bir çekmecede hem de bu saatte ne arıyordur ki? Bunlar tabi saniyeden kısa bir sürede gelip geçiyor zihnimde. Fark ediyorum ki bizim beyden daha uzun bir adam bu. Çığlık çığlığa bağırıp beyi uyandırmaya çalışıyorum. Adam bakıyor ki, evin erkeği uyanıyor, birkaç saniye afallayıp geldiği yerden kaçıyor. Hala anlatırken içim bir hoş mu oluyor ne?!
Genellikle insanların kendilerini en rahat, huzurlu, güvende hissettikleri yerdir evleri. Normaldir de bu. Fakat gelin görün ki, evlerimiz bile gün geliyor, korku, güvensizlik, kabuslar ile özdeşleşiveriyor. Gece uykularında uzun bir müddet rahatı unuttuğumuzu söylesem, şaşırmazsınız sanırım. İşte depreme de bu açıdan baktım hep. Televizyon ekranlarında gördüğümüz birçok depremzede “evlerimize giremiyoruz, korkuyoruz” diye halini dile getiriyor, çocuklarının evde uyumaktan kaçındığını söylüyordu.
İşte benim için üç günlük dünyanın tam da ifadesi bu. Hiçbir şeye tam güvenmeyeceksin. Evinin güvenliğine güvenmeyeceksin. Dünya bu, her şey insan için diyen eskilere kulak vereceksin, onları anlayacak, korktuğun andaki gibi iliklerine kadar bu hisle ürpereceksin.