* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması  (Okunma sayısı 2996 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

Çevrimdışı melek

  • Global Moderator
  • *****
  • İleti: 2334
Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması
« : Nisan 25, 2024, 08:54:05 ÖÖ »


Hidâyetten Sonra Kalblerin Kayması

Hesap gününe hazırlanan her mükellefin; imanını muhafaza için bütün imkânlarını seferber etmesi ve bunun için Allahü Teâlâ’dan (cc) yardım istemesi gerekir. Hz. Ümmü Seleme (Radıyallahu anha) validemizden nakledildiğine göre Peygamberimiz Efendimiz’in (Sallallahu aleyhi ve sellem ) şöyle dua ederdi:“Ey kalpleri halden hâle değiştiren (Allahım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.” Hidâyetten sonra kalplerin kayması, kıyâmetin kopması şiddetinde olan bir tehlikedir. Hz.Şehr b. Havşeb (r.a)’in rivâyetinde “Ya Rasûlallah, kalbin muhafazası ile ilgili bu duayı her fırsatta yapıyorsunuz?” sorusuna Peygamber Efendimiz (sav)  “Kalbi Allahû Teâlâ’nın kudret ve tasarrufu altında olmayan hiç kimse yoktur. O, dilerse doğruda sabit kılar, isterse kaydırır,” cevabını vermiştir. Kalbin hak din üzere sabit olması, mü’minin imanını muhafaza etmesinin yegâne şartı ve imkânıdır.

Kalbimiz, imanımızın mekânıdır. Kalbimizin kayması, imanımızın kayması anlamına gelir. Bu nedenle imanı muhafaza ve müdafaa etmek, Müslüman insanın bütün mekânlarda ve zamanlarda en önemli görevidir. Müslüman insan kendi istikâmetini, salâhını ve imanını muhafaza ve müdafaa etmek istiyorsa daima Rabbine sığınmalı; şuur ve iradesini bu yolla uyanık tutmalıdır. Kur’ân-ı Kerîm’de kalb kaymasından Allah’a sığınmamızın zarureti haber verilmektedir: “Rabbimiz, bizi hidâyete eriştirdikten sonra kalplerimizi kaydırma ve katından bize bir rahmet bağışla. Şüphesiz, bağışı en çok olan Sensin Sen.”(1)

Kalbi onu Yaratan’a sunmak... Onu Yaratan’dan koparmamak. Hep O’na yönelmek, O’na bağlanmak, O’na sarılmak, kaymasının önüne geçmektir. Allah Rasûlü’nün “Fiten” uyarıları içinde yer alan “Akşam ile sabah arasında inanç değişimlerine sürüklenen insan tipi” siluetler hâlinde resm-i geçit yapıyorlar. Mürted ve harbî müstevliler tarafından İslâm ülkelerinde kimi kurumlara özel bir misyon verilmek isteniyor ve onun yansımaları ile karşılaşıyoruz. Aslında müstakim insanların, bu yapıda kendilerini aşan işlere monte olabilecekleri endişesi gün yüzüne çıkmış bulunuyor. Nihâî plânda “Allah’ın dini”ne karşı yanlış işler yapamayacak olanların, sürece adım adım monte olabilecekleri kaygısını taşımamak elden değildir. Eskiler şöyle söylerlerdi, “Bu çocuğa mukayyet ol!” Yani “Başına bir iş gelmesine müsâade etme” demek isterlerdi. Dolayısıyla “Kalbe mukayyet olma zamanındayız, yani kalplerimizin başına bir şey gelmesine müsâade etmemeliyiz.”

Kalbin sahibi ile ilişkisinde bir kırılma, yamulma yaşanırsa, İslâmî hayat son bulur.

 Allah’ın ve Rasûlü’nün maksatlarına mukârin olmak şartıyla İslâm’ı yeniden öğrenmek, kalplerimizi modern hurafelerin istilâsına karşı sağlam bir kalkan olabilir. Allah’tan ve Rasûlünden koparılmış bir din. Hani, insanın moral ihtiyacını karşılasın diye üretilen bir yığın dünyevi terapi yöntemi var, biri de din olsun.... Böyle değil. Hıristiyanlık buna dönüştürüldü, Yahudilik kavmî bir asabiyyetin yükleme unsuru hâline getirildi. İslâm Rabbani muhtevasını koruyor, modern çağın Prometeci insanı, şimdi ona musallat olmak istiyor ve bütün gücüyle kalplerimize yükleniyor. Kalblerimizi çalmaya çalışan çağdaş hırsızlarla karşı karşıyayız. Müsteşriklerin işareti üzere yeniden İslâm, Kur’ân Müslümanlığı diyerek kalplerimizi imanımızdan, imanımızı da kalplerimizden çalmaya çalışıyorlar. İşte böyle zamanlarda “kalbe mukayyet olmak” Kur’ân-ı Kerîm’in ikazlarına uymaktır.

İslâm âlimleri, “elfâz-ı küfr” diye bir paragraf açmışlar inanca ilişkin eserlerde... “Hangi sözler insanı inanç alanının dışına çıkarır?” Hassasiyet bu noktada. Onları okuduğunuzda “Zülf-i yare dokunan”, “Leylayı inciten” sözler olduğunu görüyorsunuz genellikle. Allah’ın kudretini sorguladınız, Rasûlü gücendirdiniz, Kur’ân’ı incittiniz... Hattâ İslâm’ın âlem niteliğindeki müesseselerini (şeâir-i İslâm) yaraladınız... Yapmayın bunları, büyük tehlike var inançlarınız için bunlarda...  Oysa hoyratça geziliyor bu alanlarda, sanki hiçbir hudut tanımaksızın.  Hz. Ümmü Seleme Radıyallahu anha validemizden nakledildiğine göre Peygamber Sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz şöyle dua ederdi:“Ey kalpleri halden hâle değiştiren (Allahım), benim kalbimi dinin üzere sabit kıl”(2)

Hidâyetten sonra kalplerin kayması, kıyâmet şiddetinde bir tehlikedir. Hazreti Peygamberin en çok yaptığı bir dua olarak hadisimiz, en temel meselede hem bilgi, hem de Allahû Teâlâ’dan ne isteneceğine dair misal vermektedir. Şehr b. Havşeb (r.a)’in rivâyetinde “Ya Rasûlallah, ne çok bu duayı yapıyorsunuz?” sorusuna Peygamber Efendimiz “Kalbi Allahû Teâlâ’nın kudret ve tasarrufunda olmayan hiç kimse yoktur. O, dilerse doğruda sabit kılar, isterse kaydırır” cevabını vermiştir.(3)

Allahû Teâlâ’nın irade ve hükmüne karşı çıkacak hiç bir varlık söz konusu olamaz. İman ise, insan kalbinin en temel ameli ve sahibinin bütün hareketlerini etkileyen gücüdür.

Böyle olunca kalbin hak din üzere sabit olması, mü’minin iman çizgisinde devamının yegâne şartı ve imkânıdır. Her türlü olumsuzluk, kalpteki yanlış kabuller ya da inkârın sonucudur. Yüce kitabımız Kur’ân-ı Kerîm’de, kalb kaymasına ya da yamukluğuna zeyğ tâbir edilmektedir. Haktan, gerçekten, dinden başka yöne meyletmek, yönelmek, bozukluk anlamlarına gelen zeyğ’in insanı sevk edeceği bazı tavırlara da işaret edilmektedir. “Kalblerinde yamukluk bulunanlar, (manası kolay anlaşılmayan) müteşâbih âyetlerin peşine takılırlar...” (4)

“Ümmü’l-kitab” niteliğindeki muhkem, anlamı açık âyetleri bırakıp, anlaşılması, yorumu güç âyetler üzerinde ısrarla durmayı belli bir haktan yan çizme duygusunun göstergesi sayılmıştır.  Kur’ân-ı Kerîm, bizlerden kalbin fıkhını istemektedir. “Kalbin fıkhı” tâbiri, fazla yaygın olmamakla beraber, Kur’ân’ın ifadesine uygundur. Bir âyette, cehennemlik olanların özelliklerinden söz edilirken meâlen şu ifadelere yer verilmiştir:

“... onların kalpleri vardır, ama onlarla idrak etmezler; gözleri vardır, onlarla görmezler; kulakları vardır onlarla işitmezler.”(5)

“İdrak etmezler” şeklinde mana verdiğimiz kelimenin aslı “fıkıh” kökünden gelen bir fiille ifade edilmiştir. Kalp kelimesi, geniş anlamıyla aklı da içine alır. Buna göre, kalp ve aklın fıkhı, onların gerçeği kavramaları anlamına gelir.

Allah’a yaklaşmanın tek yolu, İslâm dininin emir ve yasakları çerçevesinde bir hayat çizgisini takip etmektir. Bu çizgiyi takip etmek için, akıl ve kalbi vahyin ışığı altında eğitip, fakih/anlayışlı kılmak gerekir. Bunun -birinin diğerini tamamlayıcısı olan- iki yolu vardır: Birincisi ilim, ikincisi ameldir.

Kalbî hassasiyet, düşünce ve hayat çerçevemizi çizerken yakınlıkları ve uzaklıkları doğru tayin etmeyi gerekli kılıyor. Şu demek bu:

-Allah’a daha yakın, Resulullah’a daha yakın, sahabe-i kirama, Allah dostlarına, kalbe daha yakın olmak.

-Nefse daha uzak, Şeytana daha uzak, nefsî, kavmî asabiyyetlere daha uzak, hatta kimi geleneklere daha uzak...  Bunun çaresi, “Allah’ın huzurunda bulunduğu hissiyle hareket etmek”te odaklanıyor. Rabbimiz bizden dini kendisine has kılmamızı istiyor.

“Ey iman edenler! Kâfirlerin hoşuna gitmese de siz, dini yalnız Allah’a halis kılarak O’na çağırın.”(6)

Kalb, duygu dünyasıdır, kişilik merkezidir, ruhaniyet iklimidir, inkılâblar mekânıdır. Kalbi Allah’ın dinine sabitlemeden Müslüman’ca bir hayat yaşamak mümkün değildir. Kalblerini dinlerine sabitlemeyenler, Müslüman olduklarını iddia etseler bile dinleriyle kavgalı olmaktan kurtulamazlar. Kalb kaymasına uğrayanlar, dini Allah’a has kılmazlar. Kalb kayması, Dini Allah’a has kılmaktan çıkarıp, insanın kendi nefsi için çıkar malzemesi hâline getirmesi demektir. Kur’ân’da, kalbi, Allahû Telâya bağlılık noktasında yoğunlaştırma demek olan “İhlas”a bu kadar vurgu yapılması, aslında insanın içinde din ile ilişkide böyle bir savrulma potansiyeli bulunması sebebiyledir. İhlas nasıl bir kalb ameli, kalb yoğunlaşması ise, dini nefsi hesaplar için kullanmak da, kalbi bir sapma, savrulmadır. Bir kalb kaymasıdır, pörsümesidir. Din aslında, tâbii ki insanın dünyadaki tüm ilişkilerini tanzim eden mahiyetiyle davranışlar boyutu da bulunan bir müessese olmasına rağmen, asıl olarak kalbdeki kıvamı ile gerçek değerini bulur. Üsve-i hasenemiz/güzel örnek ve önderimiz Hz. Muhammed (sav)’in en çok yaptığı duanın ve “kalblerimizi kaydırma” âyetinin ümmete, kalbî istikamet ve tatminin müslümanlığın esası ve vazgeçilmez rüknü olduğunu öğretmektedir. Çok karmaşık dünyamızda müslümanlığımız ve tâbii âhirette mutluluğumuz buna bağlıdır. O halde duamız da hep aynı olmalıdır:

“Ey kalbleri halden hâle (renkten renge, şekilden şekile) çeviren Allah’ım, benim kalbimi dinin üzere sabit kıl.”

Kalp kayması, bazân gayr-i meşrû bir bakışla, bazân haram olan bir lokmayla, bazân batıl bir söz dinlemekle, bazân batıl bir iş yapmakla ve bazân zalimleri alkışlamakla meydana gelir. Tevbe ile kalpte meydana gelen günah lekesi silinmezse, kalp kayması meydana gelir.

Kalp kayması, başlı başına bir hüsrandır. Kalplerini günahlara uğratanlar, hayatlarını hüsrana uğratanlardır. İman ettikleri Kur’ân’a gurbet yaşatanlar, kalbleri kaymış olanlardır. Onlar Kur’ân yerine Kur’ân karşıtı şeylerle kendilerini meşgul ettirenlerdir.

Rasûlüllah (s.a.v.)’ın Buhârî ve Müslim’in Hz. Ömer (r.a.)’den rivâyet etmiş oldukları ve “niyet hadisi” diye meşhur olmuş olan hadis-i şerifte Allah Rasulü şöyle buyurmaktadır:

“Ameller niyetlere göredir. Herkese niyet ettiği şey vardır. Öyleyse kimin hicreti Allah’a ve Rasûlüne ise, onun hicreti Allah ve Rasûlünedir. Kimin hicreti de elde edeceği bir dünyalığa veya nikâhlayacağı bir kadına ise, onun hicreti de o hicret ettiği şeyedir.” (7)

Dikkat edilirse, bu hadis-i şerif; her şeyin kalite standardını bir kalb ameli olan “niyete – maksada – gayeye” bağlamaktadır. Yani o işi neden yaptın? Amacın ne idi?

Niyetin sorgulandığı alan ise çok nettir.

-Allah rızası mı başka bir hesap mı?

Allah rızası dinin özü, öteki hesapların tamamı ise dinin kullanılmasıdır.

Hiç şüphesiz davranışlar hâlinde ortaya koyduğumuz her amelin de bir “kalb karşılığı” vardır.

Mü’min hiçbir amelin “Din istismarı -Dini kendi çıkarı için kullanma” diye nitelenebilecek bir mahiyet kazanmasına imkân vermez. Bile bile “Din istismarı”na yönelen insanın, öncelikle bir “İman testi”nden geçmesi lâzım. Belki o, “Hevasını ilah edinenler” sınıfına dâhildir. İnsanların Allah inancını bile kendi çıkarı için sömüren varlıktır o. Onu ayrı bir kategoride değerlendirmek gerekiyor.

Biz kendimize bakıyoruz. Mü’min iken, âhiret kaygısı taşıyor iken, Rabbimizin huzurunda amellerimizin “Defolu çıkma” riskini çok çok önemsiyor iken, kalbi kaymalarla kaybedenler zümresi içine girmemeyi konuşuyoruz.

Cihadın olmadı, çünkü riya karıştı, ilmin olmadı, infakın olmadı, namazın olmadı, gibi ebedi hayat hükümlerine maruz kalmamayı konuşuyoruz.

Bu ümmetten önceki ümmetler, kendi dinlerinden olmayanlarla cihad ettiler ama kendileri de dinlerini zevklerine uyarlamakta sakınca bulmadılar. Sıkıştıklarını gördüklerinde ellerindeki kitabın âyetlerini ya tevil ettiler ya da silip imha ettiler. Hoşlandıklarını da din önderlerinin ağzından ‘olur’ almış ilkeler hâline getirdiler. Din adamı olarak başlarında bulunanlar onlara çalıştı, onlar da din adamlarına çalıştı. Birbirlerini memnun edip Allah’ın rızasını kazandıklarını hayal ettiler. Birbirlerine verdikleri rüşveti adeta Allah’a verilmiş sadaka gibi tuttular. Bu yaptıkları ile de mutlu oldular, cennet kazandıklarını vehmettiler. Kitleler din adamlarını rab edindi. Din adamları da onlara garantili cennet tapuları dağıttı.

Alanın da verenin de razı olduğu bir pazar oluşturdular. Neticede de din ellerinden gitti, ebedî hüsrana uğradılar.

Bütün bu vahim sonuç, Allah’ın dinine bir tek hükümde bile olsa müdahâle etmekte sakınca görmemekle başladı. Dine teslim olmaları gerekirken dini kendilerine teslim etme cüreti gösterdiler. Yaptılar, yaptıklarını beğendiler. Birbirlerini alkışladılar. Gidişata ayak uydurmayanı da linç ettiler. Bir hüküm, iki hüküm diyerek bireysel de olsa dinden tavizi, tavizin başladığı yerde kalacağını zannederek basit ya da zararı sirâyet etmez zannettiler. Sonuç ise öyle olmadı. Bir hahamın ya da papazın küçük bir tebessümü, din üzerinden kahkahaya dönüştü. Kudüs’teki bir ‘küçük görülmüş bid’at’ İstanbul’da şirke dönüştü. Biz ise bu iki dinin kaldırılış sürecini Kur’ân ve Sünnet’ten öğrenmiş ümmetiz. Allah’ın dinine müdahâlenin, iyi niyetlerle bile olsa akıbetini görmüş bulunuyoruz. Hiç şüphe yok elbette, böyle bir süreç işlese dahi İslâm için, kaldırılıp başka bir din getirilme tehlikesi yoktur. Elhamdülillah, yoktur. İnsanlar müdahâle etti diye din kaldırılıp yenisi getirilmeyecek ama müdahâleciler kaldırılacaktır. Dine şekil vermek isteyenler ancak kendi çevrelerine ve onlara aldananlara etki edebilirler. Din köklerinden zarar görmez. Bu hakikat dinimiz açısından sevindiricidir. Fertler olarak ise bu sürece düşülmesinin bedelini ödemeye mecburuz. Bilmemiz ve kollamamız gereken parolamız şudur: İslâm kendisine Müslüman arıyor. İlm-i sahih ve ameli salih, kalp kaymasına karşı savunma kalkanlarımızdır. İmam-ı Evzâi (rh.a) derdi ki; “Mü’min az konuşur, çok amel işler. Münafık ise çok konuşur az amel işler.”(8) Konuşması çoğalıp amelleri azalanlar, kalp kaymasına uğrayanlardır. Yani kalbleri Hakk’ın ve hakikatin dışındaki şeylerle meşgul olanlardır.

Kalplerimizi, dillerimizi ve ellerimizi kötülüklerle mücâdele eden birer silah hâline getirmemiz, kalp kaymasının önüne geçmemiz anlamına gelir. Çünkü bu durumda mü’min kişi kötülüklere karşı teyakkuz hâlindedir. İmanla uyanmış ve imana uymuş bir kimsenin kötülere ve kötülüklere teslim olması mümkün değildir. Ancak kendileriyle kötülükler, günahlar, haramlar arasına mesafe koyamayanlar, onlara karşı terk-i mücâdele edenler, kalplerini kaybetmiş olanlardır. Huzeyfetü’l Yeman (r.a.)’a yaşayan ölülerden sual edildiğinde cevaben dedi ki: “Yaşayan ölü; eliyle, diliyle ve kalbiyle münkeri/kötülükleri değiştirmeyendir.” (9)

Kötülüklere karşı terk-i mücâdele, kalp kaymasının bir alâmetidir. Kalpleri kötülüklerden taraf olanlardan kötülüklerle mücâdele beklenemez. Kendi kalplerine sahip çıkmayanlar, kime ve neye sahip çıkabilirler?

Kalp kaymasına karşı bizleri uyaran Kur’ân âyetleri, sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı, her zaman tetikte olmayı zorunluluk hâline getiriyorlar. Kalbin heyecanlarına, korkularına ve paniğe kapılmasına karşı uyanık bulunma... Kalbi etkileyen vesveselerden ve parçalanmaya neden olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınmak... Kalbi saptıran, kötülüğü telkin eden, duygu ve vesveselere karşı hazırlıklı olma... Bunun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet veya dehşet anında bu kalbin başka taraflara yönelmemesi için Allah’la sürekli bir ilişki gerekmektedir.

Allah’ın peygamberi, masum olduğu halde sık sık yüce Allah’a şöyle dua ederdi:

“Allah’ım, ey kalpleri yönlendiren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl.” Ya insanlar ne yapmalıdırlar? Üstelik onlar peygamber ve de masum değiller.

Gerçekten bu, kalbi derinden sarsan bir tablodur. Bir süre bu tabloyu seyreden, kendi içinde taşıdığı kalbe bakan, onun karşı konulmaz güce sahip yüce Allah’ın kontrolünde olduğunu, içinde taşıdığı halde bu kalp üzerinde hiçbir etkinliğinin olmadığını gören mü’min, bedeninde derin bir ürperti hissedecektir.(10)

Kalbler için sürur ve lezzet muhabetullah ve marifetullah olmadan tamamlanamaz.

Allah’tan razı olmadan, Allah’ı sevmeden Allah’a takarrüb hasıl olmaz. Allah’ı tanımadan ve Allah’ın dışındaki mahbublardan yüz çevirmeden muhabbet-i kâmile hasıl olmaz.(11)

Kalplerimiz Allah’ın elindedir. Allah “Mukallib”dir. Kalpleri evirip çevirendir. Kalben Allah’ın indirdiklerinden razı olanların Allah’ın indirdiklerini hayata hâkim kılmak için mücâdele etmeleri, bir “Kalb-i Selim” ile Allah’ın huzuruna çıkma derdine düşenlerdir. Allah’a iman ile mutmain olmuş kalplerimizin kaymaması için daima imanımızın atmosferinde kalmalıyız. Çirkin fiillerin ve şüphelerin her tarafı kasıp kavurduğu bir zamanda imanın atmosferinde kalarak salih amel işleyenler, kalplerini kurtaranlardır. Onlar bir “Kalb-i Selim” ile Allah’ın huzuruna çıkmaya çalışanlardır. Hidâyetten sonra kalp kaymasına uğramak, şeytan ve şeytanın zürriyeti tarafından yağmalanmaktır. Hayatlarından şeytana ve şeytanın zürriyetine pay ayıranlar, kalp kaymasına uğrayanlardır. Kısacası kalp kayması, hayatın karanlıkta kalmasıdır.

---------------------------------------------------------------------

(1)   Âl-i İmran Sûresi/8

(2)   Tirmizi, deavât, 89, 124; kader, 7; İbn Mace, mukaddime, 13; Ahmed b. Hanbel, II, 4, 8; III, 112, 257; V, 182, VI, 251, 294, 302, 315; İbn Ebi Şeybe, Musannef, XI, 37

(3)   bk. Sünen-i Tirmizi, deavât: 89

(4)   Âl-i İmran Sûresi/ 7

(5)   Araf Sûresi/179

(6)   Mü ’min Sûresi/14

(7)   Sahih-i Buhârî, Bed’ü’l-Vahy, 1, Eyman, 23; Sahih-i Müslim, İmaret, 155; Ebu Davud, Talak, 11; Sünen-i Tirmizî, Fedailu’l-Cihad, 16

8   Siyeru A’lami’n-Nübela (İmam Zehebi) C:7, Sh: 125, Beyrut/ 1428

(9)   İhyau Ulumi’d Din (İmam-ı Gazali) 2/ 311; A’zaru’l Mütekaisîn (Yahya b. İbrahim Yahya) Sh: 9, Riyad/ 1420

(10)   Fizilâl’il Kur’ân (Seyyid Kutub) C:3, Sh:1495, Beyrut/ 1982

(11)   Fıkhu’l Kulûb (Muhammed b. İbrahim b. Abdullah et-Tevcîrî) Sh:4-5, Ürdün/ 2006

İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.

RADYO  FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir. Üye Ol veya Giriş Yap

 


* BENZER KONULAR

Çoban Deyip Geçmeyelim 2 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 08:04:55 ÖÖ]


Çoban Deyip Geçmeyelim 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:57:14 ÖÖ]


Yabancılaşmadan Değişmek ve Gelişmek Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:44:43 ÖÖ]


Suriye Olaylarının Perde Arkasında Neler Var 8 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:34:29 ÖÖ]


O insanı Yetiştiremezsek 1 Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:25:16 ÖÖ]


Mutluluğun Sırrı Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:12:56 ÖÖ]


Murada Ermek İçin Gönderen: fanidunya NET
[Bugün, 07:07:00 ÖÖ]


Bize Kalana Bakın Siz Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 06:02:09 ÖS]


Âlemler O’na Hayran Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:34:39 ÖS]


Dünya Nedir Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:25:53 ÖS]


Gönül Allah (CC) 'ta Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:22:44 ÖS]


İmani olgunluğun sırrı - Teslimiyet Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:15:04 ÖS]


İnsanın Manevi Yapısı (Ruh, Kalb, Akıl ve Nefs) İle İlgili Meseleler Gönderen: gurbetciyim
[Dün, 05:06:24 ÖS]


Esat Kabaklı - Sürgün - 320 KBPS Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 04:50:26 ÖS]


Ozanlardan Single Eserler - Karma 320 kbps Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:20:38 ÖS]


Esat Kabaklı - Oğul Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 12:07:15 ÖS]


Ehl-i Beyt ve Kerbelâ Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:49:31 ÖÖ]


Filistin’in Tarihçesi Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 10:42:17 ÖÖ]


Cennetlik Kadınlar 3 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:10:52 ÖÖ]


Cennetlik Kadınşar 2 Gönderen: fanidunya NET
[Dün, 09:06:00 ÖÖ]