Bulanık Suda Balık Avlamak
Müslümanın yegâne gayesi Rabbine samimi bir kul olmaktır. Samimi kul olmanın yolu ise, bu kulluğu ilahi ve nebevi kaynaktan arı duru bir şekilde öğrenip uygulamaktır. Rabbe kulluğun önünde epeyce engeller bulunmakla beraber bu yola samimi olarak çıkanlar Rabbimizin yardımı ile menzili maksuduna ulaşırlar. Bu yolun engelleri arasında sayısız düşmanla birlikte dost bilinip düşman çıkanlar da az değildir.
“Allah ve Resulüne karşı sadık ve samimi oldukları takdirde güçsüzlere, hastalara ve harcayacakları bir şey bulamayanlara bir günah yoktur.” (Tevbe, 91) Rabbimiz af ve mağfiretinin bir gereği olarak, kullarına gücünün üzerinde bir yük yüklemediği gibi, yüklediği sorumlulukları da özel durumlarda güç yetiremez hale geldiklerinde onlardan bağışlamış, bundan dolayı kullarına bir günah yazmamıştır.
Tüm peygamberlerin ümmetlerine ulaştırdığı değişmeyen ortak ilahi mesajları: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka hiçbir ilah yoktur.” (Araf, 59) olmuştur.
Kullar arasındaki ezeli ve ebedi mücadelenin temelinde bu ilahi mesaj yatmaktadır. Bir kısmı yaradılış gayesine uygun olarak Rabbine kulluğu tercih ederken, diğer bir kısmı ise kullara kulluğu ve kullar üzerine ilahlık iddiasını tercih etmiştir. Bu iki tercih arasındaki güç mücadelesi hiç bitmemiş, kıyamete kadar da bitmeyecektir. İnançları gereği mü’minlerin savaşta bile uymaları gereken kurallar varken, kâfir ve münafıklar her yolu deneyerek mü’minleri alt etmeye çalışmışlardır. Bu mücadelede taraflar zaman zaman birbirine üstünlük sağlamışlardır. Fakat nihai galibiyet yegâne güç sahibi Allah’ın ve O’nu gönülden dost edinenlerindir.
“Allah ‘Şüphesiz ben ve peygamberlerim galip geleceğiz’ diye yazmıştır. Şüphe yok ki Allah çok kuvvetlidir, mutlak güç sahibidir.” (Mücadele, 21) Rabbimizin yazdığını silecek herhangi bir güç yoktur. Galibiyet Allah dostlarınındır.
“Kim Allah’ı, O’nun peygamberini ve inananları dost edinirse bilsin ki şüphesiz Allah taraftarları galiplerin ta kendileridir.” (Maide, 56) Mü’min asla cirmim ne ki dememeli, çünkü o kendisinden hareketle konuşmaz. Mü’min kullukta ve Allah yolunda mücadelede yalnız mı? Gücü kendinden mi? Mü’min, Rabbinin sürekli kendisiyle beraber ve kendisinin yar ve yardımcısı olduğunu unutmamalı. Kul kendine düşeni yaptıktan sonra Rabbine tevekkül etmelidir.
“Kullarım beni senden sorarlarsa gerçekten ben yakınım.” (Bakara, 186) Rabbinin her an kendisiyle beraber olduğuna gönülden inanan mü’min; zalimlerin, fasıkların ve kâfirlerin gücünden ve tehditlerinden korkmaz. Kulluğunu hakkıyla ifa etmeye çalışır, sabırla Rabbine kulluğa devam eder.
“Allah’ın izniyle büyük topluluklara galip gelen nice küçük topluluklar vardır. Allah sabredenlerle beraberdir.” (Bakara, 249) Mü’min sabır ve metanetle Rabbinden yardım ister, ilahi yardımları celb edecek niyet ve amelleri gerçekleştirebilirse onun Rabbinden başka korkup çekineceği bir şey kalmaz. Rabbi de onlara hiç beklemedikleri bir anda hiç beklemedikleri bir şekilde yardım eder.
“Onlar müstahkem kaleler içinde ve duvarlar arasında olmadan sizinle toplu halde savaşamazlar. Kendi aralarındaki çekişmeleri şiddetlidir. Sen onları toplu sanırsın. Hâlbuki kalpleri darmadağınıktır. Bu, onların akılları ermez bir topluluk olmalarındandır.” (Haşr, 14)
Günümüzde küfrün temsilcilerinin sağa sola sataşmalarının, efelenmelerinin temelinde kendilerini güvende hissetmeleri yatmaktadır. Mü’minlerin iman ve salih amellerle ilahi yardımlara müstahak oldukları dönemde keferelerin kaçacak delik aradıklarına cümle âlem şahittir. Mü’minler Rablerine samimi bir kullukla, gayret ve çaba ile yine Allah’ın mülkünde Allah adına hükmetme gücüne ulaşabilirler. Bu güce güçlü bir imanla ulaşılır. Küffar da dağılıp gider.
“Eğer siz bunların gereğini yapmazsanız, yeryüzünde bir karışıklık ve büyük bir bozulma olur.” (Enfal, 73)
Yeryüzünün karışıp bozulmasından sadece fasıklar, zalimler ve kâfirler sorumlu değiller. Kulluğun gereğini ifa edip çalışmadıkları için mü’minler de sorumludur. Yöneteni ile yönetileni ile tüm mü’minler sorumludur. Ümmeti Muhammed sorumludur. Güçlerini birleştirmeyen ümmet sorumludur. Hala birbirinin bacağına sarılan ümmet sorumludur. Küffara ciddi bir duruş gösteremeyen ümmet sorumludur. Bir binanın tuğlaları, bir bedenin azaları gibi kenetlenmeyen ümmet sorumludur. Ümmete yön ve istikamet verenler sorumludur.
“Onlar öyle kimselerdir ki şayet kendilerine imkân ve iktidar versek namazı dosdoğru kılar, zekâtı verir, iyiliği emreder ve kötülüğü yasaklarlar. Bütün işlerin akıbeti Allah’a aittir.” (Hac, 41)
İktidar sahiplerinin ilahi mahkemede kurtuluşu da ancak bu ilahi ölçüye riayetle mümkündür. Müslüman iktidar sahipleri ve Müslümanların, fitnecilerin Allah’ın mülkünde fitne çıkararak, karışıklık meydana getirip ortalığı bulandırmalarına fırsat vermemeleri gerekir. Müslümanlar Allah’ın mülkünün yılmaz bekçileri olmadıkları sürece, bulanık suda balık avlamak isteyenler faaliyetlerine hiç ara vermeden devam edeceklerdir. Mü’minler hem kendilerinin hem de insanların balık gibi avlanmalarını engellemek zorundadırlar.
“Kötü haberler yayıp ortalığı karıştıranlar vazgeçmezlerse, elbette seni onların üzerine gitmeye teşvik edeceğiz. Onlar da orada lanete uğramış kimseler olarak seninle pek az süre komşu kalacaklardır.” (Ahzab, 60-61)
Mü’minler her yerde karışıklık çıkarmak isteyenlere engel olmaya çalışmalı, isterse bunlar en yakınları olsun, onların yalan ve iftiralarını boşa çıkarmak için gayret etmelidir. Düne kadar laiklik yaftası ile bu ülkede darbe yapıp, milleti dininden, imanından etmeye çalışan batılın taşeronları, bugün Müslüman kılıklı hainleri bahane ederek tekrar topyekûn Müslüman düşmanlığına başladılar. Bre hainler; sizinle onlar arasında ne fark var ki düne kadar siz Batı’nın taşeronu idiniz, bugün de onlar taşeronluk yaptı. Mü’minlere saldırılarınız tekrar taşeron olma gayreti mi? Ama bilin ki batılın taşeronluğundan bir şey kazanamayacaksınız, onlar kullanıp kullanıp atarlar. Adam olun, vatanınıza milletinize hizmet edin de Allah ve kulları yanında değeriniz olsun. Yoksa beş para etmezsiniz.
“Kendilerine uyulanlar o gün azabı görünce, kendilerine uyanlardan uzaklaşacaklar, aralarındaki bütün bağ kopacaktır.” (Bakara, 166) Azap gelmeden uşaklığını yaptıklarınızdan kendi rızanızla ayrılın da kurtulun.
“İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah’ın rızasını kazanmak için kendisini feda eder.” (Bakara, 207) İnsanın her şeyini feda edeceği yegâne dava Allah davasıdır. İnsana yakışan da budur.