DÜNYA TİCARETİNİ AHİRET MÜKÂFÂTINA DÖNÜŞTÜREBİLDİK Mİ?
Allah Zülcelal’e zat-ı ihdiyetine, ferdâniyetine, semâdâniyetine layık olarak hamd edemeyeceğimizi itiraf ederek sözlerimize başlayalım. Rabbim fazlı ve lütfuyla bizleri O’na hakkıyla hamd edenler zümresine dâhil eylesin.
Allah Teâlâ Hazretleri salat ve selamımızı rahmete’l-lilâlemin olarak gönderdiği Habibine (s.a.v), aline, ashabına, tabiin ve tebe-i tabiine, bilcümle enbiya-i mürselîne ve onların âl ve ashabı üzerine mine’l ezel ile’l ebed dâim kılsın.
Allah Teâlâ Hazretleri dareynde Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimizin sünnet-i seniyyesine tâbi olup ebediyette de O’nun komşuluğunda bir araya gelmeyi cümlemize nasip buyursun.
Allah’ın rahmet ve bereketi, kelamını hakkıyla okuyup hakkıyla dinleyerek dinlediklerini de yaşamak gayretinde olan kardeşlerimizin üzerine olsun.
Dergimizin bu sayısında “Ticaret” konusu ele alınmaya niyet edilmiş.
Allah Teâlâ Hazretleri bizleri ve okuyucularımızı hidayet-i rabbaniyesine kavuşturup, bir Müslüman olarak İslam’ın emrettiği ticarete uygun bir şekilde yaşama cesaretine neden sahip olamadığımız düşüncesi ile dertlenmeyi her birimize nasip buyursun.
Evvela; ticaretin sadece yaşadığımız dünyaya ait bir mesele olmadığına bir Müslüman olarak inanmalıyız. Ardından “Ya Rab! Bize dünyanın da âhiretin de iyiliklerini ver.” duasını hayatımızın her safhasında yapmalıyız. Ve bütün işlerimize bu niyetle başlamalı ve bu niyet üzerine yaşamaya gayret etmeliyiz.
Kâbe-i Muazzamayı tavaf ederken, Rükn-i Yemâme’nin önünden geçerken, duanın en makbul olduğu bu yerde bu duayı yaptığımızı ve Allah Teâlâ’ya “Ya Rab! Bize dünyanın da âhiretin de iyiliklerini ver.” diyerek niyazda bulunduğumuzu hatırlamalı ve bir an olsun unutmamalıyız.
Bilhassa ticaretle meşgul olan kardeşlerimiz, tavaf esnasında bu duayı yaparak vazifelerini yerine getirmelerine rağmen memleketlerinde yalnızca dünya malını bir araya toplamak için ticaret peşine koşuyorlarsa çok ciddi bir şekilde oturup vahlanmalı ve neden bu halde olduklarını düşünmelidirler.
Kâbe’de Allah’ın istediği gibi vazifelerini yapmaya gayret edenlerin, memleketine dönünce kendilerini Allah’a muhtaç hissetmeyen, ahiretin ticaretine ihtiyacı olmadığını zannedenlerin âkıbetlerinin ne olacağını hemen hemen her Müslüman takdir edebilir.
Rasûl-i Ekrem (s.a.v) Efendimiz İslam’ın programını açıklarken sahabe-i kirama:
“Bundan sonra hiçbiriniz Yahudi pazarına alışveriş yapmak için gitmeyeceksiniz. Öyleyse bir an önce kendi pazarlarınızı kurmalısınız.” buyurur. Sahip olduklarının çoğunu muhacirlerle paylaşmaları sebebiyle ne yapacaklarını şaşıran sahabî efendilerimize Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Her kim mallarını bizim pazarımızda sermayesini muhafaza edecek şekilde düşük kârla satar ve böylece insanlara yardımcı olursa; onlar cephelerde düşmanla göğüs göğüse savaşıp şehid olanlar mertebesindedir.” buyurur.
Bunu duyan sahabe-i kiram emredildikleri üzere sefere çıkarak imkânları dâhilinde aldıkları malları Medine-i Münevvere’de oluşturulan İslam Pazarında satmaya başlar. Bu gayretin neticesinde Medine’deki Yahudi pazarı kısa bir müddet içerisinde dağılıp gider ve Yahudi topluluğu da ihtiyaçlarını daha uygun şartlarla temin etmek için İslam Pazarına akın eder.
Rasûl-i Ekrem Efendimiz, bir sahabî de Fars damgalı bir kılıç görünce onu alır ve: “Düşmanın silahı ile düşmana karşı savaşarak başarıya ulaşmak mümkün olmaz. Gidin, kendi kılıcınızı ve silahlarınızı yapmayı öğrenin.” buyurur. Bu naklettiğimiz haberler ticari hayatın temel esasları olarak anlaşılmalıdır.
Hayatımız, Kur’an ve sünnete uygun olarak devam ederse Rabbimizin nusreti bizimle olur. Çünkü böyle bir hayatta daima Allah ve Rasûlü’nün beraberliğini hissederiz. Kur’an ve sünnetin emrettiği gibi değil de bâtıl dünyanın yaşadığı gibi yolumuza devam edersek Allah ile değil bâtılla birlikte olup bâtıl gibi yaşıyoruz demektir. Bâtıl dünyanın ticareti ise daima insanları sömürme üzerine bina edilmiştir.
Bâtılla yaşamaya devam ettiğimiz müddetçe Allah Teâlâ Hazretlerinin de Rasûl-i Ekrem Efendimizin de bizimle birlikte olmayacağını idrak edecek kadar bir akıl ve şuura sahip değilsek; insaf edip evvela kendimize dönmeli ve Rasûlullah’ın “Siz Allah ile olursanız Allah Teâlâ da sizinle olur.“ hadis-i şerifinin manasını tefekkür etmeliyiz.
Kuru bir iddia olarak “Allah bizimledir.” sözünün hiç bir mânâsı olmadığı gibi bu durumda iken Allah’ın nusretinin bizimle olduğunu düşünmenin de bir mânâsı yoktur. Bu hükmün insan hayatının ticarî, siyasî ve ictimâî her sahasında ve safhasında değişmez bir kaide olduğunu bilmeliyiz. Bunun için de bizlerin evvela lisânen alışkanlık kazandığımız “Allah bizimledir.” sözünün mânâ ve mahiyetini öğrenmemiz gerekir. Eğer sen Allah’ın istediği gibi yaşarsan Allah’la beraber olursun Allah Teâlâ Hazretleri de seninle beraber olur. Ama Allah’ın istediği gibi yaşamazsan sen Allah Teâlâ ile olamayacağın için ”Allah bizimledir.” iddiası boş bir sözden başka bir şey ifade etmeyecektir.
Allah’ın, birlikte olmadığı bir eşya veya varlık düşünebilir miyiz? Bütün varlıklara varlığını ihsan buyuran “el-Kayyum” sıfatıyla tecellî edip onların varlığını devam ettiren Allah Teâlâ Hazretleri değil midir?
İnsanın yaratılmış olan diğer varlıklardan üstün oluşunun sebebi insanın Allah ile olabilmesindedir. Öyleyse hayatımızın büyük bir kısmını meşgul eden ticaretimizde de “Allah bizimle ama biz Allah beraber miyiz?” sorusunu tefekkür etmeliyiz.
Allah’ın istediği gibi bir ticaretle meşgul müyüz?
Hevâ ve hevesimizin esareti altında büyük bir hırs ve aşırı bir tamahla dünyayı bir araya toplamayı ve her şeye hükmetmeyi düşünürken ve bunun için neredeyse bütün hassasiyetlerimizi bir tarafa terk ederken “Allah bizimledir.” dememiz Allah’a iftiradan başka bir şey değildir.
Ticari hayat denilince sadece malî ticareti düşünmeyelim. Makam ve mevkiler de günümüzde ticaretin içinde yer almaya başlamıştır. Bu sebeple sahip olduğumuz makam ve mevkilerdeki vazifelerimizi yerine getirirken de ilâhî ölçüye ne denli riâyet ettiğimizi sürekli gözden geçirmeliyiz.
Mevlâ-yı Müteâl Hazretlerinin huzurunda yaptığımız her iş için hesaba çekileceğimizi unutarak helal haram oluşuna dikkat etmeden her türlü kazanç elde etmeyi bir marifet sayıp diğer taraftan da “Allah bizimledir.” sözüyle insanları aldatanlar Allah Teâlâ Hazretlerine iftira ettiklerini unutmasınlar.
Dualarımızda “Ya Rab! Bize dünya ticaretlerinin hayırlısını nasib et.” diyorsak dünya hayatındaki bu ticaretin âhiret günü amel defterimizde mükâfat olarak kaydedilmesi gerekirdi. Ama niyet eksikliği ve gayretten uzak kalışımız bu gayretlerimizi amel defterlerimize hayır olarak yazdırmıyor.
Dünya hayatında çalışarak dünyevî imkânlara sahip olma hususunda ne kadar başarılı olursak olalım Karun’u aşamayız. Allah Zülcelâl Hazretleri dünya hayatında istediği her şeyi ona ihsan buyurmuş ama o bütün bunlara kendi gayretinin neticesinde sahip olduğunu düşünerek; Allah’ın istediği gibi kazanmadığı için Allah’ın emrettiği gibi de sarf etmekten kaçınmıştır. Bunun neticesinde Rabbimiz, sahip olduğu bütün malı ve mülküyle birlikte Karun’u yere batırdığını kitab-ı ilahisinde bizlere bildirmektedir:
“Nihâyet, Karun’u da sarayını da yere geçiriverdik; artık Allah’a karşı ona yardım edecek bir topluluk da olmadı. Kendi kendini kurtarabilecek kimselerden de değildi.”[1]
Rabbimizin bizlere bildirdiği bu haber karşısında düşünmemiz gerekir. Zira günümüz dünyasında da buna benzer hadiselere şahit olmaktayız. Zelzele ve benzeri afetler ve savaş sebebi ile malıyla mülküyle övünenlerin bir anda nasıl yok olup gittiklerine ya da her şeylerini nasıl kaybettiklerine şahit olmaktayız. Bu gibi hadiselerle Rabbimiz, gaflete dalmış kullarını uyarmaya devam ediyor ama ibret alıp uyananlar maalesef yok denecek kadar azdır.
Müslümanlar dünyadaki ticaretin iyiliğine talipseler sermayelerini koruyarak, zarar etmeden ama çok fazla kâr elde edeceğim düşüncesine de dalmadan ticaret yapmalılar.
Alıcı olan insanlarımız da İslam’a uygun davranmalıdırlar. Çok aşırı bir şekilde pazarlık ederek satıcıyı, alacağı eşyayı piyasanın altındaki bir değerden satmaya mecbur bırakarak yalana teşvik etmemek gerekir. Bu hususta Rasûlullah (s.a.v) Efendimiz:
“Ticaret erbabı, fâsıkların ta kendileridir.” buyurunca sahabîler:
“Ya Rasûlullah bizlere ticareti şehadet yolu olarak tanıttınız. Şimdi ise tâcirler fâsıkların ta kendisidir, buyuruyorsunuz, bu nasıl olur?” derler. Rasûl-i Ekrem Efendimiz:
“Mallarını satmak için yalan konuşup maliyetlerini yüksek göstermek için de yalan yere yemin ederek müşterilerini aldatan tâcirler fâsıkların ta kendileridir.” buyurur.
Böyle bir tehdidin muhatabı olmamak için tâcirlerimizin, müşterilerine karşı İslam’ın emrettiği şekilde davranmaları müşterilerin de tâcirleri bu şekil davranışlara sürüklememek için alırken aşırı pazarlıktan kaçınmaları ve sözlerine sâdık kalmaları gerekir.
Bilmelisiniz ki İslam toplumunda müesseselerin yaşaması İslam’ın varlığını devam ettirmesi için gerekli olduğu gibi tâcirlerin varlıklarını devam ettirmesi de İslam toplumunun varlığını devam ettirme sebeplerindendir.
Müslümanlar alışverişlerini günün imkânlarıyla en güzel şekilde yapmanın gayretinde olmalı ve mü’min kardeşleriyle alışveriş yapmayı tercih etmelilerdir.
Ticaret erbabı da Müslüman kardeşlerinin özellikle kendisini tercih etmesi sebebiyle işlerini en güzel şekilde yapmalı ve mallarını en güzel şekilde hazırlayıp insanların içinde şüpheye yer vermemelidir. Bunun için de ticaret erbabı İslam’ın ticaretle ilgili hükümlerini en güzel şekilde öğrenip yerine getirmelidir. Malın en kalitelisini en uygun bir bedelle satışa arz ederek çevrelerindeki insanlara örnek olmalıdırlar.
Müslüman kardeşlerinin kendilerini tercih ettiğini gören ticaret erbabının onların sırtından daha çok servet sahibi olmak için ürün kalitesini düşürmesi veya ürünlerini yüksek kârlarla satışa sunmaları onları bâtıl düşünce sahipleriyle aynı kefeye koyar. Çükü bu davranış Müslümana yakışır bir davranış değildir.
Bu hususta Rasûl-i Ekrem Efendimiz şöyle buyurmaktadır:
“Arş-ı a’lânın gölgesi altında yerini ilk alacak olanları size haber vereyim mi? Onlar kendilerine hak ettikleri verildiğinde bunu kabul eden ve onlardan istenildiği vakitte bolca veren kimselerdir. O kimseler biri hakkında hüküm verecekleri zaman kendileri için nasıl hüküm vereceklerse o şekilde hüküm verirler.”
Yani satıcı bir malı satacağı zaman nasıl yapsam da onu zor durumda bırakmasam diye düşünürken alıcı da onu zor durumda bırakmasam ya da zararına sebep olmasam diye düşünmelidir. İşte bu düşünceye sahip muttaki Müslümanlar arş-ı a’lânın gölgesi altında öncelikle yerini alacak olanlardır.
Rasûlullah’ın hadis-i şerifindeki ifadelere dikkat edelim. Peygamber Efendimiz;
Çok namaz kılanlar,
Çok oruç tutanlar,
Çok ibadet edenler,
Sufî görünüp İslam’a uygun kılık kıyafete bürünenler,
Tarikat ehli olduğunu iddia edip kendilerine özel imtiyazlar tanıyanlar arş-ı a’lânın gölgesi altında öncelikle yerini alacaktır, buyurmadı.
Unutmayalım ki insanları aldatmak için manevî değerleri istismar edenler, şahsiyet-i İslamiyeyi maddî hayatının, ticaretin, mesleğinin gelişmesine alet edenler ise arş-ı a’lânın gölgesi altına hiç yaklaşamayacaklardır.
Allah’ın rızasını kazanmak için, Rasûlullah’ın şefaatine nâil olmak için, ümmet-i Muhammedin sıhhat ve selameti için, sizlerin de bu hususları tefekkür etmenize ve kendinize acıyarak içinde bulunduğunuz hatalardan dönmenize vesile olması için bu satırları yazıyoruz.
Bilmelisiniz ki insanları maddî hayatın ticaretine alet edip istismar ederek sömürmek âhiret âleminde kazanç yerine felakete sürüklenmenize sebep olacaktır.
Ey insanlar! Lütfen Allah’ın ölçülerini terk etmekten vazgeçin. Alırken ölçü ve tartıya dikkat ettiğiniz gibi satarken de ölçülere dikkat ederek hakları koruma vazifenize riayet ediniz.
Yaptığınız işler “Ya Rab! Bize dünyanın ve âhiretin iyiliklerini ver.” duasına muvafık olsun ki “Allah bizimledir.” sözünüze sâdık olduğunuzu ispat edebilesiniz.
Şimdi yaşadığımız hayatı çok dikkatli bir şekilde gözden geçirip tefekkür edelim. Acaba “Ticari hayatımızda Allah ile beraberim.” diyebilecek miyiz?
Evet, öncelikle ticari hayatımızda Allah ile beraber olup olmadığımızı iyi düşünelim.
Dergiyi hazırlayan kardeşlerimiz bizleri; Huzur-i Rabbi’l-İzzette hesaba çekilince “Ey kulum! Allah benimle diye konuşup durdun. Sen benimle iken Ben niçin seninle değildim. Benim ismimi istismar ederek niçin insanları aldattın?” sorusunun cevabına hazırlığa davet ve o günün hesabını bizlere hatırlatmak için bu konuyu seçmişler.
Allah’ın selamı, rahmeti ve bereketi “Allah bizimledir.” diyerek ticaretinde hak ve hukûka riâyet edip takva üzere yaşayarak Allah ile olmayı düşünenler üzerine olsun.
--------------------------------------------
[1] Kasas, 28/81