* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Lafız ve Mana Yönünden Kur’an’ın İlâhîliği  (Okunma sayısı 133 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Lafız ve Mana Yönünden Kur’an’ın İlâhîliği
« : Aralık 04, 2020, 07:54:17 ÖÖ »
Lafız ve Mana Yönünden Kur’an’ın İlâhîliği

Kur’an-ı Kerim’in nüzulü bağlamındaki tartışmalar, Bâtiniyye’nin farklı görüş serdetmesine rağmen ittifakla hem lafız hem de mana yönünden İlâhî olduğu yönündedir. Kur’an’ın mana ve muhteva olarak mı yoksa hem lafız hem mana ile mi Peygamber Efendimize (s.a.v.) inzal edildiği konusundaki tartışmalar, tarihin bir uğrağında tartışılmış ve kapanmıştır.

Kur’an-ı Kerim’in hem lafız hem mana olarak yaratıldığı ve indirildiğinde İslâm âlimlerinin ittifakı vardır. Sadece Ehl-i Sünnet âlimleri değil, birçok yönüyle Ehl-i Sünnet’ten ayrılan Mu’tezile fırkası dahi Kur’an’ın lafız ve mana yönüyle ilahiliği konusunda sapkın bir görüş serdetmemiştir. Bu konuda aykırı ve sapkın görüş sahibi olan fırka Karmatî ve İsmailî adıyla bilinen Batınîlerdir. Son yıllarda oryantalistlerden etkilenen bazı ilahiyatçıların da benzer görüşler serdetmesi, tarihin bir uğrağında küçücük bir azınlığın sözlerini tekrar değil, olsa olsa oryantalistlere öykünmek veya onlarla dini reform konusundaki paydaşlık ve proje ortaklığıyla izah edilebilir. Zira tarihin bir uğrağında kalmış, ümmetin çoğunluğunun görüşüyle bağdaşmayan, şaz ve azınlık kalmış bir meselenin yüzyıllar sonra dillendirilmesi asla iyi niyetli bir yaklaşım değildir.

Bu tartışmayla varılmak istenen hedef, Kur’an-ı Kerim’in Allah (c.c.) kelâmı olmadığı, Peygamberin diliyle şekillenerek indirildiği ve bu yönüyle de kutsiyeti ve hükümlerinin tartışılabilir hale getirmektir. Hem lafız hem mana olarak Allah’a ait bir kitabın kutsiyetiyle, mana olarak Allah’a ait ama lafız olarak Peygamber tarafından formüle edilmiş, günün şartlarına göre, olaylara göre yumuşak ya da sert ifadelerle indirilmiş bir Kur’an’ın aynı kutsiyete sahip olmayacağı ve bu yönüyle de tartışmaya daha müsait olacağı hesap edilmiş olacak ki oryantalistler bu konuda hayli iştahlıdır.

Türkiye’de yıllardır mezhepler üzerinden başlatılan algı operasyonu, hadislerin güvenilirliğini sorgulama, hadis inkârcılığı ve Peygamberimizin Kur’an’ı açıklama yetkisini bertaraf için “Kur’an’ın apaçık olduğu ve herkes tarafından anlaşılabileceği” iddiasıyla Peygamberi devreden çıkartan “Peygambersiz İslâm” projesiyle belli bir noktaya gelinmişti. Belli ki Peygambersiz İslâm projesinden sonra gelinen son nokta Kur’an-ı Kerim’in tahrifidir ve bu çok sinsice ve profesyonel yöntemlerle icra edilmektedir. Hıristiyanlıkta Aydınlanma Hareketleri’yle ortaya çıkan, Hery More, E. Bayer ve Hegel’in katkılarıyla iyice belirginleşen Tarihselcilik anlayışı, oryantalist Montgomery Watt’ın Hz. Muhammed’in Mekke’si ve Rudi Paret’in Kur’an Üzerine Makaleler eserleriyle Hıristiyanlıkta kullanılan Tarihselciliği İslam’a uydurulmaya çalışılmıştır. Oryantalistlerin bu çabalarının İslâm dünyasındaki taşeronu Fazlurrahman’dır ve İslâm ve Çağdaşlık eserinde Kur’an’ı Tarihselci bir yaklaşımla yorumlamıştır.

Tarihselcilik marifetiyle yapılmak istenen Kur’an’ın tarihsel olduğu, Kur’an’daki bir takım hükümlerin inzal olduğu dönemle kaim olduğu, zamanın ve şartların değişmesiyle bu hükümlerin de değiştiğini iddiadır ve bu yönüyle Kur’an’ı tahriftir.

Kur’an-ı Kerim’in hem lafız hem mana olarak yaratılıp inzal edilmediğini iddia da Kur’an-ı Kerim’i tahrif hareketinin başka bir yönüdür. Bu yolla Batinîler, lafızdan kopardıkları manayı istedikleri gibi yorumlamışlar ve Kur’an’daki kelimelere farklı anlamlar yükleyerek saptırmışlardır.

Kur’an’ın lafız ve mana olarak İlâhî olmadığını, Peygamber tarafından olaylara ve şartlara göre yumuşak ve sert ifadelerle aktarıldığını iddia sadece Peygambere iftira değil, Allah’ı da vahyi kontrolde acziyetli göstermektir. Oysa Kur’an-ı Kerim’de Hz. Peygamber aleyhisselamın Allah’tan aldığı vahye sadık kaldığı şöyle anlatılmaktadır: “Eğer (Peygamber) bize isnat ederek bazı sözler uydurmuş olsaydı, mutlaka onu kudretimizle yakardık. Sonra da O’nun şah damarını mutlaka keserdik” (Hakka, 44-46).

Siyami Akyel.