Modernizm'in İslâm Dünyasına Girişi
Sömürgecilik marifetiyle İslâm coğrafyasındaki yeraltı ve yerüstü kaynaklarını elde eden Batı’nın, sanayileşmeyle birlikte bunu işlemesi ve bağlantılı olarak teknolojik üstünlük elde etmesi, buna mukabil İslâm’da “sömürgeciliğin men edilmesi”nden dolayı fethettiği yerlere adalet ve hizmet götürmekle hayatiyetini devam ettiren Osmanlı Devleti’nin yeni kaynaklar bulamaması ve Batı karşısında ekonomik olarak zayıflaması süreci Batı karşısında geri kalmasına yol açmıştır. Bu durumu Prof. Dr. M. Muhammed el-Hüseyin, el-İslâm vel-Hadarat’ül-Garbiyye (Modernizmin İslâm Dünyasına Girişi) (Terc. Sezai Özel) adlı kitabında şöyle anlatmaktadır:
“18. yüzyılın sonlarıyla 19. yüzyılın başlarında Avrupa, bilim, teknik, ekonomi, kısaca hayatın her alanında meyvesini veren bir kalkınma çağı yaşadı. Bu kalkınma olgusu, Batılı devletlere nüfuzlarını arttırma, savaş ve sömürgecilik gibi gayr-i insanî yollarla güçlerini geniş boyutlara taşıma imkânı sağladı. Bu çağda, Batılı devletler sözünü ettiğimiz kalkınma ve yükselme yolunda ilerlerken, Osmanlı Devleti başta olmak üzere diğer İslâm ülkeleri gerileme içindeydi” (Hüseyin, 2004, s.14).
19’uncu yüzyılın başlarında Avrupa’nın sanayileşmeyle bağlantılı olarak bilim ve teknikte ilerlemesi, İslâm dünyasına karşı etki alanının genişlemesi anlamına gelmekteydi. Bu konuda M. Hüseyin, Batı’daki kalkınma olgusunu, Batılı devletlere nüfuzlarını arttırma, savaş ve sömürgecilik gibi gayr-i insanî yollarla güçlerini geniş boyutlara taşıma imkânı sağladığı görüşünü ileri sürmekte ve “Bu çağda, Batılı devletler sözünü ettiğimiz kalkınma ve yükselme yolunda ilerlerken, Osmanlı Devleti başta olmak üzere diğer İslâm ülkeleri gerileme içindeydi” (Hüseyin, 2004, s.14) değerlendirmesini yapmaktadır.
Büyük Osmanlı Devleti’ndeki modernleşme çabaları önceleri ordunun tahkim edilmesi şeklinde temayüz etmiş, ordunun Batılı tarzda yeniden dizaynı ve silahlandırılması için çaba gösterilmiştir. Tanzimat ve Islahat Fermanı’na kadar da dini alanda modernleşme çabasına rastlanmamıştır. Aslında Tanzimat ve Islahat Fermanı’nın da Batıcılığı benimsemek için değil, Batı karşısındaki yenilgilerin ve Batılı devletlerin baskısı sonucu ortaya çıktığı görülmektedir.
Bu dönemde, dini ve örfi hukukla yönetilen Osmanlı Devleti’nin yüzyıllarca süregelen İslâm devlet modeli geleneği, Osmanlı Devleti’nin Batı karşısındaki mağlubiyetinin sonucunda yara almıştır. Bu durum, Batı’ya karşı alternatif sistemin yeniden inşası için çabaların yoğunlaşma sürecini hızlandırmıştır.
Reformist İslâmcılığın doğduğu dönem, İslâm dünyasının Batı karşısında güç kaybettiği ve Batı’nın ilerlediği döneme rastlamaktadır. Bu bakımdan, bu dönem İslâm âleminin çöküşünün sorgulandığı, eski güçlü günlere dönülmesi için neler yapılması gerektiğinin planlandığı bir aralığı kapsamaktadır. Bu dönemde, Batıcı, ilerlemeci, seküler arayış Müslüman entelektüeller arasında kökleşti. Bu dönemde Batı’da Protestanlıkta yapılan reform ve ıslahatın İslâm dininde de yapılmasını öngören görüş ve tezler yaygınlık kazandı.
Reformist İslâmcılık, İslâm’ın iktidar sorunundan, ekonomik yöndeki geri kalmışlığına hatta dinde reforma kadar birçok yönden yeniden yapılandırılması fikriyle ortaya çıkmış; Cemaleddin Afganî, Muhammed Abduh ve Reşit Rıza ile vücut bulmuştur. Reformist İslâmcıların Batı karşısında alternatif bir sistem için yola çıkarken İslâm dininde reformla neticelenen serüvenleri ve bunların ardında yatan sebeplerin yine Batılı devletlerle işbirliği hatta masonlukla ilişkilerle devam ettiğini görmek gerekir.
Muhammed Hüseyin de tam olarak bunu yapmakta ve bu üçlünün dine reformist bakışlarını, masonlarla ilişkilerini göz önüne sermekte ve Cromer’in tespitini aktarmaktadır: “Ben dostum Muhammed Abduh’un her ne kadar böyle bir tanımlamadan hoşlanmayacağını bilsem de O’nun La-edriyye-agnostic, yani bilinemezcilik felsefi ekolüne mensup olabileceğinden kuşkuluyum… Dostları kendisini takdir ettikleri için O’na filozof gözüyle bakarlar” demektedir.
M. Abduh’un sadık talebesi Reşit Rıza’nın açıklaması da ilişkiler ağını anlatmaktadır. Reşit Rıza kendisine sorulan “Cemaleddin Afganî ve Muhammed Abduh masonluğa girdi mi?” sorusuna, “Evet, onlar masonluğa girdiler, ama ben girmedim” cevabını vermesi önemlidir.
İslâm dünyasının son üç yüz yıldır Batı karşısında geri kalması, Batı’nın sömürü, kan ve gözyaşı üzerine kurduğu sahte medeniyetle İslâm dünyası başta olmak üzere tüm dünya üzerinde tahakküm kurması günümüzde de devam etmektedir.
Siyami Akyel.