Vesvese Nedir?
Öyle anlar olur ki, insanın içinden, imanı sarsmaya, kutsal değerleri gözden düşürmeye çalışan rahatsız edici düşünceler geçer. Bazen de yapılan bir ibadetin, hayırlı bir işin gereğince yapılmadığına, kabul görmeyeceğine dair kuruntular oluşur. Şeytan tarafından kalbe atılan bütün bu şüphe ve kuruntulara vesvese denir. Hiçbir değeri olmayan, üzerinde durulması gereksiz, boş ve geçici düşüncelerdir bunlar.
Vesvese vermekten başka bir gücü olmayan şeytan, daima müminlerle uğraşır. Eğer inanmayanlar ve münafıklar, ‘bizde vesvese yoktur’ diyorlarsa, bu doğru. Çünkü onlarda ahiret, tevbe, zikir, salih amel endişesi yok ki, şeytan onları kendi tarafına çekmek için bir çaba harcasın.
Şeytanın her türlü düşmanlığına rağmen, mümin, kalbine gelen vesveseden korkmaz, önemsemez ve Allah’a yönelip sığınırsa, vesvesenin ona hiçbir zararı olmaz. Hatta vesveseye uymadığı, Allah’a yöneldiği için sevap bile kazanır.
Rasulullah (A.S.) Efendimiz, nefis ve şeytandan kaynaklanan kötü düşüncelerin, konuşulmadığı ve onlarla amel edilmediği müddetçe insana bir zarar vermediğini ve affedildiğini müjdeliyor. (Buharî, Müslim)
Ashaptan bazıları Allah Rasulüne (A.S.) gelerek:
“Yâ Rasulallah! (Allah, ahiret, iman ve İslâm’a dair) kalbimize öyle düşünceler geliyor ki, gökten düşüp parçalanmak onları söylemekten daha iyidir. Bunun sebebi nedir?” diye sordular. Efendimiz (A.S.):
“Bu sırf imandır; sizde bulunan imanın alâmetidir.” buyurdu. (Müslim, Nesai, ) Yani, “siz Allah’a ve ahirete yöneldiğiniz için, şeytan vesvese ile kalbinizi karıştırmaya, içindeki iman cevherini çalmaya çalışıyor. Endişe etmeyin, bu sizin mümin olduğunuzun alametidir.” buyurdular.
Vesvese bazen ölüm ve ahiret halleri hakkında gelir. Bazen peygamberler, bazen melekler, bazen de manevi haller hakkında gelir. Bazen geçim ve rızık konusunda kalbe türlü korku ve endişeler atılır. Şeytan, bununla mü’minlerin Allahu Teala’ya itimadını sarsmak ister. Bazen şeytan günahları güzel gösterir, ibadetleri ihmal ettirir, Allah’ın rahmetine güvendirir, tevbeyi geciktirir. Bütün bunlar birer vesvesedir ve hiç birisine kıymet vermemelidir.
Vesveseden Nasıl Korunmalıyız?
Mümin her duyduğuna inanmaz; her sese yönelmez. Hele duyduklarını değerlendirmeden katiyyen harekete geçmez. Kalbe gelen düşünceler de dinin helâl ve haramını bildiren hükümlerle ölçülür; onlar helâl ve hayır ise alınır, haram ve kötü ise bırakılır.
Şeytanın vesvese vermek için birçok yolu ve şekli var. Kendisi müminin kalbini çelemezse, insanların içinden seçtiği yardımcıları ile bunu başarmak ister. O, bunun için yemin etmiştir. İnsan ve cin şeytanlarından gelen bütün fısıltı, fikir ve davetleri tanımak için her mü’minin dinin esaslarını bilmesi gerekir. Cahil insan şeytanın maskarası olur, helâli haramı birbirine karıştırır; hurafeye din diye sarılır. Şeytan da onu istediği gibi kullanır.
Vesvese anında Allahu Teala’yı zikretmek, şeytana karşı en büyük siperdir. Çünkü Allahu Tealâ: “Şüphesiz, muttaki olanlara şeytandan bir vesvese geldiğinde, (Allah’ı hatırlayıp, geleni) iyice düşünürler ve onun (rahmanî mi, şeytanî mi olduğunu) hemen anlayıverirler.” (A’raf/201) buyuruyor.
Rasulullah (A.S.) Efendimiz:
“Şeytan sizden birisine gelir ve: ‘Yeri kim yarattı, göğü kim yarattı, şunu kim yarattı, bunu kim yarattı?’ diye sorar. Kul da hepsine: ‘Allah yarattı’ diye cevap verir. Sonunda: ‘Peki, Allah’ı kim yarattı?’ diye kalbe bir soru atar. İçinde böyle bir soru bulan kimse, onun şeytandan olduğunu bilsin, hemen soruya son versin, Euzu besmele çekip Allah’a sığınsın ve: ‘Ben Allah’a ve O’nun peygamberlerine iman ettim’ desin.” buyuruyor (Buhari, Müslim)
Eğer benzeri soruları insanlar sorarsa yine aynı şekilde davranmalı ve onlara karşı: “Allah birdir. O hiç kimseye muhtaç değildir. Doğurmamış, doğurulmamıştır. Hiçbir şey Ona denk değildir.” manasındaki İhlas Suresi’ni okumalıdır.
Şeytan bütün yardımcılarıyla birlikte bize saldırdıkça, biz de Yüce Rabbimiz’e kaçmalı, zikredip O’na yalvarmalıyız. Felâk ve Nas Sureleri bize bunu öğretiyor. Allahu Tealâ, Nâs Suresi’nde şeytanı “hannas” olarak tanıtıyor. Hannas, kalbi boş bulunca ona saldıran, kalb zikre geçince de hemen sinip kaçan demektir.
Rasulullah (A.S.) Efendimiz: “Sizden her birinizin bir şeytanı vardır.” diye buyurunca Ashab-ı Kiram soruyor: “Sizin de şeytanınız var mı ya Rasulallah?” Allah Rasulü (A.S.): “Evet, benim de şeytanım var. Ancak, Allah ona karşı bana yardım etti ve teslim olup emrime girdi.” karşılığını veriyor. (Ahmed b. Hanbel)
Demek ki şeytan tek başımıza yenebileceğimiz bir düşman değil. Ölene kadar yakamızı bırakmayacak bu sinsi düşmanı aklımızla değil, ancak İlahî destek, aşk ve zikirle defedebiliriz.
Şeytanın Yaklaşamadıkları
Şeytan, ancak Allah dostlarına yanaşamaz, onların ilahi aşk ve zikir ile dolu kalblerine bir yol bulamaz. Şeytanın, Allah dostları karşısındaki bu acziyetini Yüce Rabbimiz şöyle haber veriyor: “Hiç şüphesiz iman edip sadece Rablerine güvenen tevekkül sahiplerine şeytanın bir hakimiyeti yoktur. Onun etkisi, ancak kendisini dost edinen ve Allah’a ortak koşan kimseleredir.” (Nahl/99-100)
“Şeytan dedi ki: Yemin ederim ki eğer beni kıyamete kadar yaşatırsan, pek azı dışında Adem’in çocuklarını kandırıp kendime bağlayacağım. Allah buyurdu: Git, onlardan gücünün yettiği kimseleri davetinle şaşırt. Süvari ve yaya askerlerinle onlara bol bol yaygara (ve vesvese) ver.
Mallarına, evlatlarına ortak ol, kendilerine boş vaadlerde bulun. Aslında şeytan insanlara, aldatmaktan başka bir şey vaadetmez. Ey İblis! Bana teslim olmuş ihlaslı kullarım üzerinde senin hiçbir etkin ve ağırlığın olmayacaktır. Onlara, koruyucu olarak Rabbin yeter.” (İsra/62-65)
Dünya işlerinde bile güçlü insanların yanında yeralıp, tehlikelerden korunmaya çalışırken, şeytanın yaklaşmaktan bile korktuğu, zarar vermekten aciz olduğu, Allah’ın ihlaslı kullarının yanında yer almak iyi bir korunma yöntemi değil mi?
Şu halde, şeytandan emniyette olmak için Allah’a sığınmalı, O’nun sadık kullarıyla birlikte olmalı, ilim, zikir ve duayı kendimize kalkan yapmalıyız.