Kayıt Ol
Giriş Yap
Menu
Ana Sayfa
Forum
Yardım
Ara
Giriş Yap
Kayıt Ol
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET TARİH, KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT
KÖŞE YAZARLARI - KARMA
Süleyman Gülek
Topluma Karşı Ahlaki Görevlerimiz
FANİ DUNYA FORUM HABERLER
« önceki
sonraki »
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Aşağı git
Gönderen
Konu: Topluma Karşı Ahlaki Görevlerimiz (Okunma sayısı 356 defa)
0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.
türkiyem
Administrator
İleti: 2153
Topluma Karşı Ahlaki Görevlerimiz
«
:
Ekim 28, 2023, 04:21:25 ÖS »
Topluma Karşı Ahlaki Görevlerimiz
Toplumu meydana getiren fertlerin birbirine karşı sorumlulukları ve uymakla yükümlü oldukları karşılıklı hak ve vazifeleri vardır. Dinimiz, fertler arasındaki münasebetlere büyük önem vermiş ve uymaları gereken hukuki ve ahlâkî kurallar koymuştur. Bunlara uyulduğu takdirde toplumda düzen sağlanır ve Müslümanlar böylece huzur ve güven içinde birlik ve beraberliklerini sağlayarak mutlu olurlar. Müslümanın en önemli görevi, başkasının dokunulmaz haklarına saygılı olmak, saldırıda bulunmamak ve haklarını yememek.
Bu haklar, sadece ahlâkî yönden değil, hukuken de teminat altına alınmış, tecavüzlere karşı cezai müeyyidelerle de korunmuştur. Peygamberimiz, tarihî Veda Hutbesi’nde, insanların can, mal ve namuslarının dokunulmaz haklar olduğunu ilan etmiş, şöyle buyurmuştur: “İnsanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise bu aylarınız nasıl mukaddes bir ay ise bu şehriniz (Mekke) nasıl mübarek bir şehir ise canlarınız, mallarınız ve namuslarınız da öyle mukaddestir. Her türlü saldırıdan korunmuştur.” 1
Hayat hakkı, insanın ilk temel hakkıdır. İnsanın bu hakkına saygılı olmak, saldırıda bulunmamak, insanın birinci görevidir. Haksız yere bir insanın canına kıymak, hayatına son vermek büyük günah olduğu gibi dinimiz bu suçu işleyenlere dünyada da ahirette de ağır cezalar koymuştur. Mülkiyet hakkı da insanların önemli hakları arasında yer alır.
Her insan mülkiyet hakkına sahiptir. Meşru yollardan mal sahibi olma ve kendi malına tasarruf etme yetkisine sahip olan insanın malı ve sahip olduğu servet her türlü tecavüzden korunmuştur. Bu hakka riayet etmek ve saldırıda bulunmamak da Müslümanın görevidir. Çalmak, gasp etmek, rüşvet yemek, aldatmak veya meşru olmayan başka yollarla bir başkasının malını zimmetine geçirmek, zarar vermek dinimizce yasaklanmıştır. Haksız yere başkasının malını yiyenler bunun karşılığını cehennem ateşine atılmakla ödeyecektir.
Peygamberimiz şöyle buyuruyor: “Bir kimse, yemin ederek bir Müslümanın hakkını gasp ederse, Allah o kimseye cehennemi vacib kılar ve cenneti haram eder.” Bunun üzerine bir adam;
– Eğer o hak değersiz bir şey ise de öyle mi? deyince, Peygamberimiz;
– Evet, öyle, isterse misvak ağacından bir dal parçası olsun,” buyurdu.2
Devlet malı da böyledir. Devlet malı milletin malıdır. Onda herkesin hakkı vardır. Bu sebeple Müslüman, devlet malını çalmaktan, ona zarar vermekten mutlaka sakınmalı, hatta devlet malını kendi malı gibi korumalıdır. İnsanların, ırzı, namusu, şeref ve haysiyeti de saldırıdan korunmuştur.
İftira etmek, gıybet yapmak, sövmek, alay etmek ve koğuculuk yapmak suretiyle başkasının namus ve şerefine saldırmak, hakarette bulunmak Müslümana yakışmayan kötü huylardır ve büyük günahtır. İnsanların kalbini yaralayan, gönlünü inciten bu davranışlar toplumda kardeşlik duygularının zedelenmesine, birlik ve beraberliğin de bozulmasına sebep olur.
Esasen olgun bir mü’min, diğer insanların haklarına riayet eden, saygı gösteren ve hiç kimseye zararı dokunmayan insan demektir. Peygamberimiz Müslümanı şöyle tarif ediyor: “Müslüman, elinden ve dilinden diğer Müslümanların emin olduğu kimsedir.”3
İnsanların canına, malına, şeref ve namusuna saldıranlar, bu yaptıklarının cezasını ağır bir şekilde çekecekler, kazandıkları sevabları ellerinden alınarak iflas edeceklerdir.
Peygamberimiz;
– Biliyor musunuz, müflis (iflas eden) kimdir, dedi.
– Bizce müflis, parası ve malı olmayan kimsedir, dediler.
Bunun üzerine Peygamberimiz şöyle buyurdu:
– Benim ümmetimin müflisi (iflas edeni) o kimsedir ki kıyamet gününde namaz, oruç ve zekâtla gelir. Fakat şuna sövmüş, şuna iftira etmiş, şunun malını yemiş, bunun kanını dökmüş ve şunu dövmüş. Bundan dolayı onun sevaplarından sözü geçen adamların her birine verilir. Üzerinde olan haklar ödenmeden sevapları tükenirse, hak sahiplerinin günahları o kimseye yüklenir, sonra o kimse cehenneme atılır.”4
Müslüman, kıyamet gününde bu duruma düşmemek için başkalarına kötülük yapmaktan, zarar vermekten, haklarını yemekten sakınmalı, şayet böyle bir şey yapmış ise vakit geçirmeden hak sahipleri ile helalleşerek kul hakkı ile ahirete gitmemelidir.
Peygamberimiz bu konuda bize kurtuluş yolunu göstererek şöyle buyuruyor: “Bir kimse kardeşinin namus ve şerefine yahut malına haksız olarak eldü etmiş ise altın ve gümüş bulunmayan kıyamet gününden önce onunla helalleşsin. Aksi takdirde yaptığı zulüm nisbetinde onun iyi amellerinden alınıp hak sahibine verilir. İyiliği yoksa hak sahibinin günahından alınıp haksızlık eden kimseye yüklenir.”5
Başkalarına karşı iyi davranışlar içinde bulunmak ve elinden geldiği kadar yararlı olmak, iyi ahlâklı olmanın gereğidir.
Kısaca söylemek gerekirse topluma karşı görevlerimizi şu şekilde özetleyebiliriz:
1- Topluma karşı sorumluluklarımızın başında, karşılıklı haklarımıza saygı göstermek gelmektedir.
2- Toplumsal görevlerimizden biri de iyilikte yardımlaşmak, muhtaçlara, ihtiyacı olanlara yardım elini uzatmaktır.
3- İmkân ve olanaklar ihtiyaca göre en uygun bir şekilde kullanılmalı, ahlâkî ölçülere göre gereken yerlere, gerektiği kadar harcanmalıdır ve harcamada lüks ve israftan kaçınılmalıdır.
4- Çalışmak, üretmek ve kazanmak bireysel bir hak olduğu gibi, aynı zamanda kendimize, ailemize ve topluma karşı bir vazifedir. Kendimizin ve bakmakla yükümlü olduğumuz aile fertlerinin ihtiyaçlarını karşılamak, yakınlarımıza ve topluma yük olmamak için çalışmak, sosyal görevlerimiz arasındadır.
5- Toplumsal görevlerimizden bir diğeri de, kamu mallarını korumak, haksız yollarla bunları elde etmeye çalışmamaktır. Toplumda bütün fertlerin, bu hakları koruma, kollama hak ve sorumluluğu vardır.
6- Topluma karşı en önemli görevlerimizden biri de ‘davet ve tebliğ’dir.
Davet: İslâm’a, Allah’a ve O’na kulluğa bir çağrıyı ve İslâm’ı insanlara anlatarak benimsetmeyi ve uygulanmasını sağlamayı ifade eder. Davet konusunda Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “(İnsanları) Allah’a çağıran, iyi iş yapan ve ‘Ben müslümanlardanım’ diyenden daha güzel sözlü kim olabilir?”6;
“İşte bunun için (Allah'a) davet et ve emrolunduğun gibi dosdoğru ol.” 7 Bu ifadeler davetçinin davet ettiği şey ile amel etmesinin davetten bir parça olduğunu göstermektedir.
Bu ayrıntılara çok dikkat etmemiz gerekmektedir. Çünkü İslâm'ın varlığını sağlayan davet olmadan İslâm’ın etkin bir şekilde varlığından bahsetmek mümkün olmaz. İslâm'a davet olmadan İslâm'ın hayata hâkim olması düşünülemez. İslâm'a davet olmadan İslâm'ın güçlü bir şekilde dünyaya yayılması tasavvur bile edilemez. İslâm'a davet ile İslâm, geçmişteki izzetine ve gücüne kavuşur. Bugün bizler buna ne kadar da muhtacız. İslâm'a davetle İslâm, tüm insanlar arasında yayılır. Bu nedenle davet, İslâm'da önemli bir husus ve hayati bir iştir. İslâm’ın gönüllerde yer edebilmesi ve yayılması için gerekli bir unsurdur.
İnsanın yeryüzündeki ilk vazifesi kâinatı ve kendisini yoktan var eden, sayısız nimetler veren Yüce Allah’a iman etmesidir. Zaten insanın yaradılış gayesi, Allah’ı tanımak ve inanmak, O’nu sevmek ve O’na kul olmaktır. Allah'a kulluk yapmak için yaratılan insan, inanç, ibadet ve ahlâkî vazifelerini yerine getirdiğinde mükâfat olarak dünya ve âhirette mutlu, huzurlu bir hayat yaşar.
Tabii ki, bir mü’min olarak kendimiz için dünya ve âhiret mutluluğunu isteriz. Aynı şekilde diğer insanlar için de bunu istemeliyiz. Nasıl ki kendimiz için iman, ibadet ve ahlâkî görevlerimizi yaparak, Yüce Allah’ın emir ve yasaklarına uyarak dünya ve âhiret saadetini istiyorsak, diğer insanlar için de bunu istemeliyiz. Yani İslâm’ı diğer insanlara da tebliğ etmeli ve onların da İslâm’ı yaşamalarına katkı sağlamalıyız.
Bu açıdan öncelikle insanları İslâm’a, tevhide davet etmeliyiz. Şirkten, küfürden, bid'at ve hurafelerden uzak durmalarına yardımcı olmalıyız. Her Müslüman gücü, bilgisi, kültürü ve bulunduğu konum nisbetinde bu vazifeyi îfâ etmek ve kendinden başlayarak ulaşabildiği insanları şuurlandırmakla, bilinçlendirmekle mesuldür.
İnsanların hidayetine vesile olmak suretiyle, insanlara faydalı olmaya çalışalım. Zira genel olarak günümüzün insanı İslâmî anlayış ve yaşayıştan uzak bir şekilde hayatını sürdürmektedir. İslâm’a aykırı bir hayat yaşayanlar dünyada huzura, âhirette de kurtuluşa eremez. Bu yüzden İslâm’ı doğru bir şekilde öğrenmeli, yaşamalı ve nebevî usûlle davet ve tebliğ etmeli. Çünkü davet, insanları dünya ve âhiret mutluluğuna çağrıdır. Bir insana yapılan en büyük iyilik, onun ebedi hayatının kurtulmasına vesile olabilmektir.
İslâm’ı bilmeyenlere, yanlış bilenlere, eksiği olanlara, İslâm tebliğ edilmelidir. Davetçinin başarılı olmasının sırrı, doğruluğu, güvenilirliği ve güzel ahlâkıyla orantılıdır. Davetimiz değiştirici, dönüştürücü, diriltici, ıslah ve inşa edici olmalıdır. Davetçi olanlar, İslâm’dan uzak olanlara yardımcı olmalı tebliğ ve davet görevini yaparak inanç, ibadet ve ahlaki görevlerini yerine getirmeye çalışmalı, yani onların İslâmî anlayış ve yaşayış içersinde olmalarına vesile olmalıdır. İslâm davetçileri, dünya ve âhiret saadeti için hem ailesine hem de diğer insanlara tebliğ görevini en güzel şekilde yapmaya gayret etmelidir.
Günümüzde genel olarak insanlar dünyevîleşti ve bencilleşti, duyarsızlaştı. Herkes kendini düşünür hale geldi. Kimse kimsenin umurunda değil. İnsanların İslâm’a uygun yaşayıp yaşamaması kimseyi ilgilendirmiyor. Bu da çok üzücü bir durumdur. Bu itibarla davet kaçınılmaz oluyor. Davet vazifesi asla ihmal edilmemelidir. Müslüman için, davet ve tebliğ temel bir görevdir.
Yüce Allah âyeti kerimede şöyle buyurulmaktadır: “Sizden, hayra çağıran, iyiliği emreden ve kötülükten sakındıran bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa erenler onlardır.”8 İnsanları hakka çağırmak ve batıldan sakındırmak, kurtuluşa ermenin bir gereği olduğu âyette ifade edilmektedir. Dolayısıyla mü’minler olarak Arapça terimiyle “Emr-i bi’l-ma’rûf ve nehy-i ani’l-münker" yapmalıyız. İyilikleri emretmek (hakka çağırmak) kötülüklerden men etmek (bâtıldan sakındırmak) için çaba göstermeliyiz. Yani, davet ve tebliğ görevimizi en iyi bir şekilde yerine getirmeye gayret etmeliyiz.
Sonuç olarak, yukarıda da belirttiğimiz gibi dünya ve ahiret saadeti için topluma karşı ahlâkî görevlerimizi de en iyi şekilde yerine getirmeye özen göstermeliyiz!
---------------------------------------------------------------
Dipnot
1. Buhârî, Meğâzî 75; Müslim, Kasâme 29.
2. Müslim, İmân 218.
3. Buhârî, İmân 4; Müslim, İmân 64
4. Müslim, Birr 59; Tirmizî, Sıfatu’l-Kıyâme 2.
5. Buhârî, Mezâlim 10.
6. Fussilet, 41/33
7. Şurâ, 42/15
8. Âl-i İmrân 3/104
Süleyman Gülek
İNTERNET RADYOMUZ. 24 SAAT YAYINDADIR.
RADYO FANİDUNYA FM
Yükleme linklerini görebilmek için üye olmanız gerekmektedir.
Üye Ol
veya
Giriş Yap
Kayıtlı
Yazdır
Sayfa: [
1
]
Yukarı git
« önceki
sonraki »
www.FaniDunya.Net |HUZURUN, DOSTLUGUN, KARDEŞLİGİN EN GENİŞ PAYLAŞIMIN TARAFSIZ, KALİTELİ, DEVAMLI HİZMETİN ADRESİ
FANİDUNYA NET TARİH, KÜLTÜR, SANAT, EDEBİYAT
KÖŞE YAZARLARI - KARMA
Süleyman Gülek
Topluma Karşı Ahlaki Görevlerimiz