* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Şirk Tehlikesi ve İlahi İkazlar  (Okunma sayısı 543 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Şirk Tehlikesi ve İlahi İkazlar
« : Mart 22, 2020, 09:26:40 ÖS »
Şirk Tehlikesi ve İlahi İkazlar
   
Kur’an- ı Kerim’de Yüce Rabbimiz Yunus Suresinin 104 ve 105. âyet-i celîlelerinde şöyle buyurmuştur:

“De ki: ‘Ey insanlar! Benim dinimden şüphede iseniz, (bilin ki) ben Allah’ı bırakıp da sizin taptıklarınıza tapmam, fakat ancak sizi öldürecek olan Allah’a kulluk ederim. Bana mü’minlerden olmam emrolundu.’

“Ve (bana) hanîf (Allah’ın birliğini tanıyıcı) olarak yüzünü dine çevir; sakın müşriklerden olma, diye (emredildi).’”

Yusuf suresinin 106. âyetinde ise; “Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler” buyrulmuştur. Biz bugünkü hutbemizde insanı şirke götürerek onu müşrik konumuna düşüren ve bu ilahi ikazda haber verilenlerden olmamamız için kişiyi şirke düşüren hususları özetlemeye ve bu ayet-i celilerde verilen mesajları anlamaya çalışacağız: 

İnsan şu dört durumda yüce Mevla’ya şirk koşmuş olur:

1) İlâh olarak Allah’tan başka bir varlığı da ilâh kabul ederse;

Zatında Allah’a ortak tanıyan tüm inanç şekillerinde olduğu gibi. Hristiyanların üçlemesi, müşrik Arapların, meleklerin Allah’ın kızları olduğuna inanmaları ve kendi tanrı, tanrıça ve yönetici ailenin üyelerine ilâhlık vermeleri gibi..

2) Her bakımdan ve tüm kapsam ve kuşatıcılığıyla yalnızca Allah’a ait olan sıfatları bir başkasına da  verirse; Allah’tan başka bir kimsenin bütünüyle ve tüm kuşatıcılığıyla Allah’a ait sıfatlardan birine veya birkaçına, ya da tamamına sahip olduğuna inanan herkes şirke düşmüş olur.

Sözgelimi, herhangi bir kişi şu veya bu kimsenin ‘gayb’ dahil her şeyi bildiğine veya her şeyi duyduğuna, ya da her kusur ve zayıflıktan uzak bulunup, Allah gibi yanılmaz olduğuna inanırsa, bu kişi, Allah’a şirk koşmuş olur.

Güç ve kudretinde Allah’a bir ortak daha tanırsa;

Allah’tan başka bir kimsenin, yalnızca Allah’a ait güçlerden birine veya tamamına sahip olduğuna inanmak da şirktir.

Sözgelimi,

-Allah’ın yanısıra bir başkasının daha tabiat üstü bir yolla yarar veya zarar verebileceğine,

- ihtiyaçları giderip yardım edebileceğine,

-koruyup gözetebileceğine, çağrıları duyup, kaderi tayin edebileceğine veya engelleyebileceğine ve

- insan hayatı için kanun koyabileceğine inanan müşriktir. Bütün bunlar ilâhlığın nitelikleri olduğundan böylesi inançlar şirktir.

Allah’a ait haklar konusunda O’na  başka ortaklar kabul ederse; sadece Allah’a ait olan bu haklardan her hangi birini veya tamamını bir başkasına vermek de şirktir. Sadece Allah’a mahsus olan bu hakları on bir maddede özetleyebiliriz:     

Tapınılma Hakkı: Ancak O’nun huzurunda insanın elleri bağlı ayakta durması, eğilip secdeye varması söz konusu olabilir.

Adakta Bulunulma Hakkı: Adına adakta ve sunularda bulunulacak sadece Allah’tır.

Kurban Sunulma Hakkı: Yalnız O’nun yüceliği karşısında şükür ifadesi olarak kurban kesilebilir.

Dua Edilme Hakkı: Sıkıntı ve güçlüklerin giderilmesi için el açıp yalvarılma hakkına sahip olan da yalnızca Allah’tır.

Sınırsız Güvenilme Hakkı: İbadet edilmeye, yüceltilmeye ve bağlanılmaya lâyık olan yalnızca Allah’tır.

Kayıtsız Şartsız Sevilme Hakkı: Her şeyden daha fazla sevilme hakkı da yine yalnızca Allah’a aittir. Gerektiğinde tüm diğer sevgiler O’nun sevgisine feda edilmelidir.

Korkulma Hakkı: Yalnızca O’ndan korkulmalı, açık ve gizli O’na karşı gelmekten kaçınılmalıdır.

Kayıtsız Şartsız İtaat Edilme Hakkı: Şartsız olarak yalnızca O’na itaat edilmeli ve başkalarına ancak Allah’a itaatin sınırları içinde itaat gösterilmelidir.

Hidayet Etme (Yol, Yordam ve Yön Belirleme) Hakkı: Doğruyu yanlıştan ayırmanın tek ölçüsü olarak yalnızca O’nun hidayeti kabul edilmelidir.(Bk. Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an c.1, s.611,612)

Hüküm Koyma Hakkı: Neyin haram, neyin helal; neyin pis, neyin temiz olduğunu belirleme hakkı da yalnızca Allah’a mahsustur.

Hak ve Yetkileri Belirleme Hakkı: Kullarının hak ve görevlerini belirleme, onlara belli sorumluluklar koyma yetkisi de sadece O’na aittir.(A.e. c.1,s.135)

Eğer bu haklardan sadece biri bile Allah’tan başkasına tanınacak olursa, o tanınan varlığa tanrı unvanı verilse de verilmese de, böylesi bir durum onu Allah’a ortak edinmek ve onu tanıyanlar için de Tevhid İnancının dışında kalmak olur.

Süleyman Önsay

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: Tevhid ile Şirkin Yol Ayrımı
« Yanıtla #1 : Mart 22, 2020, 09:33:24 ÖS »
Tevhid ile Şirkin Yol Ayrımı
   
Sezai Karakoç Bey, durumumuz ile ilgili olarak “Amentüyü yeniden yaşamaya başlamak. İslâm âleminin muhtaç olduğu ilk uyanış budur” der. (Sezai Karakoç, Sûr, s.152, 160)

Bu nedenle, olmazsa olmazımız bulunan temel bilgilerimize bir kez daha göz atmak ve gönüllerimize yerleştirmek gereği ve gerçeği ile karşı karşıyayız. Tabi ki öncelik iman ve tanımında!

“İman sözlükte, ‘ bir kişiyi söylediği sözde tasdik etmek, doğrulamak, söylediğini kabullenmek...Şüpheye yer vermeyecek biçimde içten ve yürekten inanmak’ anlamlarına gelir.

Terim olarak ise Hz. Peygamber’i, Allah Teâla’dan getirdiği kesin olarak bilinen hükümlerde (zarûrât-ı dîniyye) tasdik etmek, onun haber verdiği şeyleri tereddütsüz kabul edip bunların gerçek ve doğru olduğuna gönülden inanmak demektir.” (Komisyon, İlmihal, İSAM, c.1, s. 68)

Bilindiği üzere Allah’ın Esmâü’l- Hüsnâ’sından (Güzel İsimlerinden) biri de “el-Vâhid” ismidir. Bu ise Allah’ın; “Tek [olması].. Zâtında, sıfatlarında, işlerinde, isimlerinde, hükümlerinde asla şerîki (ortağı) veya nazîri (benzeri, dengi) bulunmayan olması demektir.

Allahu Teâla;  zâtında birdir; O’nun yarattığı ve ayakta tuttuğu bir mahlûk hiç O’na denk olabilir mi?

Sıfatlarında birdir; hiçbir sıfatının benzeri başkasında yoktur. Mahlûkatta, bilhassa insanlarda O’nun sıfatlarının benzeri değil, izleri ve nişâneleri vardır ki, onlardan Allah’ın yüce sıfatları sezilir ve îmân edilir.

İşlerinde birdir; her şeyi yaratmakta tedbir ve idârede hiçbir yardımcıya ihtiyâcı yoktur. Maddî ve ma’nevî sebepler, kendiliklerinden hiçbir şeyde müessir olamazlar.

İsimlerinde birdir; Esmâü’l-Hüsnâ’sından hiçbir isimde hakîkî ma’nâsiyle benzeri yoktur.

Hükümlerinde birdir; hâkimiyet münhasıran O’nun şânıdır. Sevâbı, ikabı, helâli, haramı tâyin etmek ancak O’na mahsustur. Şu haramdır, şu helâldir demeye Allah’tan başka kimsenin salâhiyeti yoktur.

Bu sayılan hususlarda Allah’a bir denk bulanabileceğini kabûl etmek ŞİRK’tir. ŞİRK; yaradılmışlar içinde herhangi birini bu hususların herhangi birinde Allah’a benzetmek veyâ Allah’a ortak tutmaktır. Bunun netîcesi o mahlûkun  da mâbutluğunu kabûl edip ona tapmaktır.” (A.Osman Tatlısu, Esmâü’l Hüsna Şerhi, Ank.1957, s. 134.)

İşte “Lâilâhe illallah”ın yani Allah (c.c.) in varlığına ve tekliğine inanmanın en özlü anlam ve muhtevası budur.

Allah’a imanda yol ayrımı; O’nun sadece varlığına değil, aynı zamanda “Tek” olduğuna da iman etme tercihidir. Bu, Hz. Ebubekir (r.a.) ile Ebu Cehil (aleyhi lane)’yi ayıran noktadır. Bu, sahabe-i kiramla müşriklerin yol ayrımıdır. Bu, Tevhid ile şirkin ayrıştığı çizgidir. Bu, cennet ile cehennem arasındaki sınırdır.

Yüce Rabbimiz birçok ayet-i celilesinde Ebu Cehillerin, Zatını yaratıcı olarak tanıdıklarını ifade buyurmuştur. Mü’minun suresinin 84-89 ayet-i kerimeleri bunun örneklerindendir.

Sözün burasında bizlerin beyinlerine adeta kazınan yanlış şirk ve müşrik algısı hemen şu itirazı yapar: “Müşrikler Allah’a değil de elleriyle yaptıkları putlara tapmıyorlar mıydı?”

Sanki müşrikler, Allah’ın varlığını inkar ediyorlardı. Sanki müşrikler, yaratıcı olarak O’nu değil de kendi yaptıkları putları kabul ediyorlardı. Bu algı ve açılımının yanlışlığını ve işin gerçeğini Zümer suresinin üçüncü ayet-i  şöyle gözler önüne seriyor:

“Dikkat et, halis din yalnız Allah’ındır. O’nu bırakıp kendilerine bir takım dostlar edinenler: Onlara, bizi sadece Allah’a yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz, derler. Doğrusu Allah, ayrılığa düştükleri şeylerde aralarında hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve inkarcı kimseyi doğru yola iletmez.”

Evet, “Araplar, putları vasıtasıyla Allah’a yaklaşacaklarına inanıyorlardı. İslâm dini Allah’tan başka hiçbir şeye kulluk edilemeyeceğini, onların bu tutumlarının Allah’a ortak koşmak olduğunu bildirdi ve bunu kesinlikle yasakladı.” (Diyanet Vakfı Meali)

Görülüyor ki müşriklerin Allah’ın varlığına, yaratıcılığına ve O’na tazimde bulunmaya hiç bir itirazları yoktu ve olmadı. Peki onları şirk içinde bırakan neydi? Bakınız bir gün Ebu Cehil, Efendimize şöyle der:

“Ya Muhammed, bizim sana hiçbir sözümüz yok. Bizim itirazımız şu senin Allah’dan geldiğini iddia ettiğin buyruk ve hükümleredir. Bunun üzerine şu ilahi mesaj gelir:

“Aslında onlar seni yalanlamıyorlar, fakat o zalimler açıkça Allah’ın âyetlerini inkâr ediyorlar.” -En’am 33- (Tirmizi ve Hakim`in Hz. Ali (r.a.)`den rivayet, Bk. Ahmet Varol ve Hayrat Vakfı Mealleri)

Allah’a evet, hükümlerine, şeriatına hayır; O’nun yaratıcılığına evet, ama yaşantıya karışmasına hayır; gökleri, arzı yönetmesine evet, Mekke’yi yani devleti idare etmesine hayır, diyen bir iman. Hem Allah’ı kabul eden hem de kullarını O’na  ortak kılıp ilahlığı paylaştıran, bir iman. Kabe ve şubeleri olan camilerde Halık’ın dediği, “Darün Nedve” ve benzerleri olan parlamentolarda ise halkın dediği olur, diyen bir iman.

İşte böyle inanışa şirk, böyle inananlara da müşrik diyor, İslam.

21. asırda da tablo aynı:

Bir yanda Tevhid ehli, diğer tarafta da şirkin yeni temsilcileri ve Ebu Cehillerin çağdaş versiyonları! Değişen bir şey yok, diyor.

Süleyman Önsay.