KİME KULLUK ETMELİYİZ?
Yüce Yaratıcımız şöyle buyurdu:
“Ey insanlar! Sizi ve sizden öncekileri yaratan Rabb’inize kulluk edin ki (Allah’ın) azabından korunasınız.” (Bakara-21)
Bu âyet-i celîlede Allah (c.c.) tüm insanlığa hitap buyurarak ilâhlığın Rab olana; rablığın da yaratıcıya ait olduğunu hatırlatarak kulluğun sadece O yaratan Rabb’e yapılması gerektiğini ifade buyuruyor. Yani insanın Rabb’ı onu ve ondan öncekileri yaratandır. Kayıtsız şartsız itaat olunacak yani ilâhlaştırılacak da yalnız ve yalnız O’dur.
Cumhuriyet döneminin ilk tefsiri olan Elmalılı merhumun değerli eserinden bu âyet-i celîle ile ilgili yapılmış olan bilgi, bilinç ve duygu yüklü şu yorumu birlikte izliyoruz:
Ya Eyyühen Nas=Ey insanlar! Akıl ve erginlik ile insanlığın ilk kemal basamağına basmış olanlar! Bakınız, gerek “İyyake Na’büdü” ancak sana ibadet ederiz, antlaşmasını vermiş olsun, gerek olmasın, hepiniz, mümin, kâfir, münafık, hangi sınıfa, dünyadaki kavimlerden hangi kavme mensup olursanız olunuz, fakir-zengin, âlim-cahil, hangisinden bulunursanız bulununuz, hepiniz her zaman şu emirle sorumlusunuz: “U’budu Rabbeküm’ül-lezi Halakaküm Ve’l-lezine Min Kabliküm”, Sizi ve sizden öncekileri, babalarınızı, analarınızı, bütün atalarınızı, dedelerinizi ve diğerlerini baştan sona yaratan Rabbinize, âlemlerin Rabb’ine ibadet ve kulluk ediniz, sevgi ve korkunun kemaliyle, en güzel edep ve saygı ile ona boyun eğiniz ve O’nun emirlerine, hükümlerine uyunuz. “İyyake Na’büdü” sözünü verenler onu ifa etsin; vermeyenler, vermeye çalışsın; ona ibadet ve itaat ediniz ki “Lealleküm Tettekun” gerçekten korunabilesiniz, gerçek muttakilerden olmanızı ümit edebilesiniz. Yoksa yıldırımlar gibi âlem hadiselerinden, ölümden korkmakla, kulak tıkamakla asla korunamazsınız.
İbadet ilk önce yaratılışınızın, terbiyenizin bir teşekkürüdür... Allah’ı tanımak için yaratılışınıza ve terbiyenize bakınız. O zaman bilirsiniz ki, bir yaratıcınız ve Rabb’iniz var. Hem sizi ve hem sizden öncekileri yaratan O’dur.
“Ellezi” O, öyle lütufkâr bir yaratıcıdır ki “Ceale lekümül arza firaşa” şu altınızdaki yeri size bir döşek yapmış, sizi orada yaratmış, yetiştirmiş, üzerinde her türlü rahatınızın sebeplerini temin etmiş, yatıp kalkıyor, uyuyup uyanıyor, dayanıp oturuyorsunuz, o altınızdan alınıvermiş olsa nerede karar ederdiniz? Kâşânelere yığdığınız kaba döşekler neye yarardı? İşte yeryüzü size böyle bir döşek “vessemae binaa” başınız üstündeki süslenmiş gök kubbeyi de bu döşeği ihtiva eden büyük, muhteşem bir bina yapmış. İnsan olup da bu bina içinde o döşeğe kurulmayan var mıdır? Bu binanın yanında fakirlerin imrendiği, zenginlerin gururlandığı, diğer binaların, konakların, sarayların ne önemi olabilir? Büyük, küçük, zengin, fakir sizin hepiniz aynı hanede oturan ve bir döşekte yatan bir aile değil misiniz? Kimin binasında, kimin döşeğinde yattığınızı düşünürseniz, hangi Mevlâ’nın kulu olduğunuzu ve olmanız gerektiğini bilirsiniz…
“ Ve Enzele Mines Semai Maen..” Yani bir de yukardan, o semâ tarafındaki bulutlardan bir su indirip de “Fe Ahrace Bihi Mine’s- Semarati Rizkan Leküm” bu su sebebiyle size türlü (türlü) meyvelerden, mahsullerden rızık çıkarmaktadır. Siz, o bina içinde, o döşekte yuvarlanırken bu sudan içer ve bu sayede yetişen meyvelerden, tahıllardan ve diğer yemişlerden kısmetlenirsiniz. Bakınız, Rabb’iniz nasıl bir Rahmân’dır. Siz bu saydıklarımızı hep bilirsiniz, bunları bilmek için başkaca okumaya veya derin felsefeler yapmaya hiç de lüzum yoktur. “Fela Tecalü Lillahi Endaden Ve Entüm Talemun” o halde siz bunları ve yaratıcıdan başka Allah olamayacağını bilip dururken, Allah’a, bir olan o hak mabuda denk aramaya, benzerler uydurmaya, ortaklar koşmaya ve Fir’avn’ın yaptığı gibi yerde, gökte dürbünlerle Allah aramaya kalkmayınız da, bu emri veren ve bütün bunları yapan, ihsan eden ve ortağı, benzeri bulunmayan yaratıcınız, Rabb’iniz, Rahmân ve Rahîm bir Allah’a tevhid ile ibadet ve kulluk ediniz. (M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, c.1, s.232,233)
Bu ilahi buyrukta verilen mesajlar ise Kur’an Yolu tefsirinde şöyle özetlenmektedir:
Bu âyette inanç durumları ne olursa olsun bütün insanlara hitap edilerek hepsi birden Allah’a kul olmaya davet edilmekte ve bu çağrı İslâm’ın şu özelliklerini ortaya koymaktadır:
a) Bu ilâhî çağrı (İslâm) din, dil, ırk, bölge, sınıf... farkı gözetmeksizin bütün insanlığa yöneltilmiştir,
b) Bu çağrıya muhatap olmak ve Allah kulluğuna kabul edilmek İçin bir ön şart yoktur. Daha önce neler yapmış, ne kadar büyük suç ve günah işlemiş olursa olsun bir kimse gönülden benimseyerek “Allah’tan başka ilâh yoktur ve Muhammed O’nun elçisidir” dediği anda müslüman olmuş, Allah’a kulluğa ilk adımı atmış, geçmiş günahlarını silmiş olur.
c) Kulluk edilecek varlığın yaratılmamış (varlığı zorunlu, kendinden, ebedî ve ezelî), yaratıcı ve eşyaya özelliklerini verici olması gerekir. Bu vasıfları taşıyan tek varlık kâinatın yaratıcısı ve rabbi olan Allah Teâlâ’dır. Bu sebeple O’ndan başkasına kulluk edilemez,
d) Yukarıda verilen meale göre “Allah’a kul olma” emri ile takva (sakınma) arasında bir sebep-sonuç ilişkisi kurulmuştur. Allah’a kulluk etmenin (İslâm’a özgü iman, ibadet ahlâk ve diğer amellerin) hâsıl edeceği sonuç takvadır. Sakınma kavramı, sakınılacak alan ve varlık ile sakınma iradesini gerektirir; bu da İslâm’ın tasarladığı insanın resmini çizer:
Müslüman insan; her istediğini yapmayan, önce durup düşünen, belli değer ölçüleri ve sınırlara göre ölçüp biçen, bu ölçülere uygun düşmediği takdirde nefsinin isteklerim ve arzularını frenleyen, akıllı, imanlı, iradeli varlıktır. Allah’a kulluk olmadan sakınma (takva) gerçekleşemez, sakınma olmadan da kâmil insan olunamaz. (Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meal Ve Tefsir, Ankara 2006, c.I sh. 85.86)