Ayasofya’yı Anlamak
Her şeyden önce şu net olarak bilinmelidir ki Ayasofya bir şov malzemesi değil, bir şuur mefkûresidir.
Şu sese bir kulak verelim:
Evet, Ayasofya Müslümandır. Yapıldığı tarihten İstanbul’un fethine kadar gizli Müslümandır, haniftir. Beş yüzyıldan beri de açık Müslüman.
Fil Vakası gibi, bin yıl hiç sönmeden yanan Mecusî ateşinin sönmesi gibi Peygamberin doğuşunu haber veren işaretlerden bir işarettir ve bu işaretlerin en önemlilerinden biridir Ayasofya’nın yapılması. Peygamber doğmadan önce Mecusî ateşi söndü. Bu demektir ki, İran Müslüman olacak ve bu ateş sönecektir. Nitekim öyle oldu. Ve Peygamber doğmadan az bir müddet önce Ayasofya yapıldı. Bu demektir ki, İslâm İstanbul’u içine alacak ve Ayasofya cami olacaktır. Nitekim öyle oldu. Bunlardan biri doğuşu haber veren negatif bir olay, öbürü pozitif bir olaydı. Biri münker, öbürü ma’ruf kadrosuna dahildi.…
Evet, Ayasofya, bütün anlamıyla İslâm’a aitti. Hz. Peygamberin gelişinin haber halindeki en büyük anıtı oldu. Ölüler için bir anıt değil. Gelecekler için, ebedî sağlar ve sağlıklar, diriler ve dirilişler için bir anıt.
Daha, Hazreti Peygamber, Peygamberliğinin ilk yıllarında, panayırlarda yaptığı konuşma ve dine çağırışlarda, İstanbul’un ve İran’ın alınacağını müjdeliyordu. Elbet, O, dünya malına düşkünlükten zerre bir duygu taşımadığına ve taşımayacağına göre, anlattığı ve haber verdiği, mecusi ateşgedesinin söneceği, İran’ın, Anadolu’nun, İstanbul’un Müslüman olacağı, gerçeği kabul edecekleri, dolayısıyla Ayasofya’nın Müslümanlığın sembol mabedi olacağı fikriydi. Hendek muharebesinde de, küngü kayaya salladığı zaman, kayadan sıçrayan alev ve kıvılcımların çizdiği kubbe şüphesiz Ayasofya’nın kubbesiydi ve Hz. Peygamber, bizzat Fatih’i ve mübarek ordusunu, o kıvılcımlanan köprüsü, kemerleri ve ebemkuşağı altından geçip surların önünden Ayasofya’ya yürür ve girerken görmüştü. Bu heybetli ve muhteşem resmi geçidi seyrederken dudaklarından altın kelimeler dökülmüştü: “Konstantiniyye (İstanbul) muhakkak fetholunacaktır; onun fatihi ne güzel emir ve ordusu ne güzel ordudur.”
Peygamberin mucizesi önünde zaman nedir ki? Belki de Fatih’in İstanbul’a o muhteşem girişindeki vekar, bizzat Hz. Peygamberin önünde yapılan bir resmi geçit şuurundan ileri geliyordu. Tarihin tribününde Hz. Peygamber vardı. Ve törenin bittiği nokta Ayasofya’ydı.
Hz. Peygamberin küngünü vurduğu kaya, Ayasofya’nın taşlarının çıkarıldığı ilk kayadan başka bir şey değildi. Ve böylece gerçek mimarı da Hz. Peygamber oluyordu.
Şimdi neden bin yıl boyunca İslâm ordularının İstanbul’a aktığı ve Ayasofya’ya hilâli dikmek için Hz. Eba Eyyub’tan Ulubatlı Hasan’a kadar sayısız Müslümanın şehit olduğu daha iyi anlaşılıyor.
Hz. Peygamberin, İstanbul’a bu kadar önem vermesi, onun Doğunun sözcüsü, Batıya karşı Doğu Kürsüsü olmasındandı. Orada Ayasofya’nın bulunmasındandı. Ayasofya’nın cami olması, dinin cihanşümulleştiğinin tescili olacağındandı. Ayasofya’yı kölelikten kurtarmak, hürriyetine kavuşturmak isteğindendi.…
Ayasofya’yı açmak, çağın kördüğümünü, İskender’in kılıcı gibi biçmek olacaktır. (SEZAİ KARAKOÇ, DİRİLİŞİN ÇEVRESİNDE, 1966)
Ayasofya, Mescid-i Aksa’dan
Ayrı Olabilir mi?
Ayasofya yeniden dirilirken tehdit ve tehlike altında olan Mescid-i Aksa ile bağının kurulmasında da bu bilincin, bu hâfızanın etkisi büyüktür. İki mabet de asırlar boyu Osmanlı barışını temsil etmiştir.
İstanbul’da, Ayasofya gölgesinde bütün dinler yaşatılırken, Kudüs’te de farklı inanç ve mezhepler en yüksek saygıyı görmüşlerdir. Peygamberler arasında bir fark gözetmeyen Müslümanlar ile diğer din mensupları bir arada yaşama örneği sergilemişlerdir. Bugün dünyanın muhtaç olduğu bu anlayış, o zamanın siyasi zorunluluklarından, ya da sadece idari tedbirlerden kaynaklanmıyordu. Bilakis iki mabet arasında toplumsal hafızada yer alan anlayıştan kaynaklanıyordu.
Osmanlı kaynaklarında, iki mabet arasında ilginç bir ilişki kurulmaktadır. Tarihin bilinen metotlarıyla ispatı mümkün olmayan bu ilişki, toplumsal hafızamızın derinliklerine yerleşmiştir. Erken dönem anlatılarında, Osmanlı kaynakları Ayasofya’yı yüceltirken onu kiliseden devşirilmiş bir cami olarak tasvir etmek yerine Kudüs’teki Hz. Süleyman Mabedi ile ilişkilendirmektedirler. Fatih’in görüp hayran kaldığı ve vakıf kurarak camiye dönüştürdüğü bu eser hakkında döneme en yakın Oruç Bey ve Heşt-Bihişt gibi kaynaklar bilgi verirken, iki eserin de mayasının bir olduğuna dair rivayetleri zikretmeleri dikkat çekicidir.
Meseleyi kabul edilebilir hale getirmek maksadıyla Ayasofya’nın son inşası sırasında Hz. Süleyman’ın yıkık mabedinden bazı materyallerin İstanbul’a getirildiği; hatta muhteşem kubbesini tutturmak için Şam ve Kudüs’te metfun peygamberlerin kemiklerinden parçalar taşınıp kaynaştırıcı olarak kullanıldığı nakledilmektedir. Ünlü tarihçimiz İbni Kemal’in, bu rivayeti biraz daha ileri taşıyarak, kubbenin tutturulabilmesi için her on iki kerpicin üstüne bir peygamber kemiğinin konulduğunu aktarması oldukça manidardır.
Bu rivayetleri nakledenler, Ayasofya’nın hâlâ gizemini sürdüren ve dünyayı hayran bırakan kubbesinin ihtişamı ve aynı zamanda mimari özelliklerinin farkındadır. Fakat onu teknik yönleri ile anlatmak yerine, efsaneleştirip Kudüs ile birlikte hafızalarda yer etmesini sağlamayı tercih etmişlerdir. Nitekim Ayasofya’nın camiye dönüştürülürken mihrabının da Kudüs’e yönlendirildiği ifadesini atlamayan bu kaynaklar; iki mabet arasındaki ilişki bilincini gelecek nesillere miras olarak bırakmışlardır.
Ayasofya ile Mescid-i Aksa, İstanbul ile Kudüs arasında bir bağ kurmak ne tesadüfidir ne de siyasi bir tercihtir. Aksine, geçmişten miras olarak devralınan hafızamızın tazelenmesidir. Bu yüzden Cami-i Kebir’in, ulu cami Ayasofya’nın aslî fonksiyonuna dönüştürülmesi, İslâm dünyası ve barışı özleyen insanlık için bir umuttur. Tarih bu umudu yeşertip besleyenleri, bu yolda emek sarf edenleri ve umudunu daima canlı tutanları unutmayacaktır.
Peki başta Ayasofya olmak üzere tüm camiler bizlerden neler bekliyor dersek:
Mevcut camilerin cemaatini arttırmak için bu cemaati bölünmemiş sahih İslam’ın Müslümanları kılmak için camileri İslam’ın ictimai talimatının ifa merkezi haline getirmek için ümmetin içine sokulmuş tefrika belasını izala etmek için sahih İslam’a ve ümmete her çeşit savaşı ilan etmiş bulunan küfür cephesine birlikte karşı durmak için ...gece gündüz çalışmak önceliğimiz olmalıdır. Olana hayırlı olsun duası en uygunudur.
Süleyman Önsay.