NEREYE NEYİ GÖTÜRÜYORUZ?
Kaçınılmaz olan ölüm sonrasında, yok olmayı değil de; sonsuza değin var olmayı arzulayan insan ruhu için öteye, yani ahirete inanmak zorunlu bir gerçekliktir. Şairimizin de veciz bir şekilde vurguladığı gibi:
“Ot-çöp gibi insan, çürüyüp mahvolacaksa;
Taşlar gibi hissiz, bu mezarlar dolacaksa..
-Hâşâ- bir adâlet günü olmazsa ilerde,
İnsan neye katlanmalıdır bir sürü derde?
Rûhun bütün arzûsu heder, öyle mi?-Hâşâ-
Tiksindirir insânı bu çılgınca temâşâ!
Vicdan, bulur âsûde tesellisini dinde,
Mes’ud ebediyyet, bu hayâtın ötesinde!”(Ali Ulvi Kurucu)
“Rûhun bütün arzûsu heder, öyle mi?-Hâşâ-“ mısrasında işaret edilen “ruhun arzusu” nedir, sualine cevap şu veciz ifadelerdedir:
İnsanın fıtrat-ı zîşuuru (şuurlu yaratılışı) olan vicdanı, saadet-i ebediyeye (sonsuz mutluluğa) bakar, gösterir. Evet, kim kendi uyanık vicdanını dinlerse, “Ebed, ebed!” sesini işitecektir.
Bütün kâinat o vicdana verilse, ebede karşı olan ihtiyacının yerini dolduramaz. Demek o vicdan, o ebed için mahlûktur (yaratılmıştır)..(Bediüzzaman Said Nursi, Sözler, Yirmi Dokuzuncu Söz, İkinci Maksat, İkinci Esas)
Evet en hassas ölçülerde, kötülerin, zalimlerin cezalarını görecekleri; iyilerin ve mazlumların da ödüllerini ve haklarını alacakları ahiret hayatı şükür ki vardır ve şüphesiz bir hakikattır. Ve orada sonsuza değin saadet ve huzur içinde yaşamak ise dünyada sadece ve sadece Cenneti hak etmeğe bağlıdır. Bu da elbette bilinçli olarak hayat sürmeyi gerektirir. Öncelikle âhirete inanmış olmamız sonra da hayata bakış tarzımızı ve değer yargılarımızı bu inancımıza göre şekillendirmiş olmamız icap eder. Bu değişimin nasıl olacağı hususunu kısaca bir hatırlayalım.
Yüce Kitabımız “Kur’an’a göre; ahirete inanmak şu anlama gelir:
İnsan tüm yaptıklarından ve bütün davranışlarından Allah’a karşı sorumludur.
Bu hayat devamlı olmayıp mutlaka bir gün sona erecektir.
Ahiret’te başka bir yaşantının başlayıp herkesin yaptığı amellerin karşılığını göreceği zamanı sadece Allah bilir.
Allah’ın iyi olarak hüküm verdikleri cennete, kötü olarak hüküm verdikleri de cehenneme gidecektir.
Başarı ve başarısızlık, bu dünyadaki gibi zenginlik ve fakirlikle ölçülmeyecektir.”(Bk. Mevdudi, Tefhim’ul- Kur’an, c.1, s.45)
Öncelikle dünyaya bakışını ve davranışlarını bu ilkeler ışığında şekillendiren mümin; kendisi için Kitabımız Kur’an’da belirtilen özelliklerin sahibi olarak cennete doğru yolunu ve yordamını çizmek zorundadır. Zira “Âmentüde belirtilen imanın şartlarına inanmak, namazı gereğince ikame etmek, Allah’ın kendisine rızık olarak verdiğinden infak etmek, ırzını korumak, ahde vefa ve emanete riayet etmek, Allah uğrunda mücahede etmek, iyiliği teşvik edip kötülükten sakındırmak, mü’minlere karşı mütevazı olmak ve aralarını ıslah etmek, Allah’a ve Resûlü’ne itaat etmek gibi âlî vasıflarla muttasıf olmanın gereğini Yüce Kitab mü’minlerine hep hatırlatır. Bu insânî erdemleri kuşanmanın önemini muhtelif vesilelerle işaret eder.”(Cafer Durmuş, Altınoluk, Ağustos 2005, s.26)
Özet halinde ve ana başlıklar altında zikredilen bu sıfatlar Yüce Yaratıcımızın sonsuz saadet yurdu cenneti arzulayanlar için öngördüğü niteliklerdir. Ki cennet, dünyevî niceliklerin sahibi olanlar için değil; Rabbânî niteliklerin kahramanları içindir. Hz. Ali (k.v.), Cenneti isteyip de kendilerinden istenilenler karşısında duyarsız davrananların durumunu ne güzel ifade etmiştir:
“Şaşıyorum ki her şeyin isteklisi, istediği şeyin yolunda bunca çalıştığı halde, Cennet’i isteyenler, Cennet’i elde etmek yolunda hiç çalışmıyor ve hep uyuyorlar. Cehennem’den kaçanlar da, kaçmaları gereken yerde hiç istiflerini bozmadan sırt üstü yatıyorlar.” (4Ali Ünlü, Vecizeler-Öğütler-Parolalar, Şûle, s.78)
Halbu ki haramlar ve isyanlar içinde sırt üstü yatmak ve gaflet içinde uyuklamak şöyle dursun, bu kutlu yolun ve şerefli hedefin rölantide yürümeye bile tahammülü yoktur. Çünkü Cennet için Rabbimizin “Sâriû=Koşunuz!” talimatı vardır: “Rabbinizin bağışına ve takvâ sahipleri için hazırlanmış olup genişliği gökler ve yer kadar olan cennete koşun!” (Âli İmrân, 133)
Evet, çilelerle, heyecanlarla, streslerle, neşelerle geçen bir ömrün sonunda öte için tedarik edilenler, sonsuz hayatın sandığına doldurulanlar neler? “El-mevt’ü ye’tî bagteden, ve’l- kabru sandûk’ul- amel = Ölüm ansızın gelir, ve kabir amellerin sandığıdır.” Amellerimiz, yaptıklarımız, ettiklerimiz, işlediklerimiz ahiret için ekilen birer cennet meyvesi mi, yoksa toplanan cehennem yakıtı mı? Öyle buyurmadı mı Yüce Rabbimiz? “..yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyunuz!” (Tahrîm, 6) Bütün bir yaşantımız ve canlarımızın yongası mallarımız-mülklerimiz; mahşer günü karşımıza, cehennem yakıtı mı yoksa cennet meyvesi mi olarak çıkacak? Harun Reşid döneminin Allah Dostlarından Behlül Dânâ’nın bu bapta verdiği dersi hepimiz biliriz. Bir gün Behlül, üstü başı toz toprak içinde, sanki uzun bir yoldan gelmişçesine Harun Reşid’in huzuruna çıkar. Sultan, ‘Bu ne haldir ya Behlül, nerelerden geliyorsun?’ diye sorar. Behlül ‘Cehennemden geliyorum.’ der. Padişah yine sorar: ‘Hayrola, cehennemde ne işin vardı?’ Behlül, ‘biraz ateş lazım oldu da onun için gittim’, cevabını verir. Sultan ‘Alabildin mi, bari?’ deyince, Behlül konuşmaya son noktayı koyar: Hayır efendim, görevliler ‘Burada ateş bulunmaz, her cehennemlik ateşini kendi getirir’ dediler, der.
Şair bu manayı şöyle vecizelendirir:
“Dediler: Cehennem’de odun bulunmaz
Yolcu, yakacağını kendi götürür
Anladım ki, Cennet’e giden de buradan
Gülünü, zambağını kendi götürür.” ( Arif Nihat Asya)
Evet her birimiz şu sorulara cevap aramak zorundayız: Sırtlandığımız şu dünyayla öteye ne taşıyoruz? Dur durak bilmeyen ve dönüşü olmayan bir hızla nereye gidiyoruz? Ne taşıdığımızı ve nereye doğru süratle koştuğumuzu anlamak için Mahşer meydanında hesapların görülmesini beklemeye gerek yok. Davranışlarımıza bir bakıvermemiz yeterlidir. Şayet burada, yalan-dolan, hile-hurda, enaniyet-kibir, gösteriş-riya, gıybet-dedikodu, içki-kumar, rüşvet-iltimas, taatsızlık-niyazsızlık, abdestsizlik-namazsızlık, hayırsızlık-hasenatsızlık, arsızlık-hayasızlık, pislik-kokuşmuşluk, işsizlik-güçsüzlük, tembellik-miskinlik..içinde bir yaşantıyı sergiliyorsak; bilelim ki bizler dünyada cehennemimizin ateşini tutuşturmuş ve azâbı yaşamaya başlamışız demektir.
O halde geliniz, Hz. Ali’nin (k.v.) irşadına kulak verelim ve cennetin güllerini, zambaklarını yetiştirmeye başlayalım:
“Altı hasleti kendinde toplayan kimse cennet için bir talep, cehennem için de bir kaçış yeri bırakmış, hepsini elde etmiştir.
Allah’ı bilmiş O’na itaat etmiştir.
Şeytanı tanımış ve ona isyan etmiştir.
Ahireti bilmiş ve onu arzulamıştır.
Dünyayı tanımış ve onun meşru olmayan taraflarını terk etmiştir.
Hakk’ı hak bilmiş ve ona ittiba etmiştir.
Bâtılı bâtıl bilmiş ve ondan sakınmıştır.” (İmam Askalani, Münebbihat)