* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: Her bir sözün hesabı sorulacaktır!  (Okunma sayısı 1126 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Her bir sözün hesabı sorulacaktır!
« : Nisan 22, 2017, 11:55:22 ÖÖ »
Her bir sözün hesabı sorulacaktır!

Yüce Rabbimiz Kaf suresinde şöyle buyurdu: “İnsanı biz yarattık ve elbette içinden geçenleri biliriz; sağında solunda oturmuş alıcılar alıp kaydederken biz ona şah damarından daha yakınız. O hiçbir söz söylemez ki yanında çok dikkatli bir gözetleyici olmasın!” (Kaf, 16-18)

Bunları izleyen âyet-i celilelerde ise ölüm ve sonrasından kesitler sunulmuştur.

“Âyetlerin oluşturduğu tablo şöyledir: İnsanı yok iken yaratan Allah onun içini dışını, bütün gizliliklerini bilmektedir. İnsanların sağ ve sollarında bulunan, yapıp ettiklerini eksiksiz kaydetmekle yükümlü bulunan iki melek bu işi, ‘hâşâ Allah bilsin veya unutmasın diye değil’, kullar için bir belge olsun diye kaydetmektedir. Onlar bu kayıt işlemini yaparken, insana kendinden daha yakın olan Allah zaten her şeyi bilmektedir. Bir gün ecel gelip insan son anlarını yaşarken dünya ile şuur bağlantısı kesilecek, sekerat (ölüm sarhoşluğu) hali yaşanacaktır. Ölüm vuku bulduktan sonra insanlar, diriliş borusu çalınıncaya kadar kabir (berzah) âleminde kalacaklar, dirilişten sonra mahşerde toplanacaklar, dünyada göremedikleri bir kısım gerçekleri (gayb âlemine ait olayları, melekleri, şeytanları) açıkça görecek, Kur’an’ın söylediklerinin doğru olduğunu gözlemleyerek anlayacaklardır. Sonra yanlarında bir ‘sürücü melek’ (âdeta zaptiye, jandarma) bir de ‘tanık’ (yazıcı melek veya amel defteri) ile teker teker ilâhî huzura alınacak, suçu başkalarına (meselâ şeytana) atmak suretiyle yapacağı savunmaya cevap verilecek, insanlar neyi hak ettiklerini anladıktan sonra cehenneme veya cennete gireceklerdir.” (Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, Ank. 2008, c.V, s.109)

Cehennem veya Cennetle noktalanacak bu Kulluk yolculuğunda Allah’a ve Ahirete iman gerçeği Mü’minlere daima Allah’ın huzurunda oldukları bilincini verir. Onlar Mevla’yı göremeseler de daima Rablerinin kendilerini gördüğünü dikkate alarak davranırlar. Tevhid inancının kişi ve topluma kazandırdığı bu bilinci bir düşünce adamımız şöyle tasvir eder:

“Müslüman her zaman Allah’ın huzurunda. Namazda da, namazın dışında da, iyilik işlerken de, suç işlerken de. Kalbinin huzurla doluşu da, günahını en şiddetli bir acıyla duyuşu da bundan. O’nunla içten ve dıştan çevrilmiştir. Bir bakıma bir köle gibi eli kolu bağlı, bir bakıma zırha bürünmüş bir savaşçı gibi kendisini çevreleyen kudretten ötürü hür. Müslüman, ışığa batmış bir kitap gibi Allah huzurunda olmaya batmıştır. Eşya, dünya, toprak, gök ve insan, onun sesiyle ve varlığıyla dolu, onun dileğiyle ve gücüyle ayakta durmaktadır. Her an bunu duyandır müslüman. O’nu her an görüyormuşcasına ve O’nun tarafından her an görüldüğünü duyuyormuşcasına ona inanmak: İşte müslüman bu inancı taşıyandır. Tasavvuf, vahdet-i vücut ve şühud, bu sürekli huzurda oluştan doğuyor. Şems-i Tebrizinin, eteğinden çekip: ‘Dünyanın sarrafı, beni tanı!’ dediği Mevlana da, semaıyla, şiiriyle, mesnevisiyle bu huzurda oluş aşkını anlattı. Mekke’den fışkıran kutlu atlılar, bu huzurda oluş sevinciyle okyanusları atlarının ayaklarının altına çektiler.

Şehit, onu daha yakından görme uğruna, ana kaynaktan akan suyu kana kana içmek için baş veren bir aşk kurbanıdır..

‘Ölmeden önce ölmek’, huzurda olduğunun, mahşerde ayağa kalkan ölülerin farkına vardığı gibi farkına varmaktır. Şeriat, emr-i bil maruf, nehy-i animünker, huzurda olmanın adabıdır.” (Sezai Karakoç, Kıyamet Aşısı, 1974, s.34-36)

İşte Müslüman bu iman gerçeğine teslim olan kişidir. O hangi çağda yaşarsa yaşasın ve hangi mekanda bulunursa bulunsun ve hangi hususla ilgili olursa olsun kelime-i şahadetle şeksiz şüphesiz ve itirazsız iman sözü verdiği şeriata yani Allah’ın irade , rıza ve düzenine uymak zorundadır. İsterseniz müslüman olmanın anlam ve gerçeğini bir kere daha hatırlayalım:

“Müslüman insan her istediğini yapmayan, önce durup düşünen, belli değer ölçüleri ve sınırlara göre ölçüp biçen, bu ölçülere uygun düşmediği takdirde nefsinin isteklerini ve arzularını frenleyen; akıllı, imanlı, iradeli varlıktır.

Allah’a kulluk olmadan sakınma (takvâ) gerçekleşemez, sakınma olmadan da kâmil insan olunamaz.” (Komisyon, Kur’an Yolu Türkçe Meal ve Tefsir, 2.Baskı 2006, c.1, s.86)

Yüce dinimizin ısrarla altını çizdiği önemli noktalardan biri de kafirlerin ve gönüllü acentalarının isteklerine, arzularına ve yararlarına uygun davranmaktan kesinlikle uzak durmamızdır. Bakara suresinin yüz yirminci ayeti celilesi bu ikazlardan sadece biridir.

“Sen onların milletlerine tabi olmadıkça ne yahudiler, ne de hıristiyanlar senden asla hoşnud ve razı olmayacaklar. De ki, gerçekten de Allah’ın hidayeti, hidayetin ta kendisidir. Şânım hakkı için, sana vahiyle gelen bu kadar bilgiden sonra, kalkıp da onların arzu ve heveslerine uyacak olursan, sana Allah’dan ne bir dost bulunur, ne de bir yardımcı.”

Müslüman bir söz söyleyeceği bir davranış ortaya koyacağı ve bir tercihte bulunacağı zaman bu konuda kafirlerin ve işbirlikcilerinin nerede durduğuna bakmak ve ona göre tavrını ortaya koymak zorundadır. Cennet mekan Abdulhamid Han bu noktadaki hassasiyetiyle ümmetin 33 yıl ayakta kalmasına vesile olmuştur. Daima ehli küfrün görüş ve telkinlerinin zıddına hareket etmeyi şiar edinmiştir. Bu çok önemli hususu merhum N.F. Kısakürek şöyle vecizelendirmiştir:

‘Ey Düşmanım! Sen benim ifadem ve hızımsın,

Gündüz geceye muhtaç bana da sen lazımsın.”

Süleyman Önsay.