* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: KABİR AZABI 1  (Okunma sayısı 1050 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KABİR AZABI 1
« : Ağustos 12, 2017, 10:37:47 ÖS »
KABİR AZABI! 1

Önceki hafta “İnsanın ölümüyle âhiret hayatı başlar. Bu durumda âhiret, kabir (berzah) hayatı, kıyamet, ba’s (yeniden dirilme), haşir ve mahşer, defterlerin dağıtılması, hesap, mîzan, sırat, şefaat, cennet ve cehennem gibi devreleri kapsamaktadır” demiş ve kabir (berzah) hayatı ile ilgili bilmemiz gereken hususları bir ilmihal seviyesinde özetlemeye çalışmıştık. Burada ilmihal denilince genelde düşülen bir yanılgıya değinmek zorundayız. İlmihal kitapları ve bilgisi söz konusu olduğunda adeta dudak bükercesine sanki çok basit ve önemsizmiş gibi bir algı ve bakış meydana gelmektedir ki bu çok vahim bir cinayettir. Maalesef genelde anlayış budur. Halbuki bu zihniyet bilgi, bilinç ve kulluk gerçeğinin tam tersi bir tutumdur. Ne güzel ifade edilmiş: “Efzal’ül ilmi ilmihal ve efzal’ül ameli hıfz’ul hal”  Bu meyanda edebiyatın şiir, piyes gibi birçok türünde şaheser eserlere imza atmış üstad Necip Fazıl Kısakürek merhum hayatını adeta şöyle özetlemiştir:

“Yandı kitap dağlarım, ne garip bir hal oldu!

  Sonunda bana kalan, yalnız ilmihal oldu” (1972)

Tabii ki burada kastedilen İslam’ın sadece iman, ibadet gibi bazı kısımlarını alan diğer bölümlerini yok kabul eden kitaplar değildir. Dinimizi iman, amel (ibadet, muamelat ve ukubat) ile ahlak bölümlerini içeren eserlerdir. Ki bunlar her Müslümanı ilgilendiren konularda öğrenilmesi farz-ı ayın (zorunlu) olan bilgileri ihtiva eder.

Kabir (Berzah) hayatı ve kabir azabına gelince Yüce Rabbimiz mealen şöyle buyurdu:

“Onlar sabah akşam ateşin karşısına getirilirler. Kıyamet koptuğunda da: ‘Haydi, Firavun hanedanını en şiddetli azaba sokun!’ denilir.” (Mü’min, 46)

Bu âyet-i celilede verilen mesaj şudur:

“Âyet kabir azabına işaret eder. Kabirde azap ruhlaradır.

İbn Mes’ud (r.a)’dan rivayet edildiğine göre kâfirlerin ruhları siyah kuşların bedenine girip sabah akşam cehenneme karşı tutulurlar, bu iş kıyamet gününe kadar böylece devam eder.

Buharî ve Müslim tarafından nakledilen bir hadis-i şerifte Hz. Peygamber (a.s.) ister cennetlik, ister cehennemlik olsun, ölen kişiye kabirde, sabah akşam gideceği yer gösterilip ‘İşte dirildikten sonra gideceğin yer!’ denileceğini bildirmiştir.” (K.Kerim Meali)

“Kabir azabının gerçek olduğuna bu âyetle de istidlâl edilmiştir.” (Diy. Vakfı Meali)

“Ayet-i kerime bu sabah-akşam ateşe sunulmalarının ölümden sonra fakat kıyametin kopmasından önceki bir zaman dilimine rastladığını ima ediyor. Bu kabir azabı da olabilir. Çünkü bundan sonra şöyle deniyor: ‘Kıyamet koptuğu gün Firavun adamlarını azabın en şiddetlisine sokun’. Öyle ise bu azap kıyamet gününden öncedir. Ve bu gerçekten çetin bir azaptır.

Sabah ve akşam ateşe sunulmaya onu görme, acısını ve sıcaklığını gerçekten hissetme şeklindeki bir cezalandırmadır. -Aslında bu da ağır bir azaptır-

Veya bu sunulma, bilfiil oraya girme şeklinde gerçekleşmektedir. “Arz” (sunma) sözcüğü çoğu zaman dokunma ve bir şeyi bizzat yapma anlamında kullanılır. Bu ise daha dehşet vericidir... Sonra kıyamet günü olduğunda daha şiddetli bir azaba sokulurlar!” (Seyyid Kutup, Fi Zılal’il Kur’an)

Bugün bu konuda yani kabir azabı hususunda bazı ilahiyyatçılar insanlarımız genciyle yaşlısıyla olmazsa olmazımız olan Allah’ın varlığına ve tekliğine iman noktasında hayatı algılamak ve yorumlamak hususunda şirk illeti ile Yusuf suresi 106. ayetine konu olmuşken gayb alemi ile ilgili bir hususu tartışmaya açmak hem de demegoji üslubuyla kime hizmettir, kimin ekmeğine yağ sürmek demektir? Önce yukarıda işaret ettiğimiz ayet-i celileyi mealen bir hatırlayalım sonra da gayb alemi ne demektir, ona cevap arayalım. Yüce mevlamız mealen buyurdu:

“Onların çoğu, ancak ortak koşarak Allah’a iman ederler.” (Yusuf, 106); S,Diy. Vak. Meali.   

Burada  merhum Arif Nihat Asya’nın şu dizelerde yıllar öncesinde sergilediği  duyarlık ve bilinç karşısında genelde ilahiyatcıların ne ile uğraştıklarını bakıp anlamak ve anlamdırmak ne mümkün!

Merhum şöyle hayıflanıyor ve feryat ediyor:

Elçi geldin, elçiler gönderdin...

Ruhunu Allah’a,

Elini ümmetine verdin.

Beşiğin, yurdun, yuvan

Mekke’de bunalırsan

Medine’ye göçerdin.

Biz bu dünyadan nereye

Göçelim, yâ Muhammed?

Yeryüzünde riyâ, inkâr, hıyanet

Altın devrini yaşıyor...

Diller, sayfalar, satırlar

“Ebu Leheb öldü” diyorlar.

Ebû Leheb ölmedi, yâ Muhammed

Ebû Cehil kıt’alar dolaşıyor!

Neler duydu şu dünyada

Mevlidine hayran kulaklarımız;

Ne adlar ezberledi, ey Nebî,

Adına alışkın dudaklarımız!

Artık, yolunu bilmiyor;

Artık, yolunu unuttu

Ayaklarımız! (Naat’tan)

Evet, kabir hayatı ve azabı gayb alemi ile ilgilidir.

“Gayb ‘gözle görülmeyen; akıl, duyular vb. beşerî bilgi vasıtalarıyla bilinemeyen varlıklar, ilişkiler ve oluşlar’dır. Allah, vahiy, kader, yaratılış, ruh, kıyametin zamanı, kabirde olacaklar, yeniden dirilme, toplanma, sırat, terazi, cennet, cehennem, hep gayb âlemine dahildir. Bunlar hakkında bilgi alınabilecek iki kaynak vardır: Vahiy ve ilham. Akıl, ancak bu iki kaynaktan alınacak bilgiler üzerine tefekkür yoluyla açıklamalar getirebilir.” (Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve Diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Meâl ve Tefsir, Ankara 2006, c.1, s. 71,72)

“Gayb’a iman,duyularla algılanamayan ve insanın deney ve gözlemlerine konu olamayan şeylere- inanmaktır. Allah, melekler, vahiy, öldükten sonra dirilme, Cennet, Cehennem vs.nin tadılıp koklanamayacağı ve ölçülüp tartılamayacağı bilinen bir gerçektir; bu tür şeyler fiziksel dünyadaki birçok durumda olduğu gibi, uzmanlara (peygamberlere) güvenilerek kabul edilmelidir. Bu nedenle, sadece, ‘gayb’e inanan bir kimse Hidayet’ten bir pay alabilir. Sadece duyularla algılanabilen şeylere inanan kimseye gelince, o bu Kitap’tan hidayet alamaz.” (Mevdudi, Tefhimu’l Kur’an, c.1, s. 48)

Süleyman Önsay.

fanidunya

  • Ziyaretçi
Ynt: KABİR AZABI 2
« Yanıtla #1 : Ağustos 19, 2017, 04:11:35 ÖS »
KABİR AZABI  2

Kabir azabına işaret eden ayet-i celile ve hadis-i şerifleri sizlerle paylaşmış, kabir hayatı ve azabının gayb alemiyle ilgili olduğunu hatırlatarak gayb aleminin beş duyu, deney ve gözlem aletleriyle algılanamayacağını zikretmiştik. Bugün, kabir azabı vardı -yoktu tarzındaki tartışmaların Müslümanların asıl gündemi olamayacağının altını çizmiştik. Bu hususta Yusuf Suresi 106. Ayet-i celilesinde vurgulandığı gibi ümmetin çoğunluğunun müşrik olarak bir inanç sapkınlığı içindeyken esas meselemizin “şirk ve şirke götüren haller” olması gerekliliği hususunda bazı paylaşımlarda bulunmuştuk. Bununla ilgili olarak yıllar öncesindeki bir tabloyu gözlerimiz önüne seren şu satırlar ne kadar manidardır:

On dört Muharrem gecesinin saat bir buçuğunda bir dost, “Ali Hocayı kaybettik!” dedi telefonda..

Sabah Van’a ulaştığımızda. Ali Hocanın tabutu yirmi beş yıl imamlık yaptığı Nurşin Camii’nin içinde duruyor ve müslümanlar başında Kur’an okuyorlardı..

Molla Ali, Siirt-Van arasında bir dağ kasabası olan Müsküslüydü. Çocukluğundan itibaren bölgedeki medreselerde eğitim görmüş Norşin medresesinde okumuş, birkaç defa birkaç yıllık sürelerle eğitim için Irak’ta bulunmuştu. Daha sonra uzun süre Van’daki Norşin Camii’nde imamlık yapmış ve emekli olmuştur. İsmi Ali Çalım’dır, fakat bölgede Molla Ali, Mela Ali ve Ali Hoca diye bilinir..

Mollalık ve mütefekkirlik kendisinde birleşmiş, aynı zamanda her hal ve tavrından aksiyon fışkırıyordu. Diri ve öfkeli idi. Konuşması sırasında sık sık “Habib-i Hüda” sözü geçerdi..

Sohbetlerinde tevhid ve iman üzerinde çok dururdu. Sık sık “bugün tevhidin anlamı kaybolmuş” diyordu “ Tevhid ve iman özdür, nüvedir bütün semâvi kitapların özü tevhiddir demişti.”

Vaaz ve hutbelerini dinleyenler naklettiler; her defasında konuşmaya başlarken ilk beş dakika tevhidin anlamından bahs edermiş. Günümüz Müslümanlarında en önemli problemli noktalardan biri olarak bunu görüyordu. “Cemaatte küfür ve şirk varken ben abdestten bahsedersem küfre hizmet etmiş olurum” diyordu. Tevhidin  gerçek anlamı anlaşılmış ve hissedilmiş olsa esasta buna dayalı diğer pek çok şey de hal olacaktı. Ona göre, bu bilinmediğinden bugün şirk çok yaygındı. Allah’tan başkasına ubudiyet çok yaygındı. Bugün şirke ve küfrün de yeni şekil ve modaları olduğunu, dini uhrevileştirmenin ve dünyadan ayırmanın da bunun son modası olduğunu söylüyordu..(Mehmet Çağlar,İslam Dergisi’nin 1984 Tarihli 15. Sayısı)

Diğer taraftan Ebu’l-Hasen en-Nedvi (Rh.a.) de çağımız Müslümanlarıyla ilgili şu tesbitte bulunmuştu: “Bu gün Müslümanların baş belası hem de püsküllü belası irtidattır (imanı bozan söz ve davranışların sahibi olarak dinden çıkmış olmalarıdır). Ama ne yazık ki karşılarında Hz. Ebubekir (R.a) yok!’’

Bugün şirk ve irtidat kasırga ve hortumları, elde edilen teknik imkanlarla (TV, internet,  akıllı telefon vs. gibi )insanımızın evine, eline, cebine ve koynuna kadar girmişken konumuz kabir azabı mı olmalı? Hem de bunu demagoji üslubuyla yaygın bir kapsam alanına sahip TRT 1’de dini bir programda ele almak ne derece akıl, iz’an ve insafla bağdaşır? Öyle diyor söz konusu konuşmada sayın ilahiyatçı profesör: “Kabir azabı varsa gidip açsınlar bakalım kabirlerde ateş var mı?” Bir gayb alemi gerçeğini fiziki alemde kabir çukurlarında aramak ve aratmak demagojiden başka nedir ki?

“Başlarını örtmek isteyenler Suudi Arabistan’a gitsin” diyecek kadar firavunlaşmakta ve bunu açığa vurmakta da beis görmeyen döneminin zirve demagogu şayet bu sahneye şahit olsaydı, herhalde bir yandan keyiflenir tebessüm eder, diğer taraftan da “beni de aştılar” diyerek hayıflanırdı. “Kabir azabı varsa kabirlere gidip açıp baksınlar, ateş var mı?” diyerek kabir azabını inkar etmeyi delillendirmeye çalışan zat, bir de “hesaptan, mizandan ve mahkemeden önce azap, adalete aykırıdır.” Sözünü de dayanak olarak kullanmaya yeltenir. Halbuki kitap, hesap, mizan, mahkeme Allah’ın bilmesi için değil şuçluların bilmesi içindir. Yoksa zaten her şey Cenab-ı Hakk için malumdur. Allah (c.c.)’ın bir cennetliği azab etmesi, bir cehennemliğin de kabir hayatını cennet bahçelerinden bir bahçe eylemesi asla söz konusu değildir. İnsanlar bile suçsuzları karakolların nezarethanelerine ve yargının hapishanelerine koymazken; ve zanlıları da karakolların ve hapishanelerin ziyaretçi salonlarında ağırlamazken ve bu adalete uygun olurken Allah (c.c)’ın kabir aleminde suçluya suçlu, masuma da masum muamelesi yapması niye adalete aykırı olsun? Ve bunları “Kur’an eksenli İslam” adına yapmak ne kadar vahim bir durum. Efendimiz’ in mübarek ağzından sadır olmuş hadis-i şerifleri yani sünneti devre dışı bırakmak kafirlerin emellerine hizmet etmekten başka hiçbir işe yaramaz. Siz şu veya bu adına Peygamber Efendimiz’ i zedelerseniz bu inandığınızı iddia ettiğiniz Kur’an’ı da yıpratmak anlamına gelir. Zira bugün Efendimizin mübarek ağzından çıkan hadis-i şerifleri reddedenler yarın O’nun ağzından tebliğ edilen Kur’an-ı Kerim’in ayetlerine karşı da en azından kuşku duyacaklardır. Bu ise imanla bağdaşmaz. Coğrafyamızdaki Müslümanların gündemine yıllar önce “Kur’an’daki İslam’’ sloganıyla bunu taşıyanların ömürlerinin sonundaki aldıkları maddi şekil ve bir TV yayınında bazı Müslümanlara yapılan bir küfür üzerine küfredene bir de “Benim için k..” diyecek kadar ahlaken düştükleri hayasızlık çukuru hepimize ibret olmalı. İlim adamlarımız Belam bin Baura’nın değil, Nebi (a.s)’ın varisleri olmalılar. Mesele uydurma hadislerin İslam’dan ayıklanması ise, ki bu çalışmalar asırlar öncesinden beri vardır. O halde “Kur’an eksenli İslam” demek değil “Vahiy eksenli İslam” sözü meselenin ve gerçeğin özüdür.

Süleyman Önsay.