* FANİ DUNYA FORUM HABERLER


Gönderen Konu: KADINA BAKIŞ  (Okunma sayısı 418 defa)

0 Üye ve 1 Ziyaretçi konuyu incelemekte.

fanidunya

  • Ziyaretçi
KADINA BAKIŞ
« : Mart 09, 2018, 07:37:40 ÖÖ »
Kadına bakış!

Bir toplumun huzurunda ailenin; bir ailenin mutluluğunda da kadının rolü çok büyüktür. Bu nedenle dinimiz bu noktada ısrarla durmuş ve kadına o güne kadar hiçbir din ve medeniyette şahit olunmayan değer ve haklar sunmuştur. 

İslâm dininin kadına bakışını ve ona verdiği önem ve değeri sağlıklı değerlendirebilmemiz için İslâm öncesinde ve sonrasında diğer inanç ve ideolojilerde kadının hangi konum ve değerde olduğunu kısaca hatırlamamız gerekmektedir:

Eski Hind hukukuna göre kadın evlenme, miras ve diğer alanlarda hiçbir hakka sahip değildi.

Budizm’in kurucusu Buda önceleri kadını dinine kabul etmemişti.

İsrail hukukunda ailede erkek mutlak hâkimdi. Yahudi kızları babalarının evlerinde bile hizmetçi gibiydi. Babaları onları satabilirdi.

Kadın eski Yunan ve Roma’da da hiç bir hakka sahip değildi. Evlenmenin en önemli amacı zevkini tatmin etmek, erkek çocuk elde etmek, evde mal-mülk üzerine bir bekçi ve hizmetçi getirmekti.

Çinlilerde kadın insan sayılmaz, ona ad bile takılmazdı. Kadın, bir, iki, üç diye sayı ile çağrılırdı. Erkek çocuklar makbul sayılır, fakat kız çocuklar domuz diye anılırdı.

İngiltere’de kadın murdar bir mahlûk sayıldığından İncil’e el süremezdi. Bu statü ancak kral VIII. Hanri’nin (1509-1547) devrinde parlamentodan çıkan bir kararla kaldırılabilmişti.

Arabistan yarımadasında kadın âdeta erkeğin şehvetini tatmin vasıtası sayılırdı. Evlenme, aile kurma ve boşanma düzeninden, miras hakkından mahrumdu.

Kız çocukları ailede maddi bakımdan yük, manevî yönden de bir ar ve utanma vesilesi sayılırdı. Baba, kızını öldürmekte bir mahzur görmezdi, hem de diri diri toprağa gömerdi.(1)

İslâm dini ise, kadını bu iğrenç konumlara mahkum eden insanlığa şu mesajı veriyordu:

“Ey insanlar, biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık..en şerefliniz takvaca en ileride olanınızdır.”(2)

Evet, soy sop farklılığı, erkeklik dişilik özelliği asla üstünlük nedeni ve kriteri olamazdı.

Bu husustaki diğer İslâmî veriler de dikkatlice ve tarafsızca incelendiğinde ortaya çıkan tablo şudur:

“İslâmiyet kadını erkeğin ne aynı, ne de zıddı olarak görür. Onu ne erkek gibi olmaya ve onunla yarışmaya sokar, ne de bir takım haklarını elde etmek için ona karşı savaş açmaya zorlar. Kadını kadın olarak, erkeği de erkek olarak  kendi cinsiyeti istikametinde gelişmeye teşvik eder...

Müslümanlık kadını hakkıyla kadın, erkeği de hakkıyla erkek olarak görmek istemiş ve bunun tedbirlerini almıştır. Başta tesettür konusu olmak üzere birçok meseleye aslında bu açıdan bakmak gerekir. Batı Dünyası’nın kadına sağladığı hak ve aşırı hürriyetler, kadını kadın olmaktan çıkarmıştır; özellikle onu anne olmaktan uzaklaştırmıştır. Onlar bunun faturasını nüfus azalması şeklinde şimdiden ödemeye başlamışlardır. İffetini yitiren, kadından şefkatli ana mı olur?”(3)

Anasız bir aileden, ailesiz huzurlu bir toplumdan söz etmek ise, mümkün değildir. Yukarıda “İslâmiyet kadını erkeğin ne aynı, ne de zıddı olarak görür” tespitine işaret edilmişti. Bu bağlamda bir diğer ilim adamımız, sınırsız ve sorumsuz bir kadın-erkek eşitliğinden söz edenlere önce bazı ilmi gerçekleri hatırlatır ve şöyle seslenir: 

“Kadınlarla erkekler beyin kimyasından fizik güce, biyolojik yapıdan fonksiyonlara kadar çok farklı iki cins oldukları gibi her bir cins de kendi aralarında önemli farklar taşıyorlar. Hukuk ve insanlık değeri bakımından eşit olan bu iki cinsi her bakımlardan eşit ilan etmenin manası yoktur. Allah bu iki cinsi, birbirini tamamlasınlar diye böyle farklı yaratmıştır..”  (4) Daha sonra da bu yanlış eşitlik anlayışı adına her yerde ve her konumda kadın-erkek birlikteliğini savunanlara  karşı çıkan bir hanım yazarın makalesinden bazı alıntıları kamuoyunun dikkatine sunar.

“Çağdaşlık adına yazan, çizen, konuşan bayanlar yanında yine çağdaş, yine dindar olmayan, ama farklı bakan, farklı konuşan kadınlarımız da var” diyerek gazetedeki köşesinde şu satırlara yer verir.

 Hanım yazar şöyle demektedir:

“Kadın ve erkeğin ayrı ayrı yaşamasına taraf değilim. Asla ve kata böyle bir düşüncem yok, olamaz da. Karma bir toplumsal hayatımız olduğu için mutluyum. Fakat açık söylemek gerekirse zaman zaman ‘onlardan’ ayrılmayı hakikaten çok istiyorum.

Etrafımda erkekler olmadan yapmak istediğim bazı şeyler var. Ve ne yazık ki Avrupai olacağız, aman eski harem-selamlık geleneğimizi sürdürmeyeceğiz, maazallah gerici görünmeyeceğiz diye gereğinden fazla karma olduğumuzu, dinle uzaktan yakından olmayan (veya da olan, önemli değil) bir takım nedenlerden dolayı ‘ayrı’  kalma hakkımızı kullanamadığımızı, talep edemediğimizi hatta ifade bile edemediğimizi düşünüyorum.

Kim olarak? Modern, laik, Avrupai vs vs bir kadın olarak.

Ben mesela erkeklerle bir arada spor yapmaktan, bilhassa da yüzmekten hoşlanmayan bir kadınım. Oramı buramı, benim görmesini istediğim insan dışında, kimsenin görmesini istemiyorum. Olamaz mı? Yok mu böyle hakkım? Bunun dinle uzaktan yakından bir ilgisi yok. Zira dindar bir insan değilim. Sadece istemiyorum. Nokta. Vücut benim!...

En ağır cinsel tacizlere otobüslerde uğramış biri olarak açıkçası kadınlara ait ayrı bir otobüs fikri de bana hiç fena gelmedi. İsteyen biner istemeyen binmez…

Ama yapamıyorum. Kızanlar çok kibar, çok efendi, çok medeni olabilir. Ancak üzülerek söylemem gerek ki yurdumuzdaki erkeklerin büyük bir çoğunluğu tahmin edemeyeceğiniz kadar edepsiz. Zorla ayrılmayalım ama zorla da birleştirilmeyelim. Kadınlara ait bazı yerlerin, saatlerin olması da o kadar acayip gelmemeli. Bunu isteyip de dile getiremeyen o kadar çok dinci hatta dindar hatta hatta inançlı bile olmayan kadın tanıyorum ki.”(5)

Sözlerimizi, değerli ilim adamımızın bu bayan yazarın serzenişlerini naklettikten sonra söz konusu yazısını noktaladığı şu cümlesiyle bitirelim:

“Eksik veya şartlanmış beyin ürünü bilgilerini kullanarak kızlarımızı zorla açmak isteyen laikçilere malzeme devşirmekle meşgul olan bazı ilahiyat hocalarının bu yazıyı beğenmeyecekleri tabiidir”

---------------------------------------------------------

(1) Bk. Prof. Dr. Bekir Topaloğlu, İslâm’da Kadın, s.24-27.

(2) el-Hucurât, 49/13.

(3) Doç. Dr. Emin ışık, Ebedî Risalet, Tebliğ, İzmir, 1993, c.1, s.46-49.

(4) Hayreddin Karaman, 15.02.2008 Yeni Şafak, “Kadınlar da farklı”

(5) Tuğce Baran, Vatan  24.01.2008

Süleyman Önsay.