KAVRAMLARI KATLETMEYELİM
Ümmete Ömer b. Abdülaziz (rh.a)’in hilafetinden beri; her hutbe sonunda okunan Nahl Suresinin 90.ayet-i celilesinde altı çizilen hususlar acaba bu kadar gündeme gelmesine rağmen ne derece hayatımıza yansıyor? Önce bunun okunmasının nedenini ve hikmetini bir kez daha hatırlayalım:
Önce mealen ilahi buyruğu bir kez daha zikredelim:
Ömer bin Abdulaziz (rh.a) ümmetin manevi şahsiyetinde kanayan bir yara olarak devam eden çok mu çok vahim olan bir fitneye “dur!” demişti. Şöyle ki, “...devrine kadar ki diğer Emevi halifelerinin zamanlarında devam etmiş kötü davranış... hutbe bitirildikten sonra İmam’ul-Mehdî Ali b. Ebî Talib’in lanetlenmesiydi.” (Muhammed A. Ebû Zehra, İslamda Siyasî ve İtikadî Mezhepler Tarihi,s.52)
Ayet-i celilede, dikkate sunulan hususlar ne kadar anlaşılıyor ki düşüncelerimize, duygularınıza, söz ve davranışlarımıza yani hayatımıza yansıyıp yön vermiş olsun. Mesela emr olunan ‘adalet’ ne mana ifade ediyor? Sadece mahkeme salonlarında mı söz konusu, yoksa her yerde ve tüm davranışlarımızda bulunması gereken, olmazsa olmaz bir özellik mi? Ayet-i kerime mealinin verilmesi elbette güzel, ama yeterli değil. Kelimelerin içi doldurulmalı ve öyle sunulmalı ki maksat hasıl olsun. Burada buyurulan adalet, ihsan ve diğerleri yalın birer sözcük olmayıp bir tek kelimeyle Türkçe karşılığı geçiştirilemeyecek olan önemli birer kavramdr.
Mealle birlikte yayınlanan meallerde (mesela Diyanet Vakfı Mealinde) yazıya dökülmüş olan açıklamalar, minberde de seslendirilemez mi? Ne manisi var? Bilince dönüştürülemeyen bilgilerin tekrarının vebalden başka ne getirisi olabilir ki?
İşte söz konusu anlam ve açıklama:
“Muhakkak ki Allah, adaleti, iyiliği, akrabaya yardım etmeyi emreder, çirkin işleri, fenalık ve azgınlığı da yasaklar. O, düşünüp tutasınız diye size öğüt veriyor.”
Allah Teala bu ayette dünya nizamını sağlayan üç esası emrediyor; buna karşılık üç çirkin davranışı da yasaklıyor.
Emrettiği esaslar: Adalet, ihsan ve akrabaya yardımdır. Yasakladıkları ise: Fuhuş, münker ve zulümdür.
Adalet: Her şeyi tam olarak yerine getirmek, herkesin hakkını vermek ve ölçülü davranmak demektir.
İhsan: İyilik etmek, hayır yapmak, bağışta bulunmak ve emredilen şeyi gerektiği gibi yerine getirmek demektir. İbadette ihsan: Allah’ı görür gibi ibadet etmektir.
Akrabaya yardım: Uzak veya yakın akrabaya iyilik etmek, ihtiyaçlarını karşılamak ve onlara karşı iyi davranmak demektir.
Fahşa: Yalan, iftira ve zina gibi söz veya fiille işlenen günah ve çirkinliklerdir.
Münker: Şeriat ve aklı selimin beğenmeyip fena kabul ettiği iş ve davranış demektir.
Bağy: İnsanlara karşı üstünlük iddia edip onları, zulüm ve baskı altında yaşatmak demektir. İşte Allah Teala bu üç kötü şeyi de yasaklamıştır. (Diyanet Vakfı Meâli, s.276)
Hangisi gerekli ve faydalı olan? Sadece mealin verilmesi mi, yoksa mealin açıklamasıyla birlikte sunulması mı? Haliyle bunu sormaya hiç gerek var mı, diyeceksiniz. Elbette yok. Zira, sadece mealle anlam hasıl olacak olsaydı, bu izahat bölümü esere konmuş olmazdı.
Evet, kavramları bir tek kelimeyle çevirerek katletmeyelim. İslam’a ait olmayan hiçbir kavramı da sahiplenerek hayat vermeyelim.
Şu paylaşımlar konunun öneminin anlaşılması için herhalde yeterli olur:
Her çağın kendine has câzibesi yüksek siyasi ve felsefi söylemleri vardır. Bu güçlü söylemlerin etkisi bazen kısa sürer, bazen de kavramsallaşarak asırları etkiler.
Kavramları üreten dinî, ictimaî, iktisadî ve siyasi bir zemin vardır, sırtını dayadığı bir dünya görüşü ve bu dünya görüşüne hayat veren kültürel ortam da gözardı edilemez. Yani kavramlar bir boşlukta ortaya çıkmaz. Bu yüzden kavramlar ortaya çıktığı toplumsal yapıdan bağımsız olarak anlaşılamaz.
Câzibesi yüksek bir kavramı, ortaya çıktığı tarihsel süreçten ve anlam dünyasından soyutlayarak İslâm’ın önüne veya arkasına koymak süreciyle onu İslâmîleştirme çabası, aslında İslâm’ı ötekileştirmek demektir. (Serdar Demirel, 02.12.2010, İslâm’ın asaletine gölge düşürmeye ne hâcet! Başlıklı yazı)
.. kavramların tanım ve içeriğinde (tarif ve muhtevasında) anlaşmaları gerekmez mi? Hele bir de “Dünya” dan gelen çelişkili veya taban tabana karşıt öğüt ve komutlar? İster istemez şu öğütü tutmamız gerek: Ehl-i butlânın sözün tasdik eden, âdem midir?/Hakk’ı tut, istersen hasım olsun bütün alem sana!..
“Dünya”, kavramlara Hakk’ın ölçütüyle anlam vermekte uzlaşsa idi, esasen sorunlarımız hiç değilse yarı oranda ortadan kalkmış olurdu.
(Hüseyin Hatemi, 22 Mayıs 2012, Dünya ve Türkiye başlıklı yazı)
İslam Dünyasındaki bütün meselelerin, İslam inancı, İslam milleti, İslam ülkesi, İslam devleti ve İslam medeniyeti gibi kavramlar temel alınarak çözülmesi gerekir. (Sezai Karakoç, 05 Şubat 2013, TIMETURK / Haber Merkezi)
İslam dışı kavramlarla ilgili bir ilahi ikaz ve yorumuyla sözlerimizi noktalayalım:
“Haklarında Allah’ın hiçbir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı kuru isimler konusunda benimle mi tartışıyorsunuz?” (el-A’raf (7), 71)
Çağımız insanı bugün bazı kavramları, ilkeleri ve sistemleri, tartışılmaz, eleştirilmez, sadece gereği yerine getirilir ve önünde boyun eğilir konumda görmekte, öyle algılamakta ve uygulamaktadır. “Yaptığından sorumlu tutulamayan” yegâne kudret sahibi, Allah Teâla iken, çağdaşlık, demokrasi, laiklik, teknoloji gibi bazı düşünce, kavram ve sistemler böylesine bir tartışılmaz ve dokunulmaz konumda görülüyorsa, işte bu noktada yeni bir şirk türü ile karşı karşıyayız demektir.
Bu ilkesel, sistemsel ve kavramsal şirktir. Müşrik, putunu kendi yapar, kendi tapar. Putları yontup isimlendirenler ile bazı kavramları icad edip putlaştıranlar arasında tam bir amaç ve eylem birliği bulunmaktadır.
----------------------------------------------------------------------
Prof. Dr. İsmail Lütfi Çakan, “HADİSLERLE GERÇEKLER -İslâm Öncelikli Bir Hayat İçin” , s.105)
Süleyman Önsay.