Kelime-i Şehadet bir önder ve örnek seçimidir!
“Kelime-i Şehadet bir seçimdir!” tanımından sonra bunun dört ana konuda bir tercih olayı olduğunu nakletmiş ve ilk iki belirlemenin de inanç ve yaşam tarzında olduğunu gerekli ve önemli bilgilerle birlikte sunmuştuk.
Kelime-i Şehadetle gerçekleştirilen üçüncü seçim, müminin önder ve örneğini tercih etmesidir.
İnsan hayatının olmazsa olmaz zorunluluklarından biri de erdemli insan profiline uygun örnek ve rehberlere ihtiyaç duyulmasıdır. İnsanı yaratan, onu dünya sahnesinde “kulluk” görev ve yarışına tabi kılan ve bunun için “din” yani yaşayış tarzı belirleyen Allah, bu hedef doğrultusunda model edinilecek son öncüyü de belirlemiştir.
Müminler Kelime-i Şehâdet’in ikinci cümlesiyle Hz. Muhammed (sav)’in Allah’ın kulu ve peygamberi olduğuna inandıklarını ifade ederler ve O’nunla mânevi bir andlaşma yapmış ve O’na şu anlamda bîat etmiş olurlar:
“Ya Resulallah! Senin peygamberliğine inanıyorum.
Dünya ve ahiret saadetinin ancak Senin önderliğinle gerçekleşeceğine iman ediyorum. Ancak Senin izindeyim. Senden başkasına bağlanmayacağım.
Senden ilham almayanları tanımayacağım.” (A.Rıza Demircan, İslâm Nizamı, c. 1, s. 15-19)
O’na olan sevgi ve saygı boyutlarının nerelere ulaştığını gösteren bir hatırayı analım:
Bir gece yarısı kafile Peygamber şehri Medine-i Münevvere’ye yaklaştı. Kafilede bulunan Eyüp’lü Râmi Mehmed Paşa o esnada kıble tarafına doğru ayaklarını uzatmış uyuyordu. Rasul-i Kibriya’nın beldesine girerken arkadaşlarında gördüğü bu manzara Nâbî’ye hiç de hoş gelmedi. Paşayı uyandıracak bir şekilde şu meşhur beyitleri söylemeye başladı:
Sakın terk-i edepten, kûy-i mahbûb-ı Hüdâdır bu!
Nazargah-i ilahîdir, Makam-ı Mustafadır bu.
Mürâât-ı edep şartıyla gir Nabî bu dergaha,
Metâf-ı kudsiyadır, bûsegâh-ı enbiyadır bu.
Açıklaması şöyledir:
“Edebi terk etmekten sakın! Zira burası Allahu Teala’nın Habibinin beldesidir.
Burası, Hak Teala’nın devamlı nazar kıldığı bir yerdir; Muhammed Mustafa’nın makamıdır.
Ey Nâbî, bu dergaha edebin şartlarına dikkat ederek gir. Sakın edebi basite alma. Burası, büyük meleklerin etrafında pervane gibi döndüğü, peygamberlerin eğilip eşiğini öptüğü bir yerdir.”
Bu beyitleri işiten paşa, gözünü açtı, hemen kendine geldi, ikazın sebebini anladı, ayaklarını topladı (S.Muhammed Saki Haşimî, “Arifler Yolunun Edebleri”, Semerkand )
Ahzâb suresinin 21. Âyetinde Yüce Rabbimiz, “Andolsun ki, Resulullah, sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için güzel bir örnektir” buyurmuştur.
Meâlini verdiğimiz bu “Ayette, Hz. Peygamber’in, Allah’ın hoşnutluğunu kazandıracak davranışlarda bulunmak isteyenler için mükemmel ve canlı bir örmek, en büyük fazilet numunesi olduğu anlatılmaktadır.” (Diyanet Vakfı Meâli)
Evet “Allah’a iman edip O’nun rızâsını isteyen, âhirette lütfedeceği emsalsiz nimetlere mazhar olmayı uman ve daima Allah sevgisiyle yaşamak isteyen insanlar için eşi bulunmaz örnek, O’nun sevgili kulu, elçisi, rahmeti, şahidi, müjdecisi, davetçisi, ışığı olan Muhammed Mustafa’dır.” (Prof. Dr. Hayreddin Karaman ve Diğerleri, Kur’an Yolu Türkçe Tefsir ve Meâl, Ankara 2004, c.IV, S.344.)
Bu örnekliğin anlam ve kapsamı hususunda Elmalılı merhum şu yorumu yapmıştır:
“Bu âyet, Resulullah’ın ‘Peygamber size neyi verdi ise onu alın, size neyi yasak ettiyse ondan sakının’ (Haşr, 59/7) âyeti gibi, yalnız sözleriyle değil, fiil ve hareketleriyle dahi delil ve kendisine uyulan bir peygamber olduğunu hükme bağlar.
Yani Resulullah din ve ahlakın teorik kısmını tebliğ ve hükme bağlamakla kalmamış, gerek savaşta ve gerek barış zamanında fiilleri ve uygulamaları ile ve bütün incelikleriyle kendisinde canlı olarak güzel bir uyma örneği olacak ders ve örnek vermiştir.
Onun için Hz. Muhammed’in hayat hikâyesinde her açıdan insanlık dünyası için ‘üsvetün hasenetün=pek güzel bir örnek’ vardır.” (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim, c.6, s.304)
Burada Peygamber’imizi örnek alarak hareket etmenin hangi hususlarda farz, vacip veya sünnet olduğu konusunda şu önemli tespit daima göz önünde bulundurularak davranılmalıdır:
“Peygamberimizin bütün yaptıkları ve söyledikleri tek bir hüküm çerçevesi içine alınamaz. Başta Kur’an olmak üzere diğer deliller ve karineler de göz önüne alınarak her fiili ve sözü ayrı ayrı değerlendirilir, bağlayıcı olup olmadığı tayin edilir. Genellikle tefsir ve fıkıh âlimleri de böyle yapmışlardır.” (Prof. Dr. H.Karaman, a.g.e.)
Seyyid Kutup merhum Hendek savaşı sürecinde Kâinatın Efendisinin sergilediği örneklikler ve akabinde nazil olan bu âyet-i celîle ile ilgili şu noktalara dikkatlerimizi çeker:
“Peygamber Efendimiz Müslümanlarla birlikte hendek kazma işinde çalışıyor, kazma sallıyor, kürekle toprak atıyordu. Küfelere doldurulan toprağı hendeğin dışına taşıyordu. Bu çalışma esnasında şarkı söyleyenlere katılıyordu. Müslümanlar çalışırken yüksek sesle recez bahrinden şiirler okuyorlardı. Peygamber Efendimiz de nakarat kısmında onlara katılıyordu..
Artık Müslümanların çalıştığı, Peygamber Efendimizin aralarında kazma salladığı, kürekle toprak attığı, toprağı küfeye doldurup taşıdığı, onlarla birlikte bu şiiri mırıldadığı atmosferi bugün tasavvur edebiliyoruz. Bu atmosferin Müslüman ruhlara nasıl bir enerji sağladığını, içlerinde hoşnutluk, fedakarlık, güven ve onurluluk duygularını doğuranın nasıl bir kaynak olduğunu düşünebiliyoruz…
Peygamber Efendimizin bu korkulu atmosferdeki cesaretine, dayanıklılığına, kararlılığına ilişkin haberler ise, hikayenin tümünde son derece belirgindirler. Bizim ayrıca bunları anlatmamıza gerek yoktur. Hepsi de bilinen ve yararlanılan şeylerdir.
Hiç kuşkusuz yüce Allah doğruyu söylemiştir: ‘And olsun Allah’ın elçisinde sizin için, Allah’a ve ahiret gününe kavuşmaya inanan ve Allah’ı çok anan kimseler için en güzel bir örnek vardır.” (Seyit Kutup, Fi Zılâl’il Kur’an, c.8, s.258)
Süleyman Önsay.