Kelime-i Şehadet Bir Sosyal Değişimdir 2
Kelime-i Şehadet mü’minlere kendi toplumlarında (Tevhid-i inanca göre şekillenmiş bir sosyal bünyede) yaşamalarını zorunlu kılmaktadır.
Bu konudaki şu önemli yorumları tekrar hatırlayalım:
“Allah’tan hakkıyla korkmak ve her halde Müslüman olarak ölebilmek için de her şeyden önce Allah’ın ipine toptan yapışarak tevhid üzere toplanmak ve ayrılıklardan çekinmek lazımdır…
Ve dinin dünyada en büyük feyzi de bu toplumun kuruluşundadır. Bunun içindir ki, toplumlarını yitiren veya perişan edenler muhakkak perişan olurlar.
Fiilî sebepler karşısında ilmî deliller, çoğunlukla hükümlerini yerine getiremezler…
Ebu Said el-Hudrî Hazretleri’nden rivayet edildiği üzere Allah Resûlü şöyle buyurmuştur:
‘Gökten yeryüzüne indirilmiş olan hablullah (Allah’ın ipi), Allah’ın kitabıdır’ (Tirmizî, Menakıb, 31; Müslim, Fedâil, 37; Ebu Davud, Fedâilü’l-Kur’ân, 1; Ahmed b. Hanbel, III, 14, 17.)
Korkunç bir yolun kenarına çekilmiş olan bir ip veya bir kuyuya düşmüş olanları çıkarmak için uzatılmış bir ip ve ona gereğince iyice tutunmuş bir toplum düşününüz.
İşte bu tasavvurdan meydana gelen hey’et-i ictimaiyye (sosyal kurul) Kur’ân etrafında devamlı yükselen bir İslâm cemaatinin misalini teşkil edecektir.
Bu i’tisam (tutunma) için herhangi bir cemaat olmak da kâfi değildir”. (Elmalılı Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim, c.2, s. 405)
Ki; bu zorunluluk Bakara Suresi’nin 208. Ayet-i celilesinin de amir hükmüdür:
“Ey iman edenler! Hep birden silm’e girin. Sakın şeytanın peşinden gitmeyin; çünkü o, apaçık düşmanınızdır.”
“Bu hitap, Müslümanlaradır. Buna göre mana, ‘Ey dilleriyle imân edenler, kalan ömrünüzde de Müslüman olmaya devam edin, Müslümanlıktan ve onun kanunlarının hiçbirinden çıkmayınız. Sapık ve azgın kimselerin size telkin etmeye çalıştıkları şüphelere iltifat ederek şeytanın adımlarına uymayınız’ şeklindedir.” (Fahruddin er-Râzî, Tefsîr-i Kebîr Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ, c.5, s. 23)
Elmalılı merhum bu ayet-i celilenin açılımını şöyle gözler önüne serer:
“.. ey mü’minler! Allah’ın emirlerine boyun eğmekle öyle mükemmel bir sosyal görünüm ve öyle muntazam bir İslâm yurdu meydana getiriniz ki, aranızda isyandan, kavga ve anlaşmazlıktan, birbirinize eziyetten, eğrilikten, Allah’ın haklarına ve kulların haklarına tecavüzden, kısaca Allah rızasına aykırı hareketlerden eser bulunmasın da, herkes, güven ve karşılıklı sevgi, rahatlık ve tam bir huzur içinde vazifeleriyle meşgul olsun, geleceğine ve ahiretine tam bir sevinçle yürüsün ve bunu bozacak fesatlara meydan verilmesin. Dünya hayatı hakkında parlak sözler söyleyip de kalbleri en merhametsizce düşmanlıklarla dolu olan, şeytanca hareket edenlerin arkasından gidilmesin.” (Elmalılı M.Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Azim, c.2, s.67)
Elmalılı merhum Efendimizin “Zekat İslâm’ın köprüsüdür” tanımını açıklarken şu değerli tespitlere yer verir:
Dinin, iman ile temeli atılıp, namaz ile direği dikildikten sonra, geçilecek mühim bir geçidi vardır ki, zekat işte o geçidi geçirecek bir köprü olmak üzere kurulacaktır. Çünkü dünya ve ahirette korunmak için yapılacak olan görkemli İslâm binasının, dünyadaki “dâru’l-İslâm” (İslâm yurdu), ahiretteki “dâru’s-selam” (esenlik yurdu)ın yapımı için birtakım malî masrafları vardır ki, bunlar malî ibadetler ile yapılacaktır ve bunun en zarurisini de zekat teşkil eder.
Zira اِيَّاكَ نَعْبُدُ وَاِيَّاكَ نَسْتَعِينُ “Ancak sana ibadet ederiz ve ancak senden yardım dileriz.” (Fâtiha, 1/5) diye bir tevhid üslubu içinde sadece Allah’a kulluk etmek ve kardeş topluluk ile namaz kılabilmek için safları doğrultmak ve o saflarda bir eşitlik duygusu ile devamlı bir şekilde bulunmak gereklidir.
Bu ise, o toplum içinde günlük azıkla yetinme durumunda olan kimselerin kalmaması ile mümkün olur.
Bir aç ile bir tokun bir safta kurşunla kenetlenmiş binalar gibi bir sevgi ve kardeşlik duygusuyla birbirine kalben perçinlenmesi kabil değildir.
Şu halde cemaatin hakiki bir ibadet birliği içinde olması, gerçekten fakir ve kimsesiz olanların gözetilmesi ve çalışabileceklerin çalıştırılması için ilk önce zekat ve fıtır sadakaları ile zenginlerle fakirler arasındaki uçurumu kapatarak bir sevgi bağının kurulması, hem de hepsinin mevlası (efendisi) Allah Teâlâ olduğunu bildiren bir duygu ve iman ile kurulması büyük bir görevdir. (Elmalılı M. Hamdi Yazır, Hak Dini Kur’an Dili, Bakara 3. Ayet açıklaması)
Evet İslâm yurdunun tesisi ve orada yaşanması Kelime-i Şehadet’ten doğan bir sorumluluk ve zorunluluktur.
Dünyanın dümenini elinde bulunduran gayr-i müslimler maalesef Müslümanların tam tersine bunun farkında ve bilincindedirler. Şu satırlar ne kadar çarpıcıdır:
“Muasır Tarihte İslâm” adlı kitabında Wilfrad Cantwell şöyle der:
“Modern dünyada varlıklarını muhafaza edebilmeleri için Müslümanlar, inanç sistemlerindeki ana fikirden vazgeçmelidir.” dedikten sonra ilâve eder :
“Bu ana fikir şudur: ‘ Müslüman ancak İslâmî bir cemiyette yaşayabilir.’ İşte bu kanaat şu şekilde değiştirilmelidir: Müslümanlar, İslâm esaslarına dayalı olmayan bir cemiyet içerisinde ancak inançlarıyla birlikte yaşayabilir.”…
Avrupalıların, bütün bu mücadelelerden sonra, vardıkları netice :
-İsminden başka İslâm nizamına dair hiçbir bilgileri olmayan,
-İslâm’ı sadece bir ibadet manzumesi şeklinde anlayan,
-Bu manzumeye uyulduğu takdirde bütün vazifelerini yerine getirdiğine inanan,
-Ve şüphelerden başka İslâm’a ait hiçbir bilgiyi havsalasına yerleştirmeyen,
bir neslin yetişmiş olmasıdır.
“Madem ki namaz kılıyorum, oruç tutuyorum, o halde Müslümanım. Ayrıca düşüncelerimi, adet ve an’anelerimi, iktisadî ve içtimaî sistemimi İslâm’ın fikir ve nizam çerçevesinden devşirmeye ihtiyacım yoktur” diyen bir neslin yetişmiş olması da Avrupalıların başarıları cümlesindendir. (Muhammed Kutub, Biz Müslüman mıyız?, Hilal Yay. S.159,160)
Süleyman Önsay.